26 Kasım 2014 Çarşamba

Müminler ancak kardeştir, Neden mümin mümine silah çekmez diyemiyoruz . Neden Biriz Bir Ümmetiz Diyemiyoruz

Allah Resulü içimizdeki şeytana karşı 
koymaya büyük cihat demişti.
 Allah Resulü buyurdular: Allah'ın en çok sevdiği kulu, diğer kullarının hayır ve iyiliğini en çok isteyendir.
Şu büyük cihadı halledebilsek demektir ki aramızdaki husumetler bitecek.
Akan Müslüman kanları duracak, sıkıntılar, göçler sona erecek...
En önemlisi zillet ve esaret altına girmeyeceğiz.
Ortadoğu’da kimlerin kimlerle savaştığını görüyorsunuz.
IŞİD tarafı da senden, PYD tarafı da senden.
Gökten inen bombaların her halükârda hedefi Müslümanın malı ve canıdır.
Ne hallere düştük değil mi?
Secdeden başını kaldırınca yaka paça olmuş Müslümanlar...
Küffar gülüyor, biz ağlıyoruz...
İşte hep o helal mi, haram mı demeden maddi ve fikri planında beslenmemiz.
Beynimizi, kalbimizi dolaşan haram hücreler kötülüklere doğru bizi itiyor.
İhtilafımızdan gâvur istifade ederek bizi sömürüyor, güdüyor, tutuşturuyor...
Biliyor musunuz namazlı olduğu söylenen Barzani, “Kürt Kürde silah çekmez” diyor.Bir başkası ne mutlu Türküm diyor.
Neden Biriz Bir Ümmetiz Diyemiyoruz,
Belki de nasip işidir.
Dua ile yürekleri birleştirelim 
Bu konuda söylenecek çok şey vardır. İslam tarihinden bugüne ışık tutan çok hadise vardır. Bu ayetlerin tefsirinde ve hadislerin şerhinde söylenecek çok söz vardır. Ama şu an İslam beldelerinde akan kardeş kanının dinmesi için dua etmek zamanı. 

Manzara iyi değil. İslam’ı karalıyor bu görüntü. İslam’a zarar veriyorlar. Kuran’a eziyet ediyorlar. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ümmetliğine yakışmayan hadiselere şahit oluyoruz. Müslümanlar olarak tespih taneleri gibi dağıldığımız için kanı durduramıyoruz. İslam bunu hak etmiyor. Çocuklarımız bunu hak etmiyor.

Halid bin Velid’lerin (r.a.)

Dua etmeliyiz. Seherlerde ellerimizi açmalıyız. Yüce Rabbin bir kurtuluş yolu açması için dua etmeliyiz.

İnsaflı olmalıyız. Yaraları sarmalıyız. Hz. Ali’nin kendisine karşı savaşan sahabe ile ilgili sözünü unutmamalıyız:
Bunlar bize karşı haksızlık eden kardeşlerimizdir.”Hz. Ali aileyi bozmuyor. Rakiplerine “kardeşlerim” diyor. Onların savaşlarında bile onur vardı. 

Rakiplerinin şeref ve onuruna saygı vardı.


HUCURAT 9-10
9- Eğer müminlerden iki grup savaşırlarsa, aralarını düzeltin. Biri diğerine saldırırsa, saldıranla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer dönerse, (barış ortamı oluşursa) artık aralarını adaletle düzeltin ve adil davranın. şüphesiz, Allah adil olanları sever.

10- şüphesiz, müminler kardeştirler. çyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah'tan sakının ki merhamet olunasınız.


İslamî kardeşliğin önemi:
 Şüphesiz, müminler kardeştirler."
 Ayetinde olduğu gibi İslamî kardeşlik bu dinin temel şiarlarındandır; çok derin ve manalıdır.

Diğerleri kendi meslektaşlarına derin sevgi ve alakalarını belirtmek istediklerinde onları "arkadaş" olarak nitelendirirler. Fakat İslam Müslümanların sevgi bağlarını o kadar ileri ve derin bir manaya bürümüştür ki, iki insan arasında olabilecek en sağlam ve en derin bağ ve diğer yönüyle her ikisinin de aynı düzey ve eşitlik hakları olduğu bir husus olarak görmekte ve birbirleriye olan bu irtibatı "iki kardeş" olarak nitelemektedir.



İslam'ın bu temel esası üzerine Müslümanlar her ırktan, kabileden, dilden ve yaştan olmak üzere birbirlerine karşı derin bir kardeşlik duygusu içerisindedirler. Biri doğuda diğeri batıda olsa dahi durum böyledir. Hacda Müslümanlar dünyanın dört bir yanından gelerek tevhit merkezinde buluşmaktadır. Müslümanların birbirleriyle olan bu yakınlığı net bir şekilde görülmektedir.

Başka bir ifadeyle İslam bütün Müslümanları tek bir aile olarak görmekte ve herkesi kardeş olarak nitelemektedir. Bütün hepsine birbirinin bacı-kardeşi olarak hitap etmektedir. Sadece slogan noktasında değil uygulamada da birbirleriye bacı-kardeştirler.

Rivayetlerde de bu konu üzerinde önemle durulmuştur. çzellikle de bu hususun ameli boyutu üzerinde yoğunlaşılmıştır. çrnek olarak birkaç önemli hadisi aşağıda zikredeceğiz:

1- Peygamber'den nakledilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:"Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir. Asla ona zulüm etmez, ona yardımdan el çekmez ve onu olaylar karşısında yalnız başına bırakmaz."[2]

2- Yine başka bir hadiste Peygamber'den şöyle nakledilmiştir: "İki din kardeşin durumu, birbirini yıkayan iki el konumu gibidir."[3]

3- İmam Cafer Sadık'tan(a.s) şöyle nakledilmiştir:"Mümin, müminin kardeşidir, bir bedendeki can gibidirler. Eğer uzuvlarından biri ağrıyacak olsa, bu ağrıyı bedenin diğer uzuvları da hisseder ve o ikisinin ruhu bir ruhtandır."[4]

4- İmam Caferi Sadık'tan(a.s) nakledilen bir diğer hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: "Mümin müminin kardeşidir, onun gözü ve kılavuzudur. Asla ona ihanet etmez, kesinlikle ona zulüm etmez, onu kandırıp ikiyüzlülük etmez ve ona verdiği hiçbir vaatten kesinlikle dönmez."[5]

Meşhur İslami kaynaklarda, müminin Müslüman kardeşine olan hakları, müminlerin birbirleri hakkındaki çeşitli hakları, müminlerin mümin kardeşini ziyaretinden dolayı aldığı sevap, el sıkışma, kol-boyun olma, birbirlerini hatırlama, onların kalplerini hoşnut etme, özellikle onların ihtiyaçlarını giderme, onların bu isteklerini yerine getirme doğrultusunda çalışıp-çabalama, kalplerinden kederlerini silip-süpürme, elbise ihtiyaçlarını giderme, saygı ve ikramda bulunma hususlarında birçok rivayet nakledilmiştir ki, bunların önemli bölümlerini "Usul-u Kâfi" kitabının farklı bablarında yukarıdaki unvanlar altında mütalaa etmek mümkündür.

6- Bu konunun son bölümünde Peygamber (s.a.a) bir Müslüman'ın kendi Müslüman kardeşine karşı olan otuz hakkı olduğunu beyan etmiştir ve bu hadis konu hakkında en kapsamlı ve en geniş hadistir. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Müslüman'ın Müslüman kardeşi üzerinde otuz hakkı vardır ve bu hakları eda etmediği veya Müslüman kardeşi onu affetmediği müddetçe bu hakları yerine getirmiş sayılmaz:Onun hatalarını affetmesi, sıkıntılarında ona karşı şefkatli olması, onun sırlarını gizlemesi, yanlışlarını düzeltmesi, mazeretini kabul etmesi, onu kötüleyenlerin karşısında onu savunması,  her zaman onun hayrını istemesi, onunla dostluğunu koruması, onun ahdine riayet etmesi, hastalandığında onu ziyaret etmesi ve ölümünde cenazesinin teşyi edilmesine katılması.Onun davetine icabet etmesi, hediyesini kabul etmesi, hediyesine karşılık vermesi, iyiliğinden dolayı teşekkür etmesi, ona yardım etmeye çalışması, onun namusunu koruması, onun ihtiyacını gidermesi, isteğine şefaat etmesi, hapşırdığında ona hayır duada bulunması.Kaybetmiş olduğunu bulması için yol göstermesi, selamına cevap vermesi, söylediğini hoş görmesi, yeminlerini doğrulaması, onun dostu ile dost olup düşmanlık etmemesi, ona mazlum veya zalim iken yardım etmesi, zalim iken yardım etmenin anlamı onun zulmüne engel olmaktır. Mazlum iken yardım etmenin anlamı ise hakkını almada ona yardımcı olmaktır.Zorluklar karşısında onu yalnız bırakmaması, kendisi için istediği güzellikleri onun içinde istemesi ve kendisi için istemediği kötülükleri onun için de istememesidir.”[6]

Her halükarda, Müslümanların birbirilerine karşı olan haklarından birisi, yukarıdaki ayetler ve rivayetlerde tertip üzere geldiği gibi aralarında kırgınlık olan iki mümine yardım edip işlerini düzeltmektir.


[1] "Taifatanı" kelimesi iki kişi içindir. Ancak "iktetelu" kelimesi çoğul olarak gelmiştir. çünkü her bir kabile bir topluluktan oluşmaktadır.
[2]el-Muheccetu'l-Beyza c.3 s.232.
[3]el-Muheccetu'l-Beyza c.3 s.319.                                             
[4]Usul-u Kafi c.2 s.133.
[5]Usul-u Kafi c.2 s.133.
[6] Biharu'l-Envar c.74, s.236.

Erdoğan’dan tarihe geçecek İslam Dünyası özeleştirisi

Erdoğan’dan tarihe geçecek İslam Dünyası özeleştirisi


Cumhurbaşkanı adayı ve Başbakan Erdoğan, İsrail’in Gazze saldırılarına dair, “Dünyayı suçlamak işin en kolay tarafı. Dünya susarken, Batı susarken maalesef İslam dünyası da susuyor” dedi.
Cumhurbaşkanı adayı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Herkesin çok iyi bildiğini bir kez daha hatırlatıyoruz: Müslümanlar kardeştir. Kardeşler arasında sulhü sağlamak için de bugüne kadar yaptığımız gibi bugün de samimiyetle çırpınıyoruz” dedi.
Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen “Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi Toplantısı”ndaki konuşmasına, ramazan ayında böyle bir anlamlı toplantının İstanbul’da gerçekleşiyor olmasının, umutların yeşermesine vesile olması temennisinde bulunarak başladı.
“Sizler için, tüm İslam dünyası için İslam bilginleri açısından sorumluluğumuzun idrakı içerisinde, inşallah buradan çok çok farklı bir sonuç bildirgesi çıkar” diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu son derece anlamlı toplantıyı tertip eden ilgili Başbakan Yardımcılığımıza, Diyanet İşleri Başkanlığımıza teşekkür ediyor, katıldığınız ve vereceğiniz katkılar için her birinize şahsım, milletim adına şükranlarımı sunuyorum. Rabbim, bu anlamlı toplantıyı, bereketli kılsın. Rabbim, bu toplantıyı İslam coğrafyasında akan kanın durmasına refaha, barışa ve kardeşliğe inşallah vesile eylesin diyorum.” 
Başbakan Erdoğan, Hucurat suresinin 10. ayetini okuyarak, “Allah Celle Celalühü, ayrım gözetmeksizin, tüm Müslümanlara, az önce de dinledik, şunu emrediyor: ‘Müminler ancak kardeştirler. Kardeşlerinizin arasında sulhü sağlayın, barışı sağlayın, Allah’tan korkup sakının ki esirgenirsiniz.’ Değerli kardeşlerim, uluslararası bu toplantılarda hep bu ayeti dinleriz. Bunun üzerinde değerlendirmeleri de yaparız fakat gel gör ki İslam alemi içerisinde bunun neticelerini, tesirini hala göremedik, alamadık, alamıyoruz. Şu anda Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta, Filistin’de, Myanmar’da, Patani’de yaşanan bu. İslam dünyasının neresine bakarsanız bakın yaşanan bu” diye konuştu.
“Müslümanlar kardeştir”
Orta Afrika’ya da gidildiğinde aynı şeyin görülebileceğinin altını çizen Erdoğan, “Türkiye olarak asırlar boyunca yaptığımız gibi bugün de işte bu ilahi emrin gereğini yerine getirmenin mücadelesini veriyoruz. Herkesin çok iyi bildiğini, bir kez daha hatırlatıyoruz: Müslümanlar kardeştir. Kardeşler arasında sulhü sağlamak için de bugüne kadar yaptığımız gibi bugün de samimiyetle çırpınıyoruz. Burada alemlere rahmet olarak gönderilmiş Hazreti Resul’ün, sallalahu aleyhivesellem, şu hadisini de özellikle hatırlatmak istiyorum. ‘Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona hıyanet etmez, yalan söylemez ve onu sahipsiz bırakmaz. Müslümanın her şeyi, malı, ırzı, kanı Müslümana haramdır. Takva, işte burada kalptedir. Bir kişiye, Müslüman kardeşine hakaret etmesi, kötülük olarak yeter” ifadelerini kullandı.
Erdoğan, Hucurat suresindeki o ayeti ve onunla aynı manayı ihtiva eden başka ayetlerin, kendileri ve salondakilerin dışında, tüm İslam dünyasının hayatları boyunca sayısız kez okunduğunu ve duyulduğunu anlatarak, “Hazreti Nebi’nin Müslümanların kardeş olduğunu, Müslümanların ırzının, malının, kanının yek diğerine haram olduğunu ifade eden hadisini de aynı şekilde tüm Müslümanlar işittiler. Kuran’a, Hazreti Peygamber’e iman ettiğimiz için bizler Müslümanız. Bizler ‘semiğne ve ateğna’ yani ‘duyduk ve itaat ettik’ demiş, böyle ahitte bulunmuş, böyle söz vermiş insanlarız. Kuran’ın emri ortadayken, Hazreti Nebi’nin hayat pratiği ve tavsiyeleri bu kadar açıkken, İslam coğrafyasının ve Müslümanların bugün yaşadıklarını izah etmek, gerçekten akılla ve vicdanla mümkün değildir” değerlendirmesinde bulundu.
Mevcut manzarayı, yaşananları hem anlamakta hem de anlamlandırmakta zorluk çektiklerine dikkati çeken Erdoğan, şunları söyledi:
“Bir adam, üzerine kilolarca bombayı bağlıyor, gidiyor bir camide, mescitte ibadet edenlerin ya da bir türbede dua edenlerin içinde patlatıyor. Bu acımasızca katliamı işleyen, kendisini Müslüman olarak tarif ediyor ve bu fiili işlerken de tekbir getiriyor. Camide, mescitte, türbede şehid olanların Müslüman olduklarından zaten şüphemiz yok. Örgütler kuruluyor ve bu örgütler kendilerine bir takım İslami etiketler takıyorlar. Müslüman olduklarını, iddia ediyorlar, cihat yaptıklarını savunuyorlar. Az önce hocalarım, İslam bilginleri ifade ettiler. Zaten cihat mefhumunun net açıklığa kavuşması lazım. ‘Fetih’ kelimesinin net açıklığa kavuşması lazım. ‘Cidal’ kelimesinin net açıklığa kavuşması lazım. Acaba bu mefhumlar, bu kavramlar nedir? Bunun içeriğinin ortaya konulması lazım.”
“Ortadoğunun her karışında şu anda kan akıyor”
Başbakan Erdoğan, söz konusu örgütlerin gidip Müslüman kardeşlerine saldırdıklarını ifade ederek, “Müslüman kardeşlerini katlediyorlar. Ortadoğunun her karışında şu anda kan akıyor. Ne kadar acıdır ki akan kan, Müslüman kanıdır. Daha da acıdır ki kan akıtan, Filistin’deki hariç, yine Müslümandır. Şahit olduğumuz, yaşadığımız manzaranın inanın hiçbir şekilde telifi yoktur. Ulemadan birisiyle bir görüşmem, konuşmam oldu. İslam dünyasında belli ağırlığı var, tabii isim vermeyeceğim, mezhebi noktadaki durumunu söylemeyeceğim. Ama bu toplantıyı ben bir özeleştiri toplantısı olarak görmek istiyorum. İslam bilginleri burada kendi özeleştirinizi, kendi özeleştirimizi yapmamız lazım. Bizim nerede yanlışımız var?” diye konuştu.
200 bin insanın öldürüldüğü bir yerde öldürenleri “samimi”, ölenleri ise ama, maalesef “bunu hak ettiler” diye tanımlamanın bir İslam bilginine yakıştığını kabul etmenin mümkün olmadığını dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti:
“Buradaki tespit şu, öldürenin İsrail karşıtı olduğunu söylemek, bizi haklı kılmaz. Öldürülenlerin İsrail’e bakış açısı, acaba o öldürenden farklı mı? Suriye’yi söylüyorum. Asla değil. Onların da bakışı aslında aynı. Ama bakın şu anda 200 bin insan, bombalar yağdırılmak suretiyle öldürülüyor. Şu anda ülkemde 1 milyon 150 bin Suriyeli mülteci var ve biz onlara ev sahipliği yapmaya çalışıyoruz. Son zamanlarda, bazı sıkıntılar yaşanıyor. Çünkü olay artık farklı zemine doğru kayıyor. Aynı şekilde Lübnan, bunun sıkıntısını yaşıyor, Ürdün aynı şekilde bunun sıkıntısını yaşıyor. Kardeşlerim yaşanan manzara, ilahi kitapta yeri olmadığı gibi ilahi kitap tarafından da şiddetle yasaklanmıştır. Yaşanan manzara Hazreti Peygamber’in hayatında olmadığı gibi Resulü Ekrem tarafından şiddetle sakınmamızın tavsiye edildiği bir manzaradır. Yeryüzündeki tüm Müslümanların, tüm Müslüman alim ve kanaat önderlerinin bir anlığına durup samimi bir kalple, ‘bize ne oldu, bize ne oluyor’ diye sormalarının vakti gelmiştir ve geçmektedir.”
Dünyayı suçlamak işin en kolay tarafı
Başbakan Erdoğan, dünyayı suçlamanın işin en kolay tarafı olduğunu belirterek, Dünya susarken, Batı susarken maalesef İslam dünyası da susuyor” dedi.
“Filistin olayından memnun olan İslam ülkeleri var, çünkü memnun olmasalar onlar da müdahil olurlar”ifadelerini kullanan Erdoğan, konuşmasını şöye sürdürdü:
“Filistin’de yaşanan, bir mezhep çatışması olmadığı için, bir Şii-Sünni çatışması olmadığı için, oradaki can alıcı mesele maalesef İslam dünyasının da ilgisini çekmiyor. İşte burası yaralayıcı. Oysa hepimiz biliyoruz ki Filistin’de bizim çocuklarımız, bizim yavrularımız ölüyor. Filistin’de bizim özbeöz kardeşlerimiz şehit ediliyor. Filistin’de insanlık ölüyor, insanlık onuru ölüyor. Özellikle de Müslümlanların izzeti, şerefi ölüyor. Bakın daha ileri gidiyorum; kim ne derse desin, bizim için önemli olan Rabbimizin rızasını kazanmaktır, kulların rızasını değil.”
“İslam dünyası dik dursaydı…”
Başbakan Erdoğan, “Biz Filistin’in 1948′den beri yaşadığı çile için kıvranırken, ardından hatırlayın, Afganistan çıktı. Afganistan’a Lübnan eklendi. Lübnan’a, Irak eklendi. Irak’a Suriye, Mısır, Somali, Açe, Myanmar eklendi. Filistin meselesinde, İslam dünyası dik dursaydı belki Afganistan olmayacaktı. Afganistan’da sağduyu hakim olsaydı belki de bugün İslam cografyası her yanından kanıyor olmayacaktı”şeklinde konuştu.

Müslümanlar savaşırsa ne yapacağız?
Şöyle düşünün. Bir batılı vatandaş. Batılı ülkelerin nasıl sinsi ve menfaatçi bir politika uyguladığını bilmiyor. Pragmatist, makyavelist, çirkin, fırsatçı, benmerkezci, ikiyüzlü ve utanmaz bir dünyanın baş aktörlerinin bu ülkeler olduğunu bilmiyor. Bu politikanın kurbanlarının ise İslam ülkeleri olduğunu da bilmiyor.
Televizyonunu açıyor. Bir haber kanalını. Mısır'da iç savaş var. Kan dökülüyor. Suriye'de işlenen vahşet dehşete düşürür tarzda. Afganistan'daki savaş aynı hızıyla devam ediyor. Filistin'de bombalar patlıyor. Tunus, Cezayir, Yemen kaynıyor. Irak malum.
Bu batılı -diyelim ki saf niyetli adam- ne düşünecek. "Neden bütün karışıklıklar, kavgalar, kaos ve kargaşa İslam ülkelerinde" diyecek tabii. Aslında istenen de buydu zaten. Müslümanları kan dökenler olarak göstermek. İslam'ı ise terör ve kargaşa dini olarak takdim etmek.
Ekonominiz, teknolojiniz, askeri gücünüz, paranız, sermayeniz, petrolünüz, zenginlikleriniz ve caydırıcı gücünüz istenen noktada değilse sömürgeci devletlerin oyuncağı olursunuz. Bugün İslam ülkelerinde olduğu gibi.
 
***

Peki bir Müslüman olarak bu manzaraya nasıl bakmalıyız. Kuran-ı Kerim bu manzara için ne buyuruyor.
Hucurat suresinin 9 ve 10. ayeti böyle bir durumda nasıl bir yolun takip edileceğini bildiriyor. Bu iki ayet şöyledir:
"Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever.
Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz."
Bu ayete göre iki Müslüman grup savaşınca onların arasını bulmaya gayret etmek gerekiyor. Kanı durdurmak için gayret etmek, seyirci olmamak gerekiyor. Bütün barış çabalarına rağmen taraflardan biri buna yanaşmıyorsa saldırgan olanla ateşkes ve barış sağlayıncaya kadar savaş da dahil olmak üzere mücadeleye müsaade ediliyor. Bu mücadele imha niyetiyle değil, adalete zorlamak niyetiyle olmalıdır. Şayet iki taraf savaşı bırakırlarsa aralarını adaletle ıslah etmek gerekmektedir. Çünkü dinde esas olan barıştır. Silahsızlanmadır. Silmdir.
İmamı Azam'ın
 (Ebu Hanife) Emeviler'e karşı ayaklanan İmam Zeyd'in yanında yer alması;Halife Mansur'a karşı Nefsi Zekiyye'nin mücadelesine destek olması bu ayeti böyle anladığının belgesidir. 10. ayette ise "Müminler kardeştir" deniyor. Müslümanlar bir ailenin bireyleri olarak ilan ediliyor. Bundan ötürü de Hz. Peygamber (s.a.v.) hadisiyle uyarıyor:
"İki Müslüman birbirlerine kılıç çektiği zaman öldüren de, ölen de cehennemdedir."Sahabeden
 Ebu Bekre (r.a.) soruyor: Ey Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) öldürenin durumu ortada peki ölen neden cehennemdedir!
Hz. Peygamber (s.a.v.) cevap buyuruyor: Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu. (Buhari, İman, 22: Diyat, 2, Fiten,10: Müslim, Kasame, 33)
 

Dua ile yürekleri birleştirelim
 

Bu konuda söylenecek çok şey vardır. İslam tarihinden bugüne ışık tutan çok hadise vardır. Bu ayetlerin tefsirinde ve hadislerin şerhinde söylenecek çok söz vardır. Ama şu an İslam beldelerinde akan kardeş kanının dinmesi için dua etmek zamanı. Manzara iyi değil. İslam'ı karalıyor bu görüntü. İslam'a zarar veriyorlar. Kuran'a eziyet ediyorlar. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ümmetliğine yakışmayan hadiselere şahit oluyoruz. Müslümanlar olarak tespih taneleri gibi dağıldığımız için kanı durduramıyoruz. İslam bunu hak etmiyor. Çocuklarımız bunu hak etmiyor. Müslümanlar birbirini anlayacak durumda değil. Aralarına kin serpiştirilmiş. İçimiz acıyor. İslam beldeleri talan ediliyor.
 Halid bin Velid'lerin (r.a.), İmamı Şafilerin, İmamı Azamların, Mevlana Halidlerin, Selahaddin-i Eyyubilerin mekânlarında bu cinayetler işleniyor.
Dua etmeliyiz. Seherlerde ellerimizi açmalıyız. Yüce Rabbin bir kurtuluş yolu açması için dua etmeliyiz.
İnsaflı olmalıyız. Yaraları sarmalıyız.
 Hz. Ali'nin kendisine karşı savaşan sahabe ile ilgili sözünü unutmamalıyız:
"Bunlar bize karşı haksızlık eden kardeşlerimizdir."Hz. Ali aileyi bozmuyor. Rakiplerine "kardeşlerim" diyor. Onların savaşlarında bile onur vardı. Rakiplerinin şeref ve onuruna saygı vardı.
Son soru şu:
 Bugün namaz kılanları secdede öldürenleri, insanları kimyasal silahlar da dahil her türlü yolla yok eden kişileri hangi insan sınıfına koyacaksınız? Müslüman mı değil mi? Doğrusu konuşulmaya değer.

Müslümanlar savaşırsa ne yapacağız?
Şöyle düşünün. Bir batılı vatandaş. Batılı ülkelerin nasıl sinsi ve menfaatçi bir politika uyguladığını bilmiyor. Pragmatist, makyavelist, çirkin, fırsatçı, benmerkezci, ikiyüzlü ve utanmaz bir dünyanın baş aktörlerinin bu ülkeler olduğunu bilmiyor. Bu politikanın kurbanlarının ise İslam ülkeleri olduğunu da bilmiyor.
Televizyonunu açıyor. Bir haber kanalını. Mısır'da iç savaş var. Kan dökülüyor. Suriye'de işlenen vahşet dehşete düşürür tarzda. Afganistan'daki savaş aynı hızıyla devam ediyor. Filistin'de bombalar patlıyor. Tunus, Cezayir, Yemen kaynıyor. Irak malum.
Bu batılı -diyelim ki saf niyetli adam- ne düşünecek. "Neden bütün karışıklıklar, kavgalar, kaos ve kargaşa İslam ülkelerinde" diyecek tabii. Aslında istenen de buydu zaten. Müslümanları kan dökenler olarak göstermek. İslam'ı ise terör ve kargaşa dini olarak takdim etmek.
Ekonominiz, teknolojiniz, askeri gücünüz, paranız, sermayeniz, petrolünüz, zenginlikleriniz ve caydırıcı gücünüz istenen noktada değilse sömürgeci devletlerin oyuncağı olursunuz. Bugün İslam ülkelerinde olduğu gibi.
 
***

Peki bir Müslüman olarak bu manzaraya nasıl bakmalıyız. Kuran-ı Kerim bu manzara için ne buyuruyor.
Hucurat suresinin 9 ve 10. ayeti böyle bir durumda nasıl bir yolun takip edileceğini bildiriyor. Bu iki ayet şöyledir:
"Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever.
Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz."
Bu ayete göre iki Müslüman grup savaşınca onların arasını bulmaya gayret etmek gerekiyor. Kanı durdurmak için gayret etmek, seyirci olmamak gerekiyor. Bütün barış çabalarına rağmen taraflardan biri buna yanaşmıyorsa saldırgan olanla ateşkes ve barış sağlayıncaya kadar savaş da dahil olmak üzere mücadeleye müsaade ediliyor. Bu mücadele imha niyetiyle değil, adalete zorlamak niyetiyle olmalıdır. Şayet iki taraf savaşı bırakırlarsa aralarını adaletle ıslah etmek gerekmektedir. Çünkü dinde esas olan barıştır. Silahsızlanmadır. Silmdir.
İmamı Azam'ın
 (Ebu Hanife) Emeviler'e karşı ayaklanan İmam Zeyd'in yanında yer alması;Halife Mansur'a karşı Nefsi Zekiyye'nin mücadelesine destek olması bu ayeti böyle anladığının belgesidir. 10. ayette ise "Müminler kardeştir" deniyor. Müslümanlar bir ailenin bireyleri olarak ilan ediliyor. Bundan ötürü de Hz. Peygamber (s.a.v.) hadisiyle uyarıyor:
"İki Müslüman birbirlerine kılıç çektiği zaman öldüren de, ölen de cehennemdedir."Sahabeden
 Ebu Bekre (r.a.) soruyor: Ey Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) öldürenin durumu ortada peki ölen neden cehennemdedir!
Hz. Peygamber (s.a.v.) cevap buyuruyor: Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu. (Buhari, İman, 22: Diyat, 2, Fiten,10: Müslim, Kasame, 33)
 

Dua ile yürekleri birleştirelim
 

Bu konuda söylenecek çok şey vardır. İslam tarihinden bugüne ışık tutan çok hadise vardır. Bu ayetlerin tefsirinde ve hadislerin şerhinde söylenecek çok söz vardır. Ama şu an İslam beldelerinde akan kardeş kanının dinmesi için dua etmek zamanı. Manzara iyi değil. İslam'ı karalıyor bu görüntü. İslam'a zarar veriyorlar. Kuran'a eziyet ediyorlar. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ümmetliğine yakışmayan hadiselere şahit oluyoruz. Müslümanlar olarak tespih taneleri gibi dağıldığımız için kanı durduramıyoruz. İslam bunu hak etmiyor. Çocuklarımız bunu hak etmiyor. Müslümanlar birbirini anlayacak durumda değil. Aralarına kin serpiştirilmiş. İçimiz acıyor. İslam beldeleri talan ediliyor.
 Halid bin Velid'lerin (r.a.), İmamı Şafilerin, İmamı Azamların, Mevlana Halidlerin, Selahaddin-i Eyyubilerin mekânlarında bu cinayetler işleniyor.
Dua etmeliyiz. Seherlerde ellerimizi açmalıyız. Yüce Rabbin bir kurtuluş yolu açması için dua etmeliyiz.
İnsaflı olmalıyız. Yaraları sarmalıyız.
 Hz. Ali'nin kendisine karşı savaşan sahabe ile ilgili sözünü unutmamalıyız:
"Bunlar bize karşı haksızlık eden kardeşlerimizdir."Hz. Ali aileyi bozmuyor. Rakiplerine "kardeşlerim" diyor. Onların savaşlarında bile onur vardı. Rakiplerinin şeref ve onuruna saygı vardı.
Son soru şu:
 Bugün namaz kılanları secdede öldürenleri, insanları kimyasal silahlar da dahil her türlü yolla yok eden kişileri hangi insan sınıfına koyacaksınız? Müslüman mı değil mi? Doğrusu konuşulmaya değer.

Müslümanlar savaşırsa ne yapacağız?
Şöyle düşünün. Bir batılı vatandaş. Batılı ülkelerin nasıl sinsi ve menfaatçi bir politika uyguladığını bilmiyor. Pragmatist, makyavelist, çirkin, fırsatçı, benmerkezci, ikiyüzlü ve utanmaz bir dünyanın baş aktörlerinin bu ülkeler olduğunu bilmiyor. Bu politikanın kurbanlarının ise İslam ülkeleri olduğunu da bilmiyor.
Televizyonunu açıyor. Bir haber kanalını. Mısır'da iç savaş var. Kan dökülüyor. Suriye'de işlenen vahşet dehşete düşürür tarzda. Afganistan'daki savaş aynı hızıyla devam ediyor. Filistin'de bombalar patlıyor. Tunus, Cezayir, Yemen kaynıyor. Irak malum.
Bu batılı -diyelim ki saf niyetli adam- ne düşünecek. "Neden bütün karışıklıklar, kavgalar, kaos ve kargaşa İslam ülkelerinde" diyecek tabii. Aslında istenen de buydu zaten. Müslümanları kan dökenler olarak göstermek. İslam'ı ise terör ve kargaşa dini olarak takdim etmek.
Ekonominiz, teknolojiniz, askeri gücünüz, paranız, sermayeniz, petrolünüz, zenginlikleriniz ve caydırıcı gücünüz istenen noktada değilse sömürgeci devletlerin oyuncağı olursunuz. Bugün İslam ülkelerinde olduğu gibi.
 
***

Peki bir Müslüman olarak bu manzaraya nasıl bakmalıyız. Kuran-ı Kerim bu manzara için ne buyuruyor.
Hucurat suresinin 9 ve 10. ayeti böyle bir durumda nasıl bir yolun takip edileceğini bildiriyor. Bu iki ayet şöyledir:
"Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever.
Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz."
Bu ayete göre iki Müslüman grup savaşınca onların arasını bulmaya gayret etmek gerekiyor. Kanı durdurmak için gayret etmek, seyirci olmamak gerekiyor. Bütün barış çabalarına rağmen taraflardan biri buna yanaşmıyorsa saldırgan olanla ateşkes ve barış sağlayıncaya kadar savaş da dahil olmak üzere mücadeleye müsaade ediliyor. Bu mücadele imha niyetiyle değil, adalete zorlamak niyetiyle olmalıdır. Şayet iki taraf savaşı bırakırlarsa aralarını adaletle ıslah etmek gerekmektedir. Çünkü dinde esas olan barıştır. Silahsızlanmadır. Silmdir.
İmamı Azam'ın
 (Ebu Hanife) Emeviler'e karşı ayaklanan İmam Zeyd'in yanında yer alması;Halife Mansur'a karşı Nefsi Zekiyye'nin mücadelesine destek olması bu ayeti böyle anladığının belgesidir. 10. ayette ise "Müminler kardeştir" deniyor. Müslümanlar bir ailenin bireyleri olarak ilan ediliyor. Bundan ötürü de Hz. Peygamber (s.a.v.) hadisiyle uyarıyor:
"İki Müslüman birbirlerine kılıç çektiği zaman öldüren de, ölen de cehennemdedir."Sahabeden
 Ebu Bekre (r.a.) soruyor: Ey Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) öldürenin durumu ortada peki ölen neden cehennemdedir!
Hz. Peygamber (s.a.v.) cevap buyuruyor: Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu. (Buhari, İman, 22: Diyat, 2, Fiten,10: Müslim, Kasame, 33)
 

Dua ile yürekleri birleştirelim
 

Bu konuda söylenecek çok şey vardır. İslam tarihinden bugüne ışık tutan çok hadise vardır. Bu ayetlerin tefsirinde ve hadislerin şerhinde söylenecek çok söz vardır. Ama şu an İslam beldelerinde akan kardeş kanının dinmesi için dua etmek zamanı. Manzara iyi değil. İslam'ı karalıyor bu görüntü. İslam'a zarar veriyorlar. Kuran'a eziyet ediyorlar. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ümmetliğine yakışmayan hadiselere şahit oluyoruz. Müslümanlar olarak tespih taneleri gibi dağıldığımız için kanı durduramıyoruz. İslam bunu hak etmiyor. Çocuklarımız bunu hak etmiyor. Müslümanlar birbirini anlayacak durumda değil. Aralarına kin serpiştirilmiş. İçimiz acıyor. İslam beldeleri talan ediliyor.
 Halid bin Velid'lerin (r.a.), İmamı Şafilerin, İmamı Azamların, Mevlana Halidlerin, Selahaddin-i Eyyubilerin mekânlarında bu cinayetler işleniyor.
Dua etmeliyiz. Seherlerde ellerimizi açmalıyız. Yüce Rabbin bir kurtuluş yolu açması için dua etmeliyiz.
İnsaflı olmalıyız. Yaraları sarmalıyız.
 Hz. Ali'nin kendisine karşı savaşan sahabe ile ilgili sözünü unutmamalıyız:
"Bunlar bize karşı haksızlık eden kardeşlerimizdir."Hz. Ali aileyi bozmuyor. Rakiplerine "kardeşlerim" diyor. Onların savaşlarında bile onur vardı. Rakiplerinin şeref ve onuruna saygı vardı.
Son soru şu:
 Bugün namaz kılanları secdede öldürenleri, insanları kimyasal silahlar da dahil her türlü yolla yok eden kişileri hangi insan sınıfına koyacaksınız? Müslüman mı değil mi? Doğrusu konuşulmaya değer.


Müslümanlar savaşırsa ne yapacağız?
Şöyle düşünün. Bir batılı vatandaş. Batılı ülkelerin nasıl sinsi ve menfaatçi bir politika uyguladığını bilmiyor. Pragmatist, makyavelist, çirkin, fırsatçı, benmerkezci, ikiyüzlü ve utanmaz bir dünyanın baş aktörlerinin bu ülkeler olduğunu bilmiyor. Bu politikanın kurbanlarının ise İslam ülkeleri olduğunu da bilmiyor.
Televizyonunu açıyor. Bir haber kanalını. Mısır'da iç savaş var. Kan dökülüyor. Suriye'de işlenen vahşet dehşete düşürür tarzda. Afganistan'daki savaş aynı hızıyla devam ediyor. Filistin'de bombalar patlıyor. Tunus, Cezayir, Yemen kaynıyor. Irak malum.
Bu batılı -diyelim ki saf niyetli adam- ne düşünecek. "Neden bütün karışıklıklar, kavgalar, kaos ve kargaşa İslam ülkelerinde" diyecek tabii. Aslında istenen de buydu zaten. Müslümanları kan dökenler olarak göstermek. İslam'ı ise terör ve kargaşa dini olarak takdim etmek.
Ekonominiz, teknolojiniz, askeri gücünüz, paranız, sermayeniz, petrolünüz, zenginlikleriniz ve caydırıcı gücünüz istenen noktada değilse sömürgeci devletlerin oyuncağı olursunuz. Bugün İslam ülkelerinde olduğu gibi.
 
***

Peki bir Müslüman olarak bu manzaraya nasıl bakmalıyız. Kuran-ı Kerim bu manzara için ne buyuruyor.
Hucurat suresinin 9 ve 10. ayeti böyle bir durumda nasıl bir yolun takip edileceğini bildiriyor. Bu iki ayet şöyledir:
"Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever.
Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz."
Bu ayete göre iki Müslüman grup savaşınca onların arasını bulmaya gayret etmek gerekiyor. Kanı durdurmak için gayret etmek, seyirci olmamak gerekiyor. Bütün barış çabalarına rağmen taraflardan biri buna yanaşmıyorsa saldırgan olanla ateşkes ve barış sağlayıncaya kadar savaş da dahil olmak üzere mücadeleye müsaade ediliyor. Bu mücadele imha niyetiyle değil, adalete zorlamak niyetiyle olmalıdır. Şayet iki taraf savaşı bırakırlarsa aralarını adaletle ıslah etmek gerekmektedir. Çünkü dinde esas olan barıştır. Silahsızlanmadır. Silmdir.
İmamı Azam'ın
 (Ebu Hanife) Emeviler'e karşı ayaklanan İmam Zeyd'in yanında yer alması;Halife Mansur'a karşı Nefsi Zekiyye'nin mücadelesine destek olması bu ayeti böyle anladığının belgesidir. 10. ayette ise "Müminler kardeştir" deniyor. Müslümanlar bir ailenin bireyleri olarak ilan ediliyor. Bundan ötürü de Hz. Peygamber (s.a.v.) hadisiyle uyarıyor:
"İki Müslüman birbirlerine kılıç çektiği zaman öldüren de, ölen de cehennemdedir."Sahabeden
 Ebu Bekre (r.a.) soruyor: Ey Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) öldürenin durumu ortada peki ölen neden cehennemdedir!
Hz. Peygamber (s.a.v.) cevap buyuruyor: Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu. (Buhari, İman, 22: Diyat, 2, Fiten,10: Müslim, Kasame, 33)
 

Dua ile yürekleri birleştirelim
 

Bu konuda söylenecek çok şey vardır. İslam tarihinden bugüne ışık tutan çok hadise vardır. Bu ayetlerin tefsirinde ve hadislerin şerhinde söylenecek çok söz vardır. Ama şu an İslam beldelerinde akan kardeş kanının dinmesi için dua etmek zamanı. Manzara iyi değil. İslam'ı karalıyor bu görüntü. İslam'a zarar veriyorlar. Kuran'a eziyet ediyorlar. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ümmetliğine yakışmayan hadiselere şahit oluyoruz. Müslümanlar olarak tespih taneleri gibi dağıldığımız için kanı durduramıyoruz. İslam bunu hak etmiyor. Çocuklarımız bunu hak etmiyor. Müslümanlar birbirini anlayacak durumda değil. Aralarına kin serpiştirilmiş. İçimiz acıyor. İslam beldeleri talan ediliyor.
 Halid bin Velid'lerin (r.a.), İmamı Şafilerin, İmamı Azamların, Mevlana Halidlerin, Selahaddin-i Eyyubilerin mekânlarında bu cinayetler işleniyor.
Dua etmeliyiz. Seherlerde ellerimizi açmalıyız. Yüce Rabbin bir kurtuluş yolu açması için dua etmeliyiz.
İnsaflı olmalıyız. Yaraları sarmalıyız.
 Hz. Ali'nin kendisine karşı savaşan sahabe ile ilgili sözünü unutmamalıyız:
"Bunlar bize karşı haksızlık eden kardeşlerimizdir."Hz. Ali aileyi bozmuyor. Rakiplerine "kardeşlerim" diyor. Onların savaşlarında bile onur vardı. Rakiplerinin şeref ve onuruna saygı vardı.
Son soru şu:
 Bugün namaz kılanları secdede öldürenleri, insanları kimyasal silahlar da dahil her türlü yolla yok eden kişileri hangi insan sınıfına koyacaksınız? Müslüman mı değil mi? Doğrusu konuşulmaya değer.
Nihat Hatipoğlu

************

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri insanın şu dünyadaki baş düşmanı olan şeytanın, insanların bir birine karşı muhabettini kırmak, "Mü'minler ancak kardeştir.

Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ında da geçen o sözleri;
Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır.
Bu üç düşmana karşı; sanat, marifet, ittifak silahiyle cihad edeceğiz.

Mü'minler ancak kardeştir
Hucurat Suresi 10.Ayeti kerimesine uygun hareket etmelerini engellemek için türlü türlü hilelere başvurduğunu ifade ederek. Bu hilenin ne olduğunu ve nasıl bu hileden kurtulacağımızı Lem'alar isimli eserinde telif etmiş, biz de aynen o uyarıyı neşrediyoruz.

***

İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü'minin bir tekseyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü'mine adavet ederler.

Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a'mal-i mükellefini tarttığı zaman,hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler.

Hem seyyiatın esbabı çok ve vücudları kolay olduğundan, bazan bir tek hasene ile çok seyyiatını örter. Demek bu dünyada, o adalet-i İlahiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lazımdır.

Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zatın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü'min kardeşine adavet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. Öyle de insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur; mü'min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad aleti olur.
Nursi Hazretleri bu güzel ahlakı kazanma yönünde şu tavsiyede bulunur:

“Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte(insanların değer vererek yönelmelerinde), hatta menfaat-i maddiye(maddi çıkarlar) gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.
Hatta, en latif(hoş) ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi(iman hakikatini) muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en masumane, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgamlık(bencillik) gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin.
Eğer “Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim” arzunuz varsa, çendan(gerçi) onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mabeyninizdeki(aranızdaki) sırr-ı ihlasa(ihlas sırrına) zarar gelebilir.”

Ayrıca kin beslemenin, düşmanlık etmenin insanın hem kendi nefsine, hem mümin kardeşine, hem de ilahi rahmete zulmettiğini, tecavüz ettiğini söyler. Çünkü insan, kin ve düşmanlıkla nefsini büyük bir azapta bırakır.

Tesanüd, şeytanı müthiş kızdırır. Müminlerin arasındaki tesanüd ve dayanışmayı bozmaya çaba gösteren, aralarını açmaya çalışan bu sinsi düşmana Kur’an-ı Kerim şöyle dikkat çeker:

 “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.” (İsra Suresi, 53)

Şeytanın planlayıp uygulamaya koyduğu sinsi tuzaklarına düşmemek için müminler birbirlerine hatırlatmalarda ve uyarılarda bulunurlar. Gerçek sevgi de budur. Bir mümin ahirette yalnızca kendi vereceği hesabı düşünmez. O, kardeşlerinin de sonsuz mutluluğuna vesile olabilmeyi ister. Bu sevgi herhangi bir dünyevi çıkar kaygısı ile bozulmamış sevgidir, Allah’ın, müminlerin kalplerinde kıldığı bir nimettir.

Uhuvvetin eksikliği ise Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin ifadesiyle muzırdır, zulümdür ve hatta sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için zehirdir. Müslümanların kendi aralarında kardeşliği yaşa-ya-mamaları, İslam’a kalbi ısınacak olanların da uzak durmalarına sebep olur.

Ve aynı şekilde İslam aleminin uhuvvet ve tesanüdü gerçekleştirememesi, bela üzerine bela ve musibet üzerine musibet gelmesinin sebeplerinden en önemlisidir. Bu, Allah’ın ‘uyuyan’ Müslümanları uyandırma yöntemidir.

‘Dün’ İslam alemine bir bela daha yaşattı Allah. Adil olmayan bir kararla “asalım” çığlıkları arasında Bangladeş’de bir Müslümanın- Abdülkadir Molla- daha canı alındı.

İnsan öldürmek çok zor bir şey olduğu halde, bu kadar kolayca yerine getirilmesi, uhuvvet eksikliğinden yaşandı.

Sevgisizliğin ve vahşetin bu seviyeye ulaşmış olması ürkütücüdür. Yanlışlıkla bir adam öldüren Hz. Musa(as), büyük elem yaşamıştı. Kaldı ki buradaki durum, bir Müslümanın bile-isteye canını almaktır.

Sebebi de uhuvvet eksikliğinin verdiği zehirdir. Müslümanların bunca belaya, zorluğa, zulme karşı hala aralarında tesanüdü ve birlik ruhunu yaşayamamalarıdır. Hala birlik olamamalarıdır.

 ‘Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler…’ Hz. Muhammed (asm)

Said Nursi


Şeytanın Hileleri

Yazarı:
Muhyiddin’i Arabî

Bu cep kitabı, Muhyiddin-i Arabi'nin "Seceret'ül Kevn" adlı eserinden iktibas edilmiştir.


Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun... Salat ve selam, efendimiz Emin Peygamber Muhammed'e... Sonra, onun ak aline... ve ashabının tümüne olsun.

İbn-i Abbas (r.a.) Hz.'inden naklen Mu-az b. Cebel rivayet ediyor



Şeytan'ın Hz Muhammed ile konuşması, Şeytanın hileleri, Şeytanın itirafı



- Bir gün Resülullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ensardan birinin evinde toplanmıştık... Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi;

- Ev sahibi... İçerdekiler.. Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek bir işim var.

Bunun üzerine, herkes Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük oydu... izin ondan çıkacaktı. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve:

- "Bu seslenen kimdir, bilirmisiniz?.." Buyurdu... Biz hep birden şöyle dedik:

- En iyi bilen Allah ve Resulüdür. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:

- "O, laîn İblistir. -Şeytandır-. Allah'ın laneti onun üzerine olsun..."

Buyurunca; hemen Hz. Ömer:

- Ya Resülullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.

Dedi... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:

- "Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir.. Öldürmeyi bırak."

Sonra şöyle buyurdu:

- "Kapıyı ona açın gelsin... O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz..."

* * *

Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani Ravi'den. Şöyle anlattı:

- Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu.

Sonra, selam verdi, onun bu selamına Resulullah (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu:

- "Selam Allah'ındır ya laîn..."

Sonra ona şöyle buyurdu:

- "Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?"

Şeytan şöyle anlattı:

- Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:

- "Nedir o mecburiyet?" Şeytan anlattı:

- İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:

- Allah-ü Teala sana emir veriyor: Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl al­dattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o; sana ne sorarsa doğrusunu di­yeceksin.

Sonra... Allah-ü Teala buyurdu ki:

- Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen... seni kül ederim; rüzgar savurur.. Düşmanların önünde, seni rüsvay ederim.

İşte... böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim.

Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düş­manlarım benimle eğlenecek. Şu muhak­kak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.

* * *

Bundan sonra, Resüiullah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle sordu:

- "Madem ki, sözlerinde doğru olacak­sın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?"

Şeytan şu cevabı verdi:

- Sensin, ya Muhammed... Allah'ın ya­rattıkları arasında senden daha çok sevme­diğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki? Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:

- "Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?.." Şeytan anlattı:

- Müttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.

Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şe­kilde devam etti. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu; şeytan anlattı:

- "Sonra kimi sevmezsin?"

- Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli iş­lerden sakınan alimi...

-"Sonra?.."

- Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.

-"Sonra?.."

- Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz... Halinden şikayet et­mez.

- "Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu ne­reden bilirsin?.."

Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu

sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı, onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.

- "Sonra kim?.."

- Şükreden zengin.

- "Peki, ama o zenginin şükreden oldu­ğunu nasıl anlarsın?.."

- Onu görürsem ki, aldığını helal yol­dan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki:

O şükreden bir zengindir.

* * *

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sor­du:

- "Peki, ümmetim namaza kalkınca, se­nin halin nice olur?.."

- Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.

- "Neden böyle olursun; ya laîn?.."

- Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.

- "Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?.."

- O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.

- "Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?.."

- O zaman da, çıldırırım.

- "Peki, ya Kuran okudukları zaman nasıl olursun?.."

- O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eri­yen bir kurşun gibi eririm.

- "Peki, ya sadaka verdikleri zaman ha­lin nasıldır?.."

- Ha, işte... o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu:

- "Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Eba mürre?"

Bunun üzerine İblis:

- Onu da anlatayım...

Dedikten sonra anlatmaya başladı:

- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:

1- Allah-ü Teala, sadaka verenin malına ihsan eyler.

2- O sadaka, veren kimseyi halkına sev­dirir.

3- Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.

4- Allah-ü Teala, belayı, sıkıntıyı ve ah­ları ondan defeder.

* * *

Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sor­du:

- "Ebubekir için ne dersin?.." İblis buna şu cevabı verdi:

- O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?

- "Peki, Ömer b. Hattab için ne der­sin?.."

İblis buna da şu cevabı verdi:

- Allah'a yemin ederim ki, her gördü­ğüm yerde ondan kaçtım.

- "Peki Osman b. Affan için ne dersin?.."

- Ondan utanırım... hem de çok... Na­sıl ki, Rahman'ın melekleri de ondan uta­nırlar. ..

- "Peki, Ali b. Ebutalib için ne dersin..."İblis onun için de şöyle dedi:

- Ah, onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa; ben de kendi başıma kalsam... O, beni bıraksa... ben de onu bıraksam... Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz.

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği ce­vaplar da kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:

- "Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Al­lah'a hamd olsun."

Resülullah (s.a.v.) Efendimiz o cümlesini duyan laîn İblis şöyle dedi:

- Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldık­ça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın?..

Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler, beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki:

Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini... Ümmilerini ve okumuşlarını... Facirlerini ve abidlerini... Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.

Fakat... Allah'ın halis kullarını... Evet, bunları azdıramam.

Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz sordu:

- "Sana göre ihlas sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?.."

Bu suale İblis şu cevabı verdi:

- Bilmez misin? ya Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever... O Allah için bir ihlasa sahip değildir.

Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, medh edilmekten hoşlanmaz... bilirim ki o: İhlas sahi­bidir... Hemen onu bırakır kaçarım.

Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müd­det, o size vasfım yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir.

Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük gü­nahların en büyüğüdür.

Bilmez misin ki; ya Muhammed, baş ol­ma sevgisi yine büyük günahların en büyük­leri arasındadır.

İblis, anlatmaya devam etti:

- Ya Muhammed, bilmez misin?.. Be­nim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra... o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır.

Onların bir kısmını ulemaya gönderdim.

Bir kısmını gençlere yolladım.

Bir kısmını da, meşayiha saldım.

Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musal­lat ettim.

Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaş­mazlık yoldur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.

Çocuklara gelince... onlarla da, bizim­kiler istedikleri gibi birlikte oynarlar.

Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin ba­şına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin.

Onlar, bunların yanına girer; halden ha­le sokarlar. Bir tepeden öbürüne... hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; baş­larlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye...

İşte... böylece, onlardan ihlası alırım... Onlar, bu haller ile, yaptıkları ibadeti, ihlassız yaparlar gayrı... Ama, bu hallerinin farkında olamazlar.

İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi;

- Bilmez misin, ya Muhammed, Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlas ile Allah'a iba­det etti.

Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki: Her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifayap oluyordu.

Onun peşine takıldım; hiç bırakma­dım... Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küf­re girdi.

Bu o kimsedir ki; Allah-ü Teala aziz kitabında, ona şöyle anlatır:

- "... Şeytanın hali gibidir ki; o insana:

-Kafir ol...

Dedi. Vaktaki o kafir oldu; bu defa ona şöyle dedi:

- Ben, senden uzağım... Ben alemlerin

Rabbi olan Allah'tan korkarım." (59/16).

* * *

İblis, bundan sonra, bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden na­sıl istifade ettiğini anlattı...

YALAN:

- Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim.

Her kim yalan söylerse... o benim dos­tumdur.

Her kim yalan yere yemin ederse... o da benim sevgilimdir.

Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim.

- "Muhakkak, ben size nasihat edi­yorum." (7/16).

Dedim... Bunu yaparım; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.

GIYBET- KOĞUCULUK:

Gıybet ve koğuculuğa gelince... Onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.

NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK:

- Her kim, talak üzerine yemin eder­se... günahkar olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun. İsterse doğru bir şey üzerine olsun.

Her kim, talakı ağzına alırsa... taa, ha­kikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile, kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.

NAMAZ:

- Ya Muhammed, namazı an bean tehir edene gelince... onu da anlatayım.

O, her ne zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm.

Derim ki:

- Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.

Böylece o: Vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır.

Şayet o kimse, beni mağlup ederse... ona insan şeytanlanndan birini yollarım... Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alı koyar.

O, bunda da, beni mağlup ederse... bu sefer onun hesabını namazından görmeye bakarım. O namazın içinde iken:

- Sağa bak... sola bak...

Derim... O da, bakar... O ki böyle yap­tı... yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona:

— Sen, ebedi yaramaz bir iş yaptın.

Derim ve böylece onun huzurunu boza­rım.

Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda sağa ve sola çokça bakarsa, Allah onun namazını kabul etmez.

Bunda da ona mağlup olursam. Yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına gide­rim. Ve ona: Çabuk namaz kılmasını emre­derim. O da, başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun, gagası ile, yerden bir şeyler topladığı gibi...

Bu işi, ona yaptırmakta da, başarı kaza­namazsam; bu sefer cemaatle namaz kılar­ken onun yanma varırım.

Orada onun başına bir gem takarım... Başını imamdan evvel secdeden ve rukû'dan kaldırırım... İmamdan evvel de, secde ve rukû yaptırırım.

işte... o böyle yaptığı için, kıyamet gü­nü Allah onun başını eşek başına çevirir.

O kimse, bunda da beni yenerse... Bu defa, ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o: Beni teşbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam.

Bunda da, ona mağlup olursam. Bu se­fer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar.

Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa... onun içine küçük bir şey­tan girer, dünya hırsını ve dünyevî bağlarını çoğaltır.

İşte... bundan sonra o kimse: Hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi

yapar.

* * *

Şeytan bundan sonra, konuşmasına de­vam etti:

- Sen, ümmetin hangi saadetinden fe­rah duyarsın ki?..

Ben onlara, ne tuzaklar kurarım... ne tuzaklar.

Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrede­rim. Ve onlara derim ki:

- Namaz size göre değil... O, Allah'ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir.

Sonra da hastalara giderim:

- Namaz kılmayı bırak. Derim... Çünkü Allah-ü Teala:

- "Hastalara zorluk yok..." (24/61)

Buyurdu... İyi olduğun zaman çokça kı­larsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hat­ta küfre de gidebilir.

Şayet o, hastalığında namazını terk ederek ölüp giderse... Allah'ın huzuruna çıkarken, .Allah-ü Teala'yı öfkeli bulur.

Sonra şöyle dedi:

-Ya Muhammed, eğer bu sözlerime yalan kattımsa, beni akrep soksun... Sonra... eğer yalan varsa... Allah (CC) beni kül eylesin.

İblis bundan sonra, konuşmalarına de­vam etti ve şöyle dedi:

-Ya Muhammed, sen ümmetin için fe­rah mı duyuyorsun? Halbuki ben onların al­tıda birini dininden çıkardım.

* * *

Bundan sonra... Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ona, yani İblis'e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O da bunlara cevap verdi:

- Ya laîn, senin oturma arkadaşın kim?"

- Faiz yiyen.

- "Dostun kim?"

- Zina eden.

- "Yatak arkadaşın kim?"

- Sarhoş.

- "Misafirin kim?"

- Hırsız.

- "Elçin kim?"

- Sihirbazlar.

- "Gözünün nuru nedir?"

- Karı boşamak.

- "Sevgilin kim?

- Cuma namazını bırakanlar.

* * *

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:

- "Ya laîn, senin kalbini ne kırar?"

- Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi...

- "Peki, senin cismini ne eritir?"

- Tevbe edenlerin tevbesi.

"Peki, ciğerini ne parçalar, ne çürütür?"

- Gece ve gündüz, Allah'a yapılan bol bol istiğfar.

- "Peki, yüzünü ne buruşturur?"

- Gizli sadaka.

- "Peki, gözlerini kör eden nedir?"

- Gece namazı.

- "Peki, başını eğdiren nedir?

- Çokça kılınan cemaatle namaz.

* * *

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu:

- "Sana göre insanların en saadetlisi kimdir?"

- Namazlarını bilerek kasten bırakan­lar.

- "Peki, sana göre insanların en şakisi kim?"

- Cimriler.

- "Peki, seni işinden ne alı koyar?"

- Ulema meclisleri.

- "Peki, yemeğini nasıl yersin?"

- Sol elimle parmaklarımın ucu ile.

- "Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalı­ğı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?"

- İnsanların tırnakları arasında.

* * *

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. İblis de ce­vap verdi.

- "Rabbinden neler talep ettin?"

- On şey talep ettim.

- "Nedir onlar, ya laîn?"

- Şunlardır:

1- Allah'tan diledim ki, beni adem-oğullarının malına ve evladına ortak ede... Bu, ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu:

- "Onlara ortak ol... Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara en çok gurur vaad eder..." (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.

Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim faiz ve haram karışan yemekten de yerim.

Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım.

Cinsi münasebet anında; Allah'a şey­tandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim... Ve o birleşmeden hasıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler.

Her kim hayvana binerken, helal yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla beraber binerim. Yol arka­daşı ve binek arkadaşı olurum.

Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir. Allah-ü Teala bana şu emri verdi:

- "Onlar üzerine süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart..." (17/64)

2- Allah-ü Teala'dan diledim ki: Bana bir ev vere... Bu dilediğim üzerine hamam­ları bana ev olarak verdi.

3- Diledim ki; bana bir mescid vere. Pa­zar yerlerine bana birer mescid yaptı.

4- Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yap­tı.

5- İstedim ki; benim için bir ezan vere. Mezmurları verdi.

6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere... Sarhoşları verdi,

7- Diledim ki; bana yardımcılar vere... Bunun için de kaderiye mensuplarını verdi.

8- İstedim ki; bana kardeşler vere. Mal­larını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları. Bunlar da şu Ayet-i Kerime ile sabittir:

- "O kimseler ki; mallarını boş yere har­carlar... Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlar­dır..." (17/27)

Bir ara Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

- "Eğer söylediklerini, Allah'ın kitabın­daki ayetlerle isbat etmeseydin. Seni tasdik etmezdim."

Bundan sonra İblis devam etti:

9- Ya Muhammed, Allah'tan diledim ki, ademoğullarını ben göreyim; ama onlar be­ni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine ge­tirdi.

10- Diledim ki; ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa... Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp gide­rim... gezerim... hem nasıl istersem...

Bütün bu isteklerimi verdi.

- Hepsi sana verildi.

Buyurdu... Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra... Şunu da ekleyelim ki; benimle beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte... böylece kıyamete kadar, ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar.

Bundan sona İblis şöyle anlattı:

- Benim bir oğlum vardır... Adı: ATEME'dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa... gider; onun kulağına bevl eder... Eğer böyle olmasaydı; imkan yok, in­sanlar, namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.

Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da; MÜTEKAZİ'dir... Bunun vazifesi de; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır.

Mesela: Bir kul, gizli bir taat işlerse... ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa... MÜTEKAZÎ onu dürter... En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya mu­vaffak olur. Böylece: Allah-ü Teala o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder... biri kalır. Çünkü, bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.

Sonra... benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da KÜHAYL'dir. Bunun işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve ha­tip hutbe okurken.' Bu sürme onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitemezler. Böylece hiç sevap alamazlar.

Bundan sonra İblis şöyle anlattı:

- Hangi kadın olursa olsun... Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra... her kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur... Ve onu, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela:

- Elini kolunu dışarı çıkar; göster. Der... O da, bu emri tutar... Elini, kolu­nu açar, gösterir. Bundan sonra, o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.

iblis, bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) Efendimize kendi durumunu anlatmaya başladı:

- Ya Muhammed, bir kimseyi delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur.

Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm... o kadar.

Eğer delalete sürüklemek elimde olsay­dı; yeryüzünde:

- Allah'tan başka ilah yoktur ve Mu­hammed Allah'ın resulüdür.

Diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kı­lanı hiç bırakmazdım. Hepsini dalalete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde de, hidayet nevin­den bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın resûlüsün. Ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzün­de tek kafir bırakmazdın.

Sen, Allah'ın halkı üzerinde bir huccet­sin... ben de, kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere bir sebebim.

Said olan kimse, taa, ana karnında iken saiddir. Şaki olan da, yine ana karnında iken şakidir.

Saadet ehli kılan Allah... Şekavet ehli kılan da Allah.

Bundan sonra... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu:

- "Bunlar, taa, sonuna kadar böyle de­ğişik şekilde devam edecek... Ancak Rabbın esirgedikleri hariç..." (11/119)

- "Allah'ın emri behemehal yerini bulan bir kaderdir..." (33/38)

Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz, İblis'e şöyle buyurdu:

- "Ya Ebamürre, acaba senin bir tevbe etmen ve Allah'a dönmen mümkün değil mi? Cennete girmene kefil olurum... Söz veririm..."

Bunun üzerine İblis şöyle dedi:

- Ya Resûlullah, iş verilen hükme göre oldu... Kararı yazan kalem de kurudu... Kıyamete kadar olacak işler olacaktır.

Seni peygamberlerin efendisi kılan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah'tır. Ve o: Bütün noksan sıfatlardan münezzeh­tir.

Ve İblis, cümlelerini şöyle tamamladı:

- İşte... bu söylediklerim, sana son sözümdür... Ve bütün söylediklerimi de doğru söyledim.

Evvel, ahir, zahir, batın, alemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun.

Efendimiz Muhammed Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun aline de... ashabına da... Amin!

Bütün peygamberlere selam... Alemlerin Rabbı olan Allah'a da, -tekrar- hamd olsun...

Efendimiz Muhammed Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun aline de... ashabına da... Amin!

Bütün peygamberlere selam... Alemlerin Rabbı olan Allah'a da, -tekrar- hamd olsun...

Efendimiz Muhammed Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun aline de... ashabına da... Amin!

Bütün peygamberlere selam... Alemlerin Rabbı olan Allah'a da, -tekrar- hamd olsun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder