17 Kasım 2014 Pazartesi

Bir yanda Erbakan-Milli Görüş-milli devlet; diğer yanda Dünya Siyonizm’i-İsrail-ABD Yahudi lobisi ve içimizdeki Kripto uzantıları : İsrail, 28 Şubat Sürecindeki Hizmetkârlarını, Kölelerini Koruyamıyor


28 Şubat post-modern darbesi, Erbakan’ın TSK odaklı kurup yönettiği milli derin devlet ile kökü Dünya Siyonizm’ine dayanan 300 yıllık Sabetayist Ergenekon derin yapılanması arasında yaşanan en büyük savaşlardan birisiydi.

Bir yanda Erbakan-Milli Görüş-milli devlet; diğer yanda Dünya Siyonizm’i-İsrail-ABD Yahudi lobisi ve içimizdeki Kripto uzantıları.

O yıllarda dış güçler ve yerli işbirlikçilerinin gerçekte Erbakan ve Refah-Yol iktidarına yönelik darbe yapmak şeklinde bir planları yoktu.

Onların asıl gayeleri, Erbakan’ı iktidara getirdikten sonra onun Başbakanlığında ülkeyi siyasi, ekonomik, askeri ve dış politika noktasında bir korkunç kaos ve krizlerin girdabına sokarak ülkeyi yönetilemez hale getirmekti.
Elbette bu korkunç kargaşanın, keşmekeşliğinin bir numaralı sorumlusu olarak Başbakan Erbakan ilan edilecekti.

Milli Görüş iktidarında anasından emdiği süt burnundan getirilecek olan halka “ Erbakan’ı Gördünüz mü? Adil Düzen’in adaletini öğrendiniz mi? Milli Görüşün ne olduğunu anladınız mı?”  türünden korkunç bir medya propagandası yapıldıktan sonra Erbakan ve Milli Görüşün kökü böylece kazınacaktı.
Erbakan bu durumu daha 1993 yılında Aytunç Altındal’a verdiği röportajda “Hasımlarım beni iktidar yapmak istiyor” diyerek deşifre etmişti.

Altındal söyleşide “ Hocam iktidara gelmekten korkuyor musunuz?” Şeklinde bir soru yöneltince Erbakan ” Hayır. Ama düşmanlarım beni iktidara getirmek istiyorlarsa mutlaka bunun bir anlamı olmalı” diyordu.

Ancak Refah-Yol hükümetinde gelişmeler dış ve iç Siyonist mihrakların beklentilerinin aksine gerçekleşti.
Cumhuriyet tarihinin en başarılı icraatlarına imza atan Erbakan, işçiye, memura, emekliye, çiftçiye, köylüye %100 ile % 1000 arası maaş artışı sağladı.  Bu artışlar zamlarla, yeni vergilerle, borçlanarak değil, milli kaynaklarla sağlandı.

Havuz sistemi ile kamunun yüksek faizle özel bankalardan borçlanmasının önüne geçildi. Kaynak Paketleri ile bütçeye artı sağlanan 35 Milyar dolarlık ek gelirle denk bütçe yapıldı.
Ve İslam birliğinin temeli olacak G-7’lere alternatif küresel organizasyon D-8 kuruldu.  Büyük İsrail’i kurmak için görevlendirilen Çekiç Güç bölgeden uzaklaştırılarak sahiplerine postalandı.

Refah-Yol döneminde gerçekleştirilmiş ancak çok küçük bir kısmına değindiğimiz bu olağanüstü başarıların ardından yapılan kamuoyu araştırmalarında Refah Partisinin oyunun % 50’lere doğru hızla tırmandığı ortaya çıkmıştı.

Erbakan’dan normal demokratik yollarla, seçimle, sandıkla ya da yasalar çerçevesinde yapılacak bir hukuki mücadele ile kurtulmanın imkânsızlığı anlaşılınca bu sefer Sabetayist-Masonik zinde güçler harekete geçirildi.

28 Şubat MGK toplantısından sadece 2 hafta önce 14- Şubat- 1997 tarihinde İsrail Yüksek Mason Locasından Fransız Yüksek Mason Konseyine ve oradan Türkiye Mason Üstadı Necip Arıduru’ya gönderilen talimat Milli Gazetede yayınlanmıştı.

9 maddeden oluşan bu talimatın bazıları şunlardı:

1-Türk basınındaki ve ilgili kuruluşlardaki biraderleri örgütleyin ve Refah Partisini iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli diğer bütün tedbirleri alınız.



2-RP’nin itibarının tamamen yok olması ve seçmenlerinin ümidini kaybetmesi ile neticelenen siyasi bir konjonktür oluşturun.
 3-Masonluk aleyhindeki radyo, gazete, televizyon, kitap, dergi gibi yayınları izleyip bunlara mani olun. Refah Partisine mensup İslamcı basını ekonomik, siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale getirin.
Ayrıca Erbakan’ın “28 Şubat süreci ABD’nin bir kriptosu ile başladı” dediği belgenin orijinalinin TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na geldiği, Kriptonun Ekim 1996’da hazırlandığı, altında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Warren Cristopher’in imzasının bulunduğuna dair bilgiler geçtiğimiz günlerde medyaya yansımıştı.
Kriptoda TSK’nın Erbakan’a karşı harekete geçmeye zorlanması istendiği, belgenin gönderildiği makamlardan bu konudaki hareket planlarına ilişkin öneri ve değerlendirmeleri talep edildiği kamuoyuna açıklandı.
Sonuçta İsrail güdümlü sermaye, medya, siyaset, bir kısım askeri/yargı bürokrasisi ile bazı sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde Erbakan ve Refah-Yol hükümetine karşı korkunç bir karalama, yıpratma ve iftira kampanyası başlatıldı.
Dışarıdan açılan bu kampanyaya Milli Görüşün içinden de her türlü katkı ve destek sağlandı.
Şevket Kazan’ın Adalet Bakanı olarak provokasyon maksatlı tamamen art niyetli yaptığı eylem ve söylemleri; Şevki Yılmaz, Hasan Mezarcı, İ.Halil Çelik, Hasan Hüseyin Ceylan gibi isimlerin yaptığı içi boş, kof konuşmalar; Sincan Belediyesinin düzenlediği “Kudüs Gecesi”, Yenilikçilerin Erbakan’a karşı başlattıkları parti içi muhalefet vs...
Doğru Yol Partisi’nden 50 civarındaki çürük Milletvekilinin bu olup bitenlere destek vermesi neticesinde Çiller’in isteğiyle Erbakan’ın Başbakanlığından ayrılması sonrası önündeki 282 imzaya rağmen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a vermesi ile Refah-Yol koalisyonu yıkıldı.
Ardından Refah Partisinin kapatılması ve üst düzey yöneticileri hakkında siyaset yapma yasağı getirilmesi ile ilgili AYM açılan dava aleyhte sonuçlanınca, Türkiye’nin en büyük partisi kapatıldı ve lideri Erbakan’a 5 yıl siyaset yasağı kondu.
Refah Partisinin kapatılması ile kurulan Fazilet Partisi de tekrar AYM tarafından kapatılınca, Erbakan ve Milli Görüşten yolları ayrılan Tayyip Erdoğan ile yenilikçi arkadaşları AKP’yi kurdular.
Milli Görüş gövdesinin önemli bir çoğunluğu ve işe yarar siyasetçi kadroları AKP’ye giderken her zaman olduğu gibi içi boş, kof, çürümüş Ak Saçlılar yeni fitnelere, bölünmelere, tefrikalara yelken açmak için yine Erbakan’ın yanına 4 ayakları üzerine düşüverdiler.
Milli Görüş davası tam anlamı ile ortadan ikiye bölünmüş ve Refah Partisinin % 22 oy oranının sadece % 2’si Erbakan’a destek olmuştu.
Görüntüde 28 Şubat post-modern darbe süreci Erbakan ve Milli Görüş açısından tam bir yıkım ve mağlubiyetle neticelenmiş; Siyonist mihraklar ile yerli uzantıları ise zafer kazanmışlardı.
Ancak çok kısa bir süre sonra gerçeğin böyle olmadığı anlaşıldı. 28 Şubat sürecine destek olan tüm kişi, kurum ve kuruluşlardan bir bir hesap sorulmaya başlandı.
28 Şubatçı siyasetçiler çık kısa bir zaman diliminde hem partilerini hem de konumlarını kaybettiler!
Aynı şekilde 28 Şubatçı sermayenin tam 22 bankası batırıldı. Tansu Çiller’in ifadesi ile batan bankaların toplam zararı 330 Milyar lira idi. Kısacası Yahudi sermayesinin elinden alınan paranın miktarı 200 milyar dolardı.
En önemlisi ise bu bankaların hiç birisi yeşil sermayeye ait değildi!
Batan bankaların sahipleri ve yönetim kurulu üyelerinin neredeyse tamamı, küresel Yahudi sermayesinin uzantıları olan Sabetayist işadamlarından oluşmaktaydı.
28 Şubatçı medya patronları Asil Nadir ve Cem Uzan imparatorluğu çökertildi.
5’li çete diye anılan TOBB, DİSK, Türk-İş, TİSK, TESK gibi sivil toplum kuruluşlarının başkan ve yönetimleri tamamen el değişti.
Bu kadarla da kalınmadı, yetinilmedi. Milli derin devlet eliyle AKP iktidarını kontrol altına almayı başaran Erbakan ülkeyi Milli Görüş doğrultusunda yönetmeyi başardı.
Bu süreçte Çankaya, TBMM Başkanlığı, Başbakanlık, Bakanlıklar, YÖK, Üniversiteler, bürokrasi İsrail güdümlü mihrakların kontrolünden çıkartılıp milli devletin hâkimiyetine geçti.
2010 yılında yapılan kısmi Anayasa değişiklikleri ile ilgili Referandum sonrası düzenlenen yasal değişiklikler sonucunda yargıdaki hile rejimi ve köle düzeni unsurları etkisizleştirildi.
AYM, HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay gibi yüksek yargı kurumlarının içyapısı yeniden dizayn edilerek millileştirildi.
En sonunda Ergenekon yargı soruşturması ile 300 yıllık İttihat ve Terakki kökenli kadim Sabetayist derin devletine çok büyük darbeler indirildi.
Balyoz yargı soruşturmasını yürüten mahkemenin aldığı karar sayesinde TSK içerisindeki İsrail güdümlü statükocu, darbeci, cuntacı yapılanma tasfiye edildi.
En önemlisi de 28 Şubat sürecine yönelik başlatılan yargı soruşturması çerçevesinde dalga dalga yapılan operasyonlarda dönemin tüm kuvvet komutanları ile birlikte toplamda 62 kişi tutuklandı.
Geçtiğimiz hafta ise dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı gözaltına alınıp sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı.
Şimdi gelelim asıl sorulması gereken soruya.
Erbakan’ın başbakanlığındaki Refah-Yol iktidarına karşı başlatılan 28 Şubat sürecinin tüm aktörlerinden hesap soran devlet hangi devlet?
Erbakan ve Milli Görüş’e yapılan haksızlıkların, mesnetsiz suçlamaların, iftira kampanyalarının arkasındaki aktörlerin yakasına yapışarak sorgulayan güç, irade, odak kim?
Erbakan hayatta olmamasına rağmen, ona yapılan zulümlerin müsebbiplerine yaptıklarının bedelini çok ağır ödeten derin devlet nasıl bir zihniyet tarafından idare ediliyor?
Elbette Erbakan’a yapılan haksızlıkların hesabının Dünya Siyonizm’i, İsrail, ABD, NATO, MOSSAD, CIA, Gladıo ya da Kripto Yahudiler tarafından görüldüğünü düşünmek için ancak onlardan olmak gerek.
Bu soruların cevabını bulmak için çok yüksek bir siyasi deha veya üstün akıl sahibi olmaya gerek yok. Basit ancak mantıklı bir varsayımla yola çıkmak yeterli.
Şöyle ki;  Öncelikle Erbakan’a yapılan zulümlerin, haksızlıkların hesabını ancak onun davası Milli Görüşe samimiyetle inanmış, benimsemiş, özümsemiş; Erbakan’ın düşünce ve fikirlerini kendisine rehber edinmiş, Erbakan’ın hedef ve ideallerini içselleştirmiş olan bir derin güç, odak ya da devlet gücü sorabilir.
Bunun anlamı Milli Görüşün bir devlet politikası olduğu gerçeğidir.
Milli Gazete yazarı Zeki Ceyhan da, 04 Ocak 2013 tarihinde “ Derin devletler!” başlıklı köşe yazısında Başbakan Erdoğan’ın dinlenmesi ile ilgili değerlendirmelerde bulunurken bu gerçeğe şöyle dikkat çekiyordu:
“Bize de, “derin devlet” şüphesi daha yakın geliyor!
 Ama derin devleti tek kalemde ele almayı doğru bulmuyoruz!
 Belki “derin devletlerden” söz etmek daha doğru olabilir diye düşünüyoruz!
Çünkü bize öyle geliyor ki artık tek “derin devlet” yok!
Evet, karşımızda bir değil birden fazla derin devlet bulunuyor!”
Milli Görüş lideri Erbakan da bu gerçeği şu şekilde açıklıyordu:
“ Biz bu ülkede hiçbir zaman iktidardan inmedik. İstensin ya da istenmesin 40 yıldır bu ülkede fiilen iktidardayız. Şimdi sıra hukuki iktidar olmaya geldi.”
Bu ülkede gerçek derin güç/iktidar daima Erbakan ve Milli Görüştü.
Günümüzde ise milli devlet legalleşip resmi devlet haline geldiği için Milli Görüşün bir devlet politikası olma süreci tamamlanmış bulunmaktadır.
Milli Görüş hukuki olarak iktidarda bulunduğu için İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, Milli Görüş merkezli büyük değişim ve dönüşüm mücadelesini  “Ergenekon Davası 100 yıllık bir hesaplaşmadır” şeklinde izah etmeye çalışıyor.
Ümit Kocasakal’da ki bu keskin siyasi ferasetin yarısı Milli Görüş ile birlikte Muhafazakâr / İslamcı denilen kesimlerde de olmuş olsa bu ülkede her şey günümüzden çok daha güzel ve farklı olabilirdi.


 EL-AZİZİ /  Mesud Akgül

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder