Adı Kur'ân'da geçer. Allah ondan övgü ile bahsetmiştir. Peygamber mi,
yoksa veli mi olduğu ihtilâf konusu olmuştur.
Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü ve karneyn kelimelerinin
birleşmesinden meydana gelmiştir.
Zü, sahip ve malik demektir. Karn ise,
boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına gelir.
Karneyn, karn'ın
tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuz
sahibi şeklinde tercüme edilir (el-Firuzabadî, el-Kamusu'l-Muhît, Kahire
1332, IV, 257 vd).
Zülkarneyn'in kim oluğu ve neden kendisine bu lakabın takıldığı konusu,
eskiden beri tartışmalı bir husus olarak devam etmiştir. Kendisine Zülkarneyn
denilmesi, alimler tarafından, başının iki yanında iki boynuza benzer
çıkıntıların bulunması, dünyanın şark ve garbını dolaşması, başının iki
yanının bakırdan olması, örülmüş iki deste saçı olması, Allah'ın kendisine
nur ve zulmeti musahhar kılması (emrine vermesi), yürürken nurun önünden,
zulmetin ise arkasından gelmesi, şecaatı dolayısıyle bu lakabı almış
bulunması, rüyasında gökyüzüne çıktığını ve güneşin iki tarafına asıldığını
görmesi anlamlarında yorumlanmıştır.
Zülkarneyn'in kim olduğu hususu da, çok farklı şekillerde
yorumlanmıştır. Bilindiği gibi Zülkarneyn kelimesi onun esas adı değil,
lakabıdır. Onun esas adı hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür. Birçok
kişi, onun Büyük İskender (M.Ö 356-323) olduğunu iddia etmiştir. Fakat
Kur'ân'da söz konusu olan Zülkarneyn ile Büyük İskender'in vasıfları
birbirini tutmamaktadır. Zülkarneyn, Allah'a inanan, dürüst bir hayat süren
ve peygamber olduğu bile ileri sürülen bir kişidir.
Büyük İskender ise, tek
tanrı inancından uzak, girdiği şehirleri yerle bir edecek kadar zalimve
barbar bir insandı.
Bilhassa son devrin alimlerinin ekseriyeti ise, Zülkarneyn'in İran
kralı Kisra (Hüsrev) olduğunu kabul etmişlerdir. M.Ö altıncı asırda
imparatorluk kuran Kisra'nın vasıflan, Kur'ân'da adı geçen Zülkarneyn'in
vasıflarına daha uygun düşmektedir. Nitekim Araplar Kisra'ya, Nûşirevan-ı
Âdil demektedirler. Yine de Zülkarneyn'in gerçek adını Allah bilir. Onun
peygamber olup olmadığını ihtilaflıdır. (er-Razî, Mefâtihu'l-Gayb, Mısır 1937,
XXI,163, vd.; İbn Kuteybe, el-Maarif, Beyrut 1970, 25).
Zülkarneyn'in adı Kur'ân'da üç âyette geçmektedir:
"(Ey Muhammed), sana Zülkar neyn'den soruyorlar.
De ki: Size ondan
bir hatıra okuyacağım.
DEVAMI :
Biz yer yüzünde onun için sağlam bir mekan ve orada
istediği gibi hareket edeceği yönetim hürriyeti hazırladık ve kendisine
(muhtaç olduğu) her şeyden bir sebep verdik (ulaşmak istediği herşeye
ulaşmanın yolunu, aracını verdik). O da (kendisini batı ülkelerine
ulaştıracak) bir yol tuttu. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, onu, kara
balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir kavim buldu. Dedik ki: Ey
Zülkarneyn, (onlara) ya azab edersin veya kendilerine güzel davranırsın
(onları güzellikle yola getirirsin. Nasıl istersen öyle yaparsın). Dedi: Kim
haksızlık ederse, ona azap edeceğiz) sonra o, Rabb'ine döndürülecektir. O da
ona görülmemiş bir azab edecektir. Fakat inanıp iyi iş yapan kimseye de en
güzel mükâfat vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz (kolay işler
yapmasını emrederiz, zor işlere koşmayız onu). Sonra yine bir yol tuttu.
Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu, öyle bir kavim üzerine doğar
buldu ki, onlara güneşin önünden (korunacak) bir siper yapmamıştık. İşte
(Zülkarneyn) böyle (yüksek bir mevkie ve hükümranlığa sahip) idi. Onun yanında
(daha) nice (hükümranlık) bilgisi (tecrübesi ve vasıtası) bulunduğu biz
biliyorduk. Sonra yine bir yol tuttu. Nihâyet iki sed arasına ulaşınca,
onların önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu. Dediler ki: Ey
Zülkarneyn, Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların
arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi? Dedi ki: Rabb'imin
beni içinde bulundurduğu (mal ve mülk, sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır.
Siz bana insan gücüyle yardım edin de, sizinle onlar arasına sağlam bir engel
yapayım. Bana demir kütleleri getirin. (Zülkarneyn) iki dağın arasını (demir
kütleleriyle doldurup dağlarla) aynı seviyeye getirince, üfleyin dedi.
Nihâyet o demir kütlelerini bir ateş haline koyduğu zaman; getirin bana,
üzerine erimiş bakır dökeyim, dedi. Artık (Ye'cuc ve Me'cuc) onu ne
aşabildiler ne de delebildiler. (Zülkarneyn) dedi: Bu, Rabb'imden (kullarına)
bir rahmettir. Rabb'imin va'di ge(lip Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkması, yahut
kıyametin kopması gerek)diği zaman, onu yerle bir eder. Şüphesiz, Rabb'imin
va'di gerçektir" (el-Kehf, 18/83-98).
Bazı alimlerin rivayetine göre, Yahudilerden birkaç kişi, Hz. Muhammed
(s.a.s)'e gelerek Zülkarneyn'in kim olduğunu sormuşlar. Bunun üzerine bu
âyetler nazil olmuştur (en-Nisâburî, Esbâbu'n-Nuzûl, Mısır 1968, 75).
Diğer bir rivayette ise, Mekkeliler kitap ehli olan Yahudilere adam
gönderip Hz. Muhammed (s.a.s)'i çetin bir sınavdan geçirmek için, birkaç soru
hazırlayıp göndermelerini istemişlerdi. Onlarda şu üç şeyden sormalarını
tavsiye etmişler: Ruh, Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn Bunun üzerine ilgili
âyetler inmiştir (et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Mısır 1373, XVI, 7).
Yukarıda meâli sunulan âyetlere göre, Zülkarneyn'in bazı özelliklerini
şöyle sıralamak mümkündür. Zülkarneyn, üstün yeteneklere, geniş kudret ve
imkanlara sahipti. Bilgili, kültürlü, dünya coğrafyasının önemli bir kısmını
bilen ve ilâhî yardıma mazhar olan bir kişiydi. Zalimlere hadlerini bildiren,
onları cezalandıran, ahiret gününe kesin bir şekilde imân eden, ona göre
hareket eden ve iyi ahlaklı dindar toplumları himâye eden bir zattı.
Zülkarneyn, Hakk'a karşı teslimiyet gösterir, her şeyi ilâhî emrin
istikâmetine çevirmeye çalışırdı.
Hz. Ali'ye göre Zülkarneyn ne bir nebi, ne dg bir kraldı. Fakat
Allah'ın salih bir kulu idi. Allah onu sevmiş ve o da Allah'ı sevmişti (İbn
İshâk, Kitabu'l-Mübtedâ ve'l-Meb'as ve'l-Meğazî, thk. Muhammed Hamidullah,
Mağrib 1976, 185).
Nureddin TURGAY
Kur'an-ı Kerim'e göre Zülkarneyn
peygamber midir?
Giriş:
Kur'an-ı Kerim'de yer alan Kehf suresindeki Zülkarneyn
kıssası ile ilgili ayetleri incelediğimizde onun bir yönetici –
kral/melik/hükümdar/imparator - olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden tefsirlerde
de Zülkarneyn'in yöneticiliği hususu üzerinde hiç bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Zülkarneyn'in vasfı üzerinde asıl durulan konu, onun bir
peygamber hatta melek olup olmadığı konusudur. "İbn İshak der ki:
Bana, Sevr b. Yezîd, Halid b. Ma'dân el-Kelâîden -ki Hâlid pek çok kimseye
yetişmiş bir kişi idi- anlattığına göre, Rasûlullah (sav)a Zülkarneyn'e dair
soru sorulmuş. O da şu cevabı vermiş: "O yeryüzünü alt tarafından izlediği
yollarla tamamen dolaşmış bir hükümdardır."Hâlid dedi ki: Ömer b.
el-Hattab (r.a) bir adamın birisine: Ey Zülkarneyn! Diye seslendiğini işitince
şöyle demiş: Allah'ım mağfiretini dilerim. Sizler peygamberlerin isimlerini
kullanmakla yetinmeyerek şimdi de meleklerin isimlerini mi kullanmaya
başladınız? İbn İshak der ki: Zülkarneyn'in bunların hangisi olduğunu en iyi
bilen Allah'tır. Rasûlullah gerçekten bunu söyledi mi, söylemedi mi Allah
bilir. Doğru, onun söylediğidir. Derim ki: Ali b. Ebi Tâlib (ra)dan da Ömer
(r.a)ın sözünün bir benzeri rivayet edilmiştir. O birisinin diğerine: Ey
Zülkarneyn! Diye seslendiğini işitince şöyle demiş: Peygamberlerin isimlerini
kullanmanız size yetmedi de meleklerin isimlerini mi kullanmaya başladınız?
Yine ondan gelen bir rivayete göre Zülkarneyn salih, hükümdar bir kul idi. O,
Allah'a samimiyetle bağlanmış, Allah da ona yardımcı olmuştu."[1]
Zülkarneyn'in bir "Melek" olduğu iddiası çok uç ve
abartılı bir iddia olduğu için üzerinde durmağa değer bulmamaktayız. Bizim
üzerinde durmağa değer bulduğumuz husus Zülkarneyn'in peygamberliği konusudur.
"Âlimler, Zülkaneyn'in peygamber olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişler
ve bazıları, "O bir peygamber idi" deyip, buna şu birkaç bakımdan
istidlal etmişlerdir:
1) Allah Teâlâ, "Doğrusu, biz ona yeryüzünde imkân
verdik" buyurmuştur. Bu imkân vermenin, din hususunda imkân verme manasına
olması daha evlâdır. Dinde tam manasıyla imkân verme ise, peygamberlik
(verme)dir.
2) Allah Teâlâ, "Ona her şeyin vesilesini
bahşettik" buyurmuştur. Peygamberlik de, bu her şey cümlesindendir. Çünkü
''Ona her şeyin vesilesine bahşettik" ayetinin umumi manası, Allah'ın ona,
peygamberlikle de bir vesile (imkân) vermiş olmasını gerektirir.
3) Cenâb-ı Hak, "Dedik ki: "Ey Zülkarneyn,
onlara azab etmekte yahut haklarında güzellik (tarafını) tutmakta
(serbestsin)" (Kehf. 86) buyurmuştur. Allah Teâlâ'nın kendisi ile
konuştuğu kimsenin, bir peygamber olması gerekir." Diğer âlimler ise,
"O, Salih (iyi) bir zat idi, ama bir peygamber değildi"
demişlerdir."[2] Şimdi tefsirlerde yer alan bu ihtilafları,
Kur'an nokta-i nazarından inceleyelim.
1 - Sâlih amele davet:
Kur'an-ı Kerim'de yer alan Zülkarneyn kıssasındaki,
Zülkarneyn'in vasıflarına dair anlatılan vasıflardan hareket ederek, onun
Kur'an'da anlatılan diğer resullerle benzeşen üç ortak noktasını tespit etmek
mümkündür. Bunlardan birincisi karşılaştığı toplumu Salih amele davet
etmesidir.
"Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ
…" "…Ama kim iman edip sâlih amel işlerse, ona da en güzel
mükâfat vardır." [3]Tanımadığı kavimler ve insan toplulukları üzerine
seferler tertipleyen Zülkarneyn'in, karşılaştığı toplumu iman edip, sâlih amele
çağırmasında; onlara "iman" ve "sâlih amel"i nasıl ve ne
şekilde anlattığı ya da bu amellerin neleri kapsadığının açıklamasını yapıp
yapmadığını bilememekteyiz.
Şurası muhakkak ki Zülkarneyn'in karşılaştığı toplumlara
ilettiği "iman" ve "Salih amel" kavramları; Zülkarneyn
kıssasının indiği Mekke cahiliyye toplumuna açıklanan "iman" ve
"Salih amel" kavramlarıyla aynı olmalıdır.
Bundan dolayı Kur'an'da yer alan Zülkarneyn kıssasında
"iman" ve "Salih amel" konusunda özel bir açıklama
getirilmemiş, dolayısı ile Zülkarneyn'in daveti anlatılırken, Mekke cahiliyye
toplumunun dikkati çekilerek onların da Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği
"iman" ve "Salih amel"e dikkat çekilerek, bu hususta
Zülkarneyn kıssasındaki anlatımdan örnek almaları istenmiştir.
Zülkarneyn'in karşılaştığı toplumların inanç durumlarının ne
olduğu hususunda açıklık yoktur. Mesela Kehf suresi seksen altıncı ayeti
şöyledir: "…ve vecede indehâ kavmen, kulnâ yâ zel karneyni immâ en
tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ""Orada bir kavme rastladı,
" Ey Zülkarneyn ister cezalandır, ister iyi davran dedik." Eğer
ayet -orada inançsız bir kavme rastladı - veya -orada putlara tapan bir kavme
rastladı - şeklinde olsaydı; Zülkarneyn'in karşılaştığı toplumların inanç
yapılarını anlamamız ve eğer Zülkarneyn’i peygamber olarak algılarsak,
Zülkarneyn'in tebligatını daha iyi idrak etmemiz mümkün olurdu.
Bu hususta karşılaştığı kavmin inanç durumunun öncelikle
tespit edildiği yönetici ve peygamber olan Süleyman kıssasında şöyle bir
anlatım vardır: "O ve kavmi Allah'ın yanı sıra güneşe secde
ediyor. Şeytan onlara yaptıklarını süsleyip doğru yoldan saptırmış. Bu yüzden
doğru yolu bulamıyorlar. "[4] Bu ayette Hz. Süleyman'ın, istihbarat
için yolladığı Hüdhüd'den; Sebe kavmi hakkında onların inanç yapılarına dair
bilgiler aldığı ve onların güneşe tapan kâfir bir kavim oldukları bilgisi
ulaştırılmaktadır.
Oysa Zülkarneyn kıssasında böyle bir açık anlatım mevcut
değildir. Zaten Zülkarneyn'in karşılaştığı toplumların inançları hakkında
tespit yapılan bir ayet olsaydı, belki de Zülkarneyn üzerinde resul olup olmadığına
dair zan olamazdı.
Zülkarneyn'in karşılaştığı toplumu "iman" ve
"Salih amel"e davetinin diğer resullerle benzeşmesi hususunda;
Kur'an'da anlatılan resullerle alakalı olarak anlatılan ortak tavırları gündem
etmemiz gerekmektedir. Çünkü Kur'an'daki resullerin tebliğlerinde dikkat çeken
özellikler Zülkarneyn hakkında anlatılmamaktadır.
Kur'an'ı Kerim'de kıssaları anlatılan bütün resuller
toplumlarına tebligatlarını yaparken şu aşamalardan geçmişlerdir.
a - Resûllüğünü ilân:
“ ( Hud ) Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. “[5]
b- Allah'a imana davet, şirkten men etme:
" Muhakkak ki biz, her topluma Allah'a kulluk edin,
tağut'lardan kaçının diye bir Resul göndermişizdir. "[6]
c - Tebliğlerinde çeşitli şekillerde sunarak ısrarlıdırlar:
" Rabbim! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz çağırdım.
" [7]
" Onlara açıktan açığa, gizliden gizliye söyledim.
"[8]
d - Gönderildikleri toplumlar sınanırlar:
" Biz hangi kasabaya resûl gönderdikse, ora halkını,
yalvarıp yakarsınlar diye, darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır. " [9]"
e - inkârcılar tarafından tehdit:
" Ey Nuh, bu işe bir son vermezsen taşlananlardan
olacaksın. " [10]
f - Allah'ın azabı, helâk:
" Şuayb onlardan döndü de " Ey kavmim! Andosun ki
Rabbimin sözlerini size bildirdim, öğüt verdim; kâfir millet için niye
üzüleyim. " dedi. " [11] " Bu yüzden
onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler. " [12]
Zülkarneyn kıssasında Zülkarneyn ve karşılaştıkları
toplumların, Kur'an’da zikredilen peygamberler ve muhataplarının geçirmiş
oldukları bu tebliğ aşamalarından geçmediği veya anlatılmadığı görülmektedir.
Bunun nedeni belki de yeryüzünün çok geniş bir coğrafyasında seferler yaparak askeri
ve diğer güç unsurları ile karşılaştığı kitleleri denetimi altına alması
dolayısı ile cebren istediğini kabul ettirmesi olabilir?
Ancak Süleyman peygamber kıssasında; yönetici bir peygamberin
tebliğ metodu bize örneklik teşkil etmektedir. Süleyman peygamber, Sebe
toplumuna savaş açmadan o toplumun yöneticisi ile İslâm’ın tebliği üzerinde
girişimlerde bulunmuş, Sebe melikesini dolayısı ile ileri gelenleri İslâm’a
davet etmiştir. O halde peygamber kabul edersek Zülkarneyn’den de böyle
bir aşama beklememiz gerekmektedir.
2 - Yaptığı işe karşılık istememesi:
Zülkarneyn'in gösterdiği peygamber tavırlarından bir tanesi
de yaptığı işe karşılık bir ücret istememesidir."(Zülkarneyn) Sana bir
ücret versek, aramıza bir set yapar mısın? " " Dedi ki: Rabbimin bana
vermiş olduğu egemenlik daha hayırlıdır. " [13]
Bu ayet'te ise sanki Kur'an'da geçen peygamber kıssalarında
rastladığımız bir peygamber tavrını yansıtan tavır sergilenmektedir. Kur'an'ın
beyan ettiği resullerdeki ortak tavır şöyle beyan edilmektedir: "(
Nuh ) Ey kavmim buna karşılık ben sizden bir mal istemiyorum, benim ücretim
Allah'a aittir. " [14]
"( Hud ) Ey kavmim,
ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücreti, beni yaratana düşer
" [15] " (Süleyman) Bana mal ile yardım
etmek mi istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır.
" [16]
Nuh (a.s), Hud (a.s), Süleyman (a.s) ın tavırlarını yansıtan
bu ayetlerde; Resuller toplumlarına, Allah'ın ayetlerini ulaştırmaları
karşılığı onlardan bir ücret istemediklerini; bu emeğin karşılığını Allah'ın
Resullere vereceğini bundan dolayı Allah'ın indirdiklerini inkâr etmemelerini
ifade etmek için toplumlarına çağrıda bulunmaktadırlar.
Oysa Zülkarneyn'e teklif edilen ücret ise; Allah'ın
ayetlerini rastladığı kavme ulaştırma karşılığı olarak teklif edilmemektedir.
" Dediler ki: " Ey Zülkarneyn! Ye'cuc ve Me'cuc burada fesat
çıkarıyor. Sana bir ücret versek, aramıza bir set yapar mısın? " [17]Ayette
teklif edilen ücret dünyevi bir emek karşılığı sunulan ücrettir. Yani Kur'an'da
serdedilen resullerdeki; Allah'ın dinine karşılık ücret istememe ortak tavrının
benzer bir yansıması değildir.
Kur'an'da kıssaları anlatılan ve dini bir görevin karşılığı
ücret istenmediğinin altının çizildiği yukarıdaki sıraladığımız ayetlere
mukabil, Zülkarneyn'e, set yapımı karşılığı yani dini içeriği olmayan bir işlev
karşılığı olarak, ücret teklif edilmektedir.
Dolayısı ile bu ücret, yapılacak bir iş mukabili teklif
edildiği için, dini olmaktan ziyade ticari veya siyasi bir mahiyet arz
etmektedir. Binaenaleyh Zülkarneyn'in ücreti reddetmesi ile diğer
peygamberlerin yaptıkları tebliğ karşılığı ücret istememesi arasında nüans
olduğu gözükmektedir.
Bu noktada üzerinde durmak istediğimiz bir husus vardır.
Zülkarneyn, bir yönetici "Kral/Hükümdar/Melik" olduğu halde yapacağı
işin karşılığı verilecek ücret teklifini reddetmesi ve buna karşılık olarak
verdiği; "Rabbimin bana vermiş olduğu güç (egemenlik, hâkimiyet) daha
hayırlıdır " cevabı ise ilginçtir.
Çünkü bütün yöneticiler "Kral/Hükümdar/Melik" gerek
savaşarak gerekse savaşmadan sahip oldukları üstün güçlerine karşılık, egemen
oldukları kavimlerden herhangi bir karşılık olmaksızın ganimet, vergi, haraç
v.s gibi gelirleri elde etmek amacındadırlar. Oysa Zülkarneyn bu hususta
feragat etmektedir.
Onun bu tavrı, Allah'ın kendisine verdiği kaynakların bolluğu
ve yeterliliğinden dolayı ve Allah'a teslim olmuş bir yönetici ile inkârcı bir
yönetici farkını o insanlara yansıtarak, onları Allah'a teslim olmaya yöneltme
amacını taşıdığı kanaati vermektedir. Kanaatimizce Zülkarneyn'in bu tavırı, bir
nevi İslam'da zekâtın verilme yerlerinden biri olan "Müellefe-i kulub
" seçeneğinin işletilmesi gibidir. "Sadakalar(zekâtla )
Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, ( zekât toplayan )
memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara (müellefe-i kulub),
kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihat edenlere, yolcuya mahsustur.
Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir." [18]
3 – Zülkarneyn'e "Kulna" hitabı:
Müfessirlerden bazıları Kehf suresi seksen altıncı ayette
geçen "kulna ya zelkarneyn " "Zülkarneyn'e dedik
ki:" ifadesinin, Zülkarneyn'in resullüğüne işaret ettiğini
söylemişlerdir.
Kur'an'ı Kerim'de "Kulna" ifadesinin geçtiği
yerlere baktığımızda; bu ifadenin resullere hitap için kullanıldığı gibi
resullere hitap niteliğinde olmayan başka yerlerde de kullanıldığı
görülmektedir."Andolsun, içinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri
bilirsiniz. Onlara: " Aşağılık maymunlar olun "(Fekulna) dedik." [19] "Bundan
sonra İsrailoğullarına: " Bu ülkede oturun. Vaat edilen gün geldiğinde
hepinizi bir araya toplayacağız " (Kulna) dedik." [20] "Secde
ederek kapıdan girin. Cumartesi yasağını çiğnemeyin (Kulna) dedik. " [21] "Onun
bir parçasıyla ona vurun (Fekulna) dedik. " [22]
Üzerinde durmak istediğimiz bir diğer husus ise; Kur'an'da
kıssaları anlatılan bütün resuller:
I-İçinde bulundukları ve yetiştikleri toplumlara Resullükle
görevlendirilmişlerdir:
" Sonra onlara, aralarından: " Ancak Allah'a kulluk
edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur. Sakınmaz mısınız? " diyen
resûller gönderdik. " [23] " Nuh'u kavmine gönderdik.
" [24] " Ad'a de kardeşleri Hûd'u gönderdik. " [25] "Semûd'a
da kardeşleri Salih'i gönderdik."[26] "
Medyen'e de kardeşleri Şuayb'i gönderdik. " [27]
II – Allah'ın emirlerini, resul oldukları kavmin dili ile
onlara ulaştırmışlardır:
"Biz, her elçiyi, kendilerine ayetlerimizi açıklaması
için, ancak halkının diliyle göndermişizdir." [28]
III –Toplumlarına aralıksız elçilik etmişlerdir:
Resullükle vazifeli oldukları toplumlara risalet görevini
inkıtasız olarak sürdürdüklerini müşahede etmekteyiz. Musa'nın @ kavminden
ayrılışlarında bile kardeşi Hârun @ elçiliğe ara verdirmeksizin devam
ettirmiştir. Yunus @ kavminden Allah'ın izni olmaksızın ayrılması ile beraber,
Allah tarafından cezalandırılarak, bilâhare tövbesi kabul edilerek tekrar
toplumuna elçi gönderilmiştir.
Dolayısıyla resuller ve gönderildikleri toplum arasında
tebligatları ve bu konuda yaşadıkları arasında onlarla yaşamda birliktelik,
tebliğde süreklik, tebliğ dilinde ayniyet gibi olmazsa olmaz çok hassas konular
bulunması elzemdir. Oysa Zülkarneyn ve karşılaştığı toplumlar arasında
"peygamberlik" açısından bakıldığında yukarıda anlattığımız –resul ve
toplum- ayniyeti yoktur.
Sonuç:
Zülkarneyn kıssasında, Zülkarneyn ve ulaştığı toplumlar
arasında geçen vakıalardan; Kur'an'da kıssaları anlatılan peygamberlerin ortak
vasıflarına yönelik; tebliğ aşamaları, sınanmalar ve diğer bahsettiğimiz
özellikleri görememekteyiz.
Zülkarneyn kıssasına sırf Kur'an nokta-i nazarından
bakıldığında, Zülkarneyn'in, Müslüman bir yönetici ve her Müslüman gibi,
karşılaştığı yerlerdeki insanlara dinini tebliğ eden, Allah'a itaatkâr, Salih
bir kul olduğu, onun emirleri doğrultusunda amel ettiği, velâkin resul vasfının
olmadığı kanaati hâsıl olmaktadır.
Zülkarneyn kıssası ile ilgili daha evvelki yazılarımızla bu
incelememiz bir arada değerlendirilerek, Zülkarneyn'in vasfına, Kur'an-Tevrat
bağlamında sırf tarihsel olarak bakıldığında da sadece onun sadece bir yönetici
olduğu anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla Zülkarneyn, Allah'a itaatkâr bir yöneticidir,
lâkin Kur'an'da serdedilen, Davud @ Süleyman @ Yusuf @ gibi hem “yönetici” hem
"Resul" değildir.
Zülkarneyn lakaplı yöneticinin Allah tarafından desteklenen
gücünün benzer nitelikleri; Kur'an içersinde Davut @ Süleyman @ Yusuf @ ve Sebe
melikesi gibi yöneticilerde de sayılmıştır. Bütün bu yöneticilerin kıssaları
ile birlikte mütalaa edilerek, Zülkarneyn kıssasından “yönetici” için gerekli
dersler çıkarılmalıdır.
Kur'an'daki, Zülkarneyn kıssasında, yöneticiliğin ve
yönetimin; savaş, kıtal, ganimet, yıkım yönü değil; inanç, tebliğ, barış,
adalet, diploması, teknik, organizasyon yönü ön plana çıkarılmıştır.
Allah'a dayanan bir yöneticinin ilk hedefi; egemenlik altına
alınan veya alınmak istenen toplumların yerüstü ve yeraltı zenginliklerini
elegeçirmek değil; adalet'e, barışa dayanan Allah'ın mesajına dayalı
egemenliğin, yeryüzünün en uzak noktalarına kadar ulaşması, ulaştırılması
ilkesidir.
Kıssa ile egemenliğin sağlanmasının; bu gün veya gelecekte ve
hatta geçmişte de, yan gelip yatarak, gökyüzünü! Gözleyerek olamayacağı;
Zülkarneyn gibi; Allah’ın yeryüzünde Müslümanlara bahşettiği imkânları harekete
geçirilmesi ile gerçekleşeceği öğüt’ü verilmektedir
Zülkarneyn kıssası bireysel İslâm’ı ilkelere değinmiş olsa
da, yönetim ve yöneticiliğin İslâm’ı ilkelerinin vazedildiği bir kıssadır.
Esasen bireysel ilkeler de yönetim ve yöneticilik ilkelerinden berî değildir.
Bu ilkeler; Davut @, Süleyman @, Yusuf @, "
yönetici-resul " ve Sebe melikesi gibi " inançlı yönetici "
kıssalarındaki ilkelerle mezcedilerek daha geniş anlayışlara ulaşılabilecektir.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. XI,
s.107-111.
[2] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb,
c. XV, S.248-249.
[3] 18 /Kehf/ 88.
[4] 27/Neml/25.
[5] 26 / Şuara/125.
[6]16/Nahl/36.
[7] 71/Nuh/5.
[8] 71/Nuh/8-9.
[9] 7/Araf/94.
[10] 26/Şuara/116.
[11] 7/Araf/93.
[12] 7/Araf/91.
[13] 18 /Kehf/ 94-95.
[14] 11/Hud/29.
[15] 11/Hud/51.
[16] 27/Neml/36.
[17] 18/Kehf/94.
[18] 9/Tevbe/60.
[19] 2/Bakara/65; 7/Araf/166.
[20] 17/Isra/104.
[21] 4/Nisa/154.
[22] 2/Bakara/73.
[23] 23/Muminun/32.
[24] 11/Hud/25.
[25] 11/Hud/50.
[26] 11/Hud/61.
[27] 11/Hud/84.
[28] 14/İbrahim/4.
*********
Hz. HIZIR (a.s)
Hz. Mûsâ döneminde yasamis
ve peygamber olmasi kuvvetle muhtemel, hikmet ve ilim sahibi bir sahsiyet.
Kur'ân-i Kerîm'de, Hizir
(a.s.)'in isminden açikça bahsedilmez. Ancak Kehf Sûresi'nin 60-82. âyetlerinde
yer alan Hz. Mûsâ ile ilgili kissadan "Katimizdan kendisine bir rahmet
verdigimiz ve kendisine ilim ögrettigimiz kullarimizdan bir kul..."
(18/65) diye sözü edilen sahsin Hizir (a.s.) oldugu anlasilmaktadir. Çünkü
bizzat Peygamber Efendimizden gelen sahîh hadislerde bu sahsin Hizir oldugu
açikça belirtilmistir (bk. Buhârî, ilm 16, 44, Tefsîru'l-Kur'ân, Tefsîru
Sûrati'l-Kehf 2-4; Müslim, Fedâil 170-174).
Bu rivayetlere göre bir gün
Hz. Mûsâ isrâil ogullari arasinda vaaz ederken ona kendisinden daha hikmet ve
ilim sahibi kimsenin olup olmadigi sorulmustu. Hz. Musâ: "Hayir,
yoktur!" diye cevap verince Cenâb-i Hak bir vahiyle Hz. Mûsâ'yâ
Mecme'u'l-Bahreyn'de (iki denizin kavusum yerinde) kullarindan salih bir kul olan
el-Hadir (Hizir)'in kendisinden daha âlim oldugunu bildirdi. Bunun üzerine Hz.
Mûsâ hizmetinde bulunan genç bir delikanli ile Hizir'i bulmak üzere uzun bir
yolculuga çikti. ikisi, iki denizin birlestigi yere ulasinca, yolculukta yemek
üzere azik olarak yanlarina aldiklari baliklarini unutmuslardi ve balik bir
delikten kayip denizi boylamisti. Hz. Mûsâ oradan bir süre uzaklastiktan sonra
yemek için delikanlidan baligi çikarmasini istedigi zaman baligin denize dalip
kayboldugunu fârkettiler. Hz. Mûsâ'nin Hizir'i bulmasinin alâmeti, bu baligin
kaybolmasi oldugundan derhal oraya geri döndüler ve orada Hizir (a.s.)'i
buldular. Bundan sonra Hz. Mûsâ'nin Hizir ile, Kehf Sûresi 66-82. âyetlerinde
anlatilan yolculugu basladi.
Hz. Mûsâ'nin yolculugunda
azik olarak tasidigi baligin Mecme'u'l-Bahreyn'de denize dalip kaybolmasi, bazi
rivayetlerde ve çesitli islâm milletlerinin folklorunda, bu arada Türk
folklorunda da bu suyun âb-i hayat oldugu, ölüleri bile canlandiran, içenleri
ölümsüzlestiren bir hayat iksiri oldugu seklinde izah olunmus, burada baligin
canlanip denize dalmasi meselesinde bir peygamberin hayatinin ve Cenâb-i
Hakk'in kudretinin söz konusu oldugu unutulmustur. Buna bagli olarak,
Mecme'u'l-Bahreyn bölgesinde yasayan birisi olarak Hizir (a.s.)'a da ölümsüzlük
isnâd edilmis ve kendisine beser üstü güçler ve yetkiler verilmistir.
Hizir aleyhisselâma verilen
ilmin mahiyetini anlayabilmek için Musa (a.s.) ile olan yolculugunu Kur'ân-i
Kerîm kisaca söyle anlatir: Hizir (a.s.), yolculukta karsilasacaklari olaylara
Musa peygamberin sabredemeyecegini kendisine hatirlatmis ve O'ndan sabir için
söz almistir (el-Kehf,18/66-70). Önce deniz sahilinde, yolculuk için bir gemiye
binmislerdi. Hizir (a.s.) bir balta ile gemiyi delince kaptan tamir için geri
dönmek zorunda kalmistir. Musa (a.s.) sabredemeyip söyle demistir:
"Gemiyi, yolcularini bogmak için mi deldin? Dogrusu çok kötü bir is
yaptin" (el-Kehf; 18/71). Yolculugun sonunda, ilk bakista görünmeyen ve
perde arkasi bilgi niteligindeki sebebi Hizir (a.s.) söyle belirtir: "O,
deldigim gemi, denizde çalisan birkaç yoksulundu. Onu kusurlu yapmak istedim.
Çünkü gemi yolculuga devam ederse, ileride her saglam gemiye el koyan bir kral
(deniz korsanlari) vardir" (el-Kehf, 18/79). Yolculuk sirasinda, diger
çocuklarla oynamakta olan bir çocugu öldürdü. Musa (a.s.): "Kisas olmadan,
masum bir cana nasil kiyarsin? Dogrusu çok kötü bir is yaptim, dedi"
(el-Kehf,18/74). Küçük çocugun bu erken yasta vefat ettirilme sebebi Hizir
(a.s.) tarafindan söyle açiklandi: "Öldürdügüm erkek çocuga gelince; onun
anne ve babasi mü'min kimselerdi. ileride onlari isyan ve inkâra
sürüklemesinden korktuk istedik ki, Rableri bu ölen çocuk yerine kendilerine
ondan daha temiz ve daha merhametli birini versin" (el-Kehf, 18/80,81).
Burada Cenâbi Hak'kin, anne-babanin hayirli kimseler olmasi sebebiyle, ileride
kendilerini üzecek, büyük sikintilara sokacak bir çocugu erken yasta vefat
ettirip, onun yerine daha hayirli bir evladin verilmesinin, gerçekte o aile
için " hayir" olduguna isaret ediliyor.
Yolculugun üçüncü merhalesi
Kur'an'da söyle anlatilir: "Musa ve salih kul yollarina devam ettiler.
Sonunda bir köye varip, halkindan yiyecek istediler. Halk ise onlari misafir
etmek istemedi. Musa ve salih kul, orada yikilmak üzere olan bir duvar gördüler,
Salih kul hemen onu dogrultuverdi. Bunun üzerine Musa: "isteseydin buna
karsilik bir ücret alirdin, dedi. Salih kul söyle dedi: iste bu seninle benim
aramizin ayrilmasi demektir. Sabredemedigin seylerin içyüzünü sana
anlatacagim" (el-Kehf, 18/77,78). Evi, ücretsiz tamir etmesini salih kul
(hizir) söyle açiklar: "Bu ev, sehirde iki yetim çocugun idi. Duvarin
altinda kendilerine ait bir hazine vardi. Bunlarin babalari salih bir kimseydi.
Rabbin, onlarin rüstlerine erip, hazinelerini bizzat kendilerinin çikarmalarini
istedi. Bu Rabbinden bir rahmettir. Ben bunlari kendiligimden degil, Allâh'in
emriyle yaptim. iste, sabredemedigin seylerin içyüzü budur" (Kehf 18/82).
Bu hikmetlerle dolu
yolculuktan, insanlarin günlük hayatta karsilastiklari bir takim olaylarin,
bazan büyük felaketlerin bir görünen yüzünün bir de asil perde arkasinin
bulundugu anlasilmaktadir. Bazan ser olarak görülen olaylarin arkasindan büyük
hayirlarin ortaya çiktigi görülmektedir. Âyet-i Kerîmelerde söyle buyurulur:
"Hosumuza gitmedigi halde, savasmak size farz kilindi. Belki de hosumuza
gitmeyen bir sey sizin için daha hayirlidir. belki hosunuza giden bir sey de
sizin için daha kötüdür. Allah bilir siz ise bilmezsiniz (el Bakara, 2/216).
"... Eger karilarinizdan hoslanmiyorsaniz. olabilir ki, hosunuza gitmeyen
bir seyde Allah, sizin için çok hayir takdir etmistir. " (en-Nîsâ, 4/19).
Rasûlullah (s.a.s.), Hizir (a.s.)'in ilmiyle ilgili olarak, gemi yolculugu
sirasindaki bir konusmayi söyle nakleder: "Bir serçe, denizden gagasiyla
su alip, gemiye konmustu. Hizir (a.s.) bunu Hz. Musa'ya göstererek söyle dedi:
Allâh'in ilmi yaninda, benim ve senin ilmin, su serçenin denizden eksilttigi su
kadar bir seydir" (Buhârî, ilm, 44, (el-Enbiyâ, 27, Tefsîru Sûre 18/2;
Müslim, Fezâil, 180; Ahmet b. Hanbel, Müsned, II, 311, V, 118; bilgi için bk.
Ibn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, istanbul 1985, V,172-185).
Ahmet ÖNKAL
Hamdi DÖNDÜREN
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi
********
LOKMAN (LUKMAN) HEKIM
Bir nebî veya velî oldugu
ihtilâfli; ancak çogunlugun tercihine göre hakim bir sahsiyet.
Kur'ân-i Kerîm'de Lokman adi
iki yerde geçer (Lokman, 31/12,13). Kelime, ayni zamanda Mekkî bir surenin
adidir. Bu sûrenin nüzul sebebi Kureyslilerin Lokman'i Hz. Peygamber (s.a.s)'e
sormalaridir.
Lokman'in adi geçen iki
ayetin meâli söyledir: "Andolsun Biz Lokman'a Allah'a sükretmesi için
hikmet verdik. sükreden kimse ancak kendisi için sükretmis olur. Nankörlük eden
ise, bilsin ki Allah her seyden müstagnîdir, övülmeye lâyik olandir. Lokman,
ogluna ögüt vererek. "Yavrum, Allah'a es kosma, dogrusu es kosmak büyük
zulümdür" demisti " (Lokman, 31/12,13). Lokman'in adi içinde geçmese
de onun ogluna ögütleri devam etmektedir. Ancak arada iki ayet içinde Yüce
Allah, Lokman'in ögüdündeki es kosmayi(sirk) tekit için ana-babaya iyi
davranmak; yaradana sükür, ana-babaya tesekkür etmesini bilmekle beraber; eger
ana-baba Allah'a es kosmak üzere çocugunu körü körüne zorlarlarsa o çocugun
onlara itaat etmemesi, dünya islerinde onlarla güzelce geçinip Allah'a yönelen
kimselerin yoluna uymasi gerektigini bildirmektedir (Lokman, 31/14,15).
Lokman'in ögütleri söyle devam etmektedir: "Yavrum, isledigin sey bir
hardal tanesi agirliginca olsa da, bir kayanin içinde, göklerde veya yerde
bulunsa da, Allah onu getirip meydana kor. Dogrusu Allah Lâtif'dir,
haberdar'dir. Yavrum, namazi kil, iyiligi emret, kötülükten vazgeçir ve basina
gelene sabret; dogrusu bunlar azmedilmeye deger islerdir. Insanlari küçümseyip
yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Allah, kendini begenip böbürlenen
kimseyi hiç süphesiz ki sevmez. Yürüyüsünde ölçülü ol, sesini de kis! Seslerin
en çirkini süphesiz merkeplerin sesidir" (Lokman, 31/16-19).
Lokman suresinde geçen meâli
verilen ayetlerden anlasilmaktadir ki, bu zat bir hakimdir. Çünkü ona hikmet
verilmistir. Böyle bir hikmete ulasan kimseye gereken, o hikmete sükürdür.
Aslinda Yüce Allah'in, sükür de dahil hiç bir seye ihtiyaci yoktur. Ancak sükre
ihtiyaci olan Insandir. Çünkü Allah, sükredince nimetleri artirma vadinde
bulunmustur (ibrâhim, 14/7). Lokman, üç kere "yavrum" veya
"oglum" diye hitap ederek ogluna ögüt vermistir. Bunlardan ilkinde
Allah'a es, ortak kosmamasini ögütlemistir. Çünkü bu, Allah'in hakkini
baskasina vermek, kullarin ve bütün varliklarin yaratanina olan bu haksizlikla
onlarin haklarini çignemek, basta Yüce Allah'in ikram ettigi, serefli kildigi
Insan olmak üzere bu varliklari esas yaratanindan baska fâni, âciz, güçsüz
seylere yönelterek onlari tahkîr etmektir. Lokman, ikinci "yavrum"
hitabiyle baslayan ögüdünde, Yüce Allah'in hardal tanesi kadar da olsa yapilan
bütün iyilik ve kötülükleri gördügünü, bildigini ve onlari ahirette
degerlendirecegini anlatmistir. Nitekim Yüce Allah, zerre miktar hayir-ser
isleyenin karsiligini görecegini bildirmektedir (ez-Zilzâl, 99/7-8). Lokman,
yine ogluna hitaben üçüncü ögüdünde onun namazi kilmasini, iyiligi emredip
kötülükten vazgeçirmesini, basina gelene sabretmesini, Insanlara böbürlenip
kibirlenmemesini, çalim satip ögünmemesini, yürümesinde, konusurken sesinde
ölçülü olmasini tavsiye etmistir.
Lokman hakkinda hadislerde
de bazi bilgiler bulunmaktadir. En'âm suresi'nin 82. ayetinin nüzulünde
sahabeler: "Ey Allah'in Resulü! Bizim hangimiz nefsine zulmetmez
ki...?" dediklerinde, Peygamberimiz. Bu ayetteki zulüm sizin sandiginiz
gibi degildir. O zulüm, sirk demektir. Lokman'in ogluna nasihat ederken,
yavrum, Allah'a sirk kosma. Zira sirk en büyük zulümdür dedigini isitmediniz
mi?" cevabini vermistir (Sahîh-i Buhârî, Tecrîd-i Sarîh, Tercemesi, IX,
163). Lokman söyle derdi: "Yavrum, ilmi âlimlere karsi böbürlenmek,
sefihlerle münazarada bulunmak ve meclislerde gösteris yapmak için
ögrenme!" (Ahmed b. Hanbel, I,190). Bu anlatim ve devami baska bir
rivayette söyle yer almaktadir: "...Ginâ göstererek ve cehalete düserek
ilmi terketme! Yavrum, meclisleri ihmal etme! Allah'i anan bir topluluk
gördügünde onlarla otur. Eger âlimsen ilmin isine yarar; cahilsen onlar sana
ögretirler. Umulur ki Allah onlara rahmetini lütfeder, onlarla beraber sana da
ulasir. Allah'i anmayan bir lopluluk gördügünde onlarla oturma. Eger âlimsen
ilminin sana bir yarari olmaz; cahilsen onlar seni saptirirlar. Allah onlari
azabina düçar kilar, sana da onlarla beraber isabet eder" (Dârimî,
Mukaddime, 34). Yine bir hadis-i serifde ilim-hikmet hakkinda söyle
denilmektedir: "Hakîm Lokman ogluna su tavsiyede bulunmustur. Yavrum
âlimlerin yaninda otur ve dizlerinle onlara çok yaklas. Çünkü Allah, gökten
indirdigi yagmurla ölü topragi dirilttigi gibi, kalbleri hikmet nûruyla
diriltir"(Muvatta, ilim, 1). Lokman hakkinda baska bir hadis de söyledir:
"Hakim Lokman, söyle derdi: süphesiz Allah bir seyi emânet aldigi zaman onu
korur" (Ahmed b. Hanbel, II, 87).
Bu hadislerin, meselâ zulüm,
hikmet, ilim gibi konularda Kur'ân-i Kerîm'deki Lokman ile ilgili ayetlerle
rabitali oldugu görülmektedir.
Lokman'in kim oldugu
konusunda çesitli görüsler vardir. ibn ishak'a göre Lokman'in nesebi [Lokman b.
Bâur b. Nahor b. Tarih (Terah: Âzer)] Dördüncü. Kusakda Hz ibrahim (a.s)'in
babasi Âzer'e ulasir. Vâkidî, Lokman'in isrâilogullari kadisi, Eyle ve Medyen
taraflarinda yasayan, Eyle'de ölen bir kimse oldugunu zikreder. ikrime'ye göre
Lokman bir nebîdir. Ancak onun bir hakim oldugunda âlimlerin ittifaki vardir
(Sahih-i Buharî Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 163). Vehb b. Münebbih'e göre;
Lokman ibn Bâûra, Âzer neslindendir. Mukâtil'e göre ise, Hz. Eyyub (a.s)'in
kizkardesinin veya teyzesinin oglu idi. Uzun müddet yasadi. Hz. Davud'a yetisti
ve ondan ilim aldi. Sanat sahibi idi. Bir nebî oldugunu söyleyenler de oldu.
ibn Rüsd, Tehâfüt'ünde söyledigi gibi, her nebî hakîmdir, fakat her hakim nebî
degildir. Bakara sûresi'nin 269. ayetine göre Yüce Allah hikmeti istedigine
verir. Kime de hikmet verilmisse ona büyük hayir lütfedilmistir. Dolayisiyle o
kimsenin ilmen, amelen bunun sükrünü yerine getirmesi gerekir. Lokman için de
Kur'ân'da böyle söylenmistir (Elmalili Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'an Dili, IX,
3842-3843).
Lokman, Islâm'dan önceki
Araplarda kendisinden çok bahsedilen bir sahsiyet idi. Yahudi ve Hristiyan
kutsal kitaplarinda adi geçmez. Onun Âd kabilesinden veya Habesli bir köle
oldugu da belirtilmistir (S.G.F. Brandon, A Dictionary of Comparative Religion,
London 1970, s. 414).
Eski Arap geleneginde
cahiliyye devri Insanlari bu zata Lukmânü'l-Muammer diyorlardi. Onun yedi
kartalin ömrü kadar uzun yasadigina inanilirdi. Ebû Hâtim es-Sicistâni'nin
"Kitâbül-Muammarîn" adli eserinde Lokman, Hizir'dan sonra uzun
yasayan ikinci sahsiyet olarak yer alir. Yedi kartal ömrü bes yüz altmis yil
yapsa da çesitli rivayetlerde onun bin, hatta üç bin-üç bin bes yüz yil
yasadigi bile ileri sürülmüstür. Lokman'a, Nâbiga'nin siirlerinde bile
rastlanir. Cahiliyye geleneginde Lokman ayni zamanda bir kahraman ve hakim bir
kimse olarak da görülürdü. Bir çok macera ona isnat edilmisti. Bütün bunlar
arasinda Lokman, Âd kabilesinden olmakla bu kabîleye Sodom gibi günahkârligi
dolayisiyla kuraklik cezasi verildiginde, onun da dahil oldugu bazi kimseler
yagmur için dua etmek üzere Mekke'ye giderler. Ancak Âdlilar orada zevk ve
safâya dalip esas vazifelerini unuturlar. Hatirlatildiginda da birisi siyah bir
bulut isteyiverir. Âd kabilesinin mahvi bu bulutla olur. Aslinda onlarin
cezalandirilmalari Hz. Hûd'a itaatsizlikleri dolayisiyladir. Âd kavmi ile
ilgili ayetlerde ve Hûd suresinde Lokman'in adi geçmez (Bernhard Heller, iA.,
"Lokman ", maddesi).
Lokman, Kur'ân-i Kerîm'de
yer aldiktan sonra, Arapça darb-i mesel ve hikmet kitaplarindan
Kasasul-Enbiyalara kadar bir çok eserlerde yer aldi. Sa'lebî (ö. 427/1035)
Ârâisul-Mecâlis"inde ondan bahsederken Kur'ân'daki anlatimi baska
rivayetlerle genisletir. O, Lokman'in kim oldugu konusunda yukaridaki bütün
bilgileri verdikten sonra Mücâhid'in onun uzun dudakli siyahî bir köle oldugu
yolundaki rivayetlerini de bunlara ekler. Ancak bu rivayeti takviye sadedinde
Insanlardan Sudan'dan çikmis üç hayirli kimse arasinda, Bilâl (Habesli ?), Hz.
Ömer (r.a)'in kölesi Mühecca' ve Lokman'a (Sudan'in Misir'a yakin Nubya
tarafindan) yer veren rivayeti de almaktadir. O, Lokman'in Habes'li bir
marangoz, bir terzi oldugu konusundaki iddialari da aktardiktan sonra,
âlimlerin onun hakim olup nebî olmadiginda ittifak ettiklerini, bu konuda
ikrime'nin farkli görüse sahip oldugunu (bazilarina göre Lokman'in nebîlik ile
hakimlikten birini tercihte serbest birakildigi, onun hikmeti seçtigini)
belirtmektedir. O, ayrica Lokman'in nebî olmadigi; Allah'in çok tefekkür, iyi
yakin ile takvâ ehli kildigi bir kul oldugu; onun Allah'i, Allah'in da onu
sevdigi, ona hikmet lütfettigini açiklayan bir hadis de nakleder (Sa'lebi,
Arâisul-Mecâlis, 312).
Sa'lebî, Lokman'in, dünyada
sikinti çekenin refahtakinden hayirli oldugunu; dünyayi ahirete tercih edenin
dünyada da, ahirette de kaybedecegini; malin sihhat, nimetin nefis temizligi
gibi olmadigini; dogru söz, emaneti yerine teslim ve bos yere konusmayi terkin
hikmeti dogurdugunu söyledigini nakleder. Yine onun nakline göre Lokman ogluna
söyle dedi:
"Dünya derin bir
denizdir. Çoklari onda bogulmustur. O denizde senin gemin Allah'dan takvâ
olsun. Binegin Allah'a imanin ve yolun Allah'a tevekkül olsun. Umulur ki
kurtulursun; tamamen kurtulacagini da sanmam. Yavrum, Insanlar ibadet ve taatte
her gün noksanlastiklari halde nasil olur da vadolunduklarindan korkmazlar!
Yavrum! Dünyadan yetecek kadar al, ona kapilma, bu ahiretine zarar verir.
Dünyadan el etek de çekme, yoksa Insanlara yük olursun. Oruç tut, bu sehvetini
keser. Seni namazdan alikoyan orucu tutma, çünkü Allah'in katinda namaz oruçtan
daha büyüktür... Yavrum! iyiligi ondan anlayana yap. Nitekim koç ile kurt
arasinda dostluk olmadigi gibi; iyi ile kötü arasinda da dostluk olmaz.
Çekismeyi seven hakarete ugrar, kötülük olan yerlere giden töhmet altinda
kalir, kötülüge yaklasan kendini kurtaramaz ve dilini tutmayan pisman olur.
Yavrum! iyilerin hizmetinde bulun; fakat kötülerle dostluk kurma. Yavrum!
Güvenilir kimse ol ki zengin olasin. Kalbin günah lekeleriyle dolu oldugu halde
Insanlara, Allah'dan korkuyormussun gibi görünme. Yavrum, âlimlerle bir arada
bulun ve onlarin dizinin dibinden ayrilma; fakat onlarla tartismaya da girme,
yoksa sohbetlerinden seni mahrum ederler. Onlara bir sey sorarken nazik davran.
Seni ihmal ettiklerinde onlara bikkinlik verme, yoksa senden usanirlar. Yavrum!
her seyi arkani dönerek isteme ve yüzün dönük olarak da ondan uzaklasma! Zira
bu, basîreti azaltir ve akli zayiflatir. Yavrum, küçükken edepli olursan,
büyüdügünde faydasini görürsün! Yavrum, yolculuga çiktiginda, onu çekip
götürebilecegin bir yerde olmadikça, hayvanindan emin olma; çünkü onun sirti
çabuk yagir olur ve bu hakimlerin islerinden degildir. Gidecegin yere
yaklastiginda da hayvanindan in ve yürü; kendinden önce onu doyur. Gecenin ilk
saatlerinde yolculuga çikmaktan sakin! Sana gecenin yarisina kadar dinlenip
gece yarisindan sonra yola çikmani tavsiye ederim. Sefere çikarken yanina
kilicini, mest'ini, sarigini, elbiseni, su kabini, igne ve ipligini, biz'ini
(saraç ignesi) al! Ayrica yaninda sana ve beraberindekilere yetecek kadar ilâç
bulundur. Arkadaslarinla, Allah'a isyanin disindaki hususlarda uyum sagla ve
onlara vefâ göster! Yavrum, kanaatkâr görünmekten sakin, zira bu tavrin sana
gündüzleri söhret, geceleri ise süphe getirir. Yavrum, kendini unutup da
Insanlara iyiligi emretme! Yoksa senin durumun, Insanlara isik verdigi halde
kendisi yanarak tükenen kandile benzer! Yavrum, küçük isleri umursamazlik etme!
Çünkü küçük, yarin büyüge dönüsür. Yavrum, yalan söylemekten sakin! Çünkü
yalan, dînini ifsat eder, Insanlarin yaninda mürüvvetini noksanlastirir ve bu
durumda da utanma duygun yok olur; degerin düser, makam ve mevkiin elden gider;
küçümsenirsin, konustugun zaman sözün dinlenmez, söyledigine itibar edilemez.
Bu duruma düsüldügünde de yasamanin zevki kalmaz! Yavrum, kötü huydan, sikinti
vermekten, sabirsizliktan sakin! Bu hasletler karsisinda hiç bir arkadasin sana
dürüst davranmaz ve seninle aralarinda dâima bir mesafe birakirlar. isini sev;
sik sik karsilastigin olaylar karsisinda sabret! Insanlara karsi güzel huylu
ol! Zira huyu güzel olan, herkese güler yüz gösteren ve bunu yayginlastiran,
iyiler yaninda nasîbini alir; ona karsi iyi kimseler sevgi besler, kötüler de
ondan uzaklasir. Yavrum, gönlünü kederlerle ve kalbini üzüntülerle mesgul etme.
Aç gözlülükten sakin. Takdire riza göster. Allah tarafindan sana verilene
kanaat et ki hayatin güzellessin, gönlün sürurla dolsun ve hayattan zevk
alasin. Eger dünya zenginliklerinin senin için bir araya getirilmesini
istersen, Insanlarin ellerinde olanlara göz dikme! Zira peygamberleri bulunduklari
mertebeye ulastiran sey Insanlarin ellerinde bulunanlara göz dikmemeleridir.
Yavrum, dünya hayati kisadir. Senin oradaki ömrün ise daha da kisadir. Bu kisa
ömrün de daha az bir kismi geride kalmistir. Yavrum, iyiligi ehline yap, ehil
olmayana iyilik yapma; yoksa o, dünyada bosa gider, ahirette de sevabindan
mahrum olursun. iktisatli ol, savurgan olma; cimrilik derecesinde mala sarilma,
israfa varacak sekilde de onu dagitma! Yavrum, hikmete saril ki onunla ikram
göresin, onu yücelt ki sen de üstün tutulasin. Hikmet ahlâkinin en üstünü Allah
(c.c)'in dinidir. Yavrum, hasedçinin üç belirgin özelligi vardir: Giyabinda
dostunu çekistirir, yaninda oldugu zaman ona yaltaklanir, o bir musibete duçar
oldugunda da ona sevinir" (Sa'lebî, a.g.e., 313-315).
Lokman'la ilgili olarak
sadece ogluna ögütler, hikmetli sözler, atasözleri (emsâl, durub-i emsâl)
degil, kissalar da nakledildi. Bunlardan Lokman'in bir köle olarak birisine
takdim edildiginde. o, diger kölelerin incirleri onun yedigini ileri sürerek
efendilerini kandirmak istedikleri zaman, hep beraber sicak su içmelerini
tavsiye eder. Efendileri öyle yapar, sonunda Lokman yalniz su kusarken,
digerleri incir artiklarini su ile çikarmaya baslarlar. Bir gün efendisi, gelen
misafiri için, Lokman'a en iyi ne varsa onu ikram etmesini söyler. O da koyun
dili ve yüregi getirir. Bir baska gün yine misafir için bu defa en kötü ne
varsa onu çikarmasini söylediginde ayni seyleri verdigini görünce, sebebini
sorar. Lokman, iyi bir dil ve yürekten daha iyi bir sey olmadigi gibi, kötü bir
dil ve yürekten de daha kötü bir sey bulunmadigi cevabini verir (Sa'lebî, ayni
yer).
Lokman'a bu kissalar
dolayisiyla Araplar'in Ezop'u (Aesopos) denilmis, Avrupa'da Ezop'a atfedilen
bir çok nükteler Lokman'a isnat olunmustur. Batili yazarlar Lokman'la ilgili
kissalarin sonraki devirlerde Ezop'unkilerden kopya edildigini ileri sürerler.
Bu konuda karsilastirmalar ve örneklere de yer verip eski gelenekte Lokman,
hakîm, hatta peygamber bir kimse olarak taninirken; sonraki devrede artik köle,
marangoz haline sokuldugunu eklerler. Onlara göre Lokman; Bileam, Ahikar,
Ezopla ayni görülmüstür. Bileam, Kitab-i Mukaddes'te geçer. Müfessirler,
seceresi Lokman b. Bâûr b. Nahor b. Tarih seklinde geçen bu zatin ibrani
dilinde "bala", Arapça "Lakama" kökleri ayni yutmak
anlamina geldigi için, Kitab-i Mukaddes'teki karsiliginin Bileam oldugu
kanaatine ulasmislardir (Bileam için bk. Sa'lebî, 209 vd.). Lokman, Bileam
midir tartismasinda buna olumlu bakanlar yaninda karsi çikanlar; Lokman, Kur'ân
ve önceki gelenekte saygi duyulan; Bileâm, Kitab-i Mukaddes ve Aggada'da nefret
edilen bir kimsedir, demektedirler (bk. Belâm). Lokman'i, Roma'li Ahikar veya
Yunan'in Ezop'una benzetenler, onlarin sözlerinin veya onlarla ilgili
anlatimlarin benzerliklerine dayanmaktadirlar (Bernhard-N.A.
Stillman,"Lokman", Encyclopedia of islam, Leiden 1978, IV, 813).
Günay TÜMER
***********
HZ. ÜZEYR
(a.s)
israilogullarina
(Yahudilere) göre meshur bir peygamber olan Üzeyr (a.s)'in adi Kur'an-i
Kerîm'de geçmektedir. Fakat Islâm'a göre onun peygamber olup olmadigi hususunda
ihtilaf vardir.
Üzeyr (a.s)'in adi hakkinda
da alimlerin farkli yorumlari vardir. Bazi alimlere göre onun adi Arapça bir
isimdir. Diger bazi alimlere göre ise, Üzeyr kelimesi Arapça degil, ibranicedir
(el-Ukberî, imlau ma menne bihi'r Rahman, Misir, 1961, II, 7).
ibranice'de Üzeyr
kelimesinin karsiligi "Azra"dir. Tevrat'in bu dildeki nüshasinda
böyle geçmektedir (Biblio Hobraica, nsr. Rud. Kittel, Stuttgart,1952; Esra,
VII,1; Nehemio, VIII,13).
Üzeyr (a.s), Harun
Peygamber'in neslinden gelmektedir (es-Sa'lebî, el-Arais, Misir, 1951, 344).
Üzeyr (a.s)'in adi, Kur'an-i
Kerîm'de bir yerde geçmektedir: "Yahudiler. 'Üzeyr, Allah'in ogludur;
dediler. Hristiyanlar da: Mesih Allah'in ogludur', dediler. Bu, onlarin
agizlariyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkâr etmis(olan müsrik)lerin
sözlerine benzetiyorlar. Allah onlari kahretsin, nasil da (haktan batila)
çevriliyorlar!.. Hahamlarini ve rahiplerini Allah'tan ayri rehber edindiler,
Meryem oglu Mesîh'i de. Oysa kendilerine yalniz tek Tanri olan Allah'a ibâdet
etmeleri emredilmisti. Ondan baska ilâh yoktur. O, onlarin ortak kostuklari
seylerden münezzehtir" (et-Tevbe, 9/30, 31).
Burada söz konusu olan Üzeyr
(a.s) hakkinda çesitli rivâyetler vardir. En meshuru ibn Abbas'in rivâyetidir.
Buna göre, Yüce Allah isrâil ogullarinin elinde bulunan Tevrat'i onlardan aldi.
Tevratin içinde bulundugu sandigi kaybettiler. Ayni zamanda Tevrat
zihinlerinden de silindi. israil ogullari buna çok üzüldüler. Bilhassa Üzeyr
(a.s) Allah'a çok ibâdet etti; O'na yalvarip yakardi. Allah'tan inen bir nur,
onun kalbine girdi. Unutmus oldugu Tevrat'i hatirladi. Ondan sonra Tevrat'i
yeniden israil ogullarina ögretti. Daha sonra Tevrat'in içinde bulundugu sandik
bulundu. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'in ögrettiginin aslina uygun oldugunu
gördüler. Bunun üzerine Üzeyr (a.s)'i çok sevdiler. Fakat bu hususta asiri
gittiler. "O, olsa olsa Allah'in ogludur" dediler (ibn Cerir
et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Misir,1951, X,111). Bu âyetler, onlarin bu hususta
asiri gitmelerini ve Hristiyanlarin da, isâ (a.s) Allah'in ogludur diye söylemelerini
reddetme mahiyetinde nazil olmustur. Onlarin bu sözlerinin batil oldugu
anlatilmis ve Yüce Allah'in, onlarin bu iddialarindan münezzeh oldugu ifâde
edilmistir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esraru't Te'vîl, Misir, 1955, I,
196).
Yahudilerin bu hususta asiri
gitmeleri, Kur'an'in baska yerlerinde de tenkid edilmistir. "Vay haline o
kimselerin ki, Kitabi elleriyle yazip, az bir paraya satmak için, "Bu
Allah'in katindandir. " derler. Ellerinin yazarligindan ötürü vay haline
onlarin! Kazandiklarindan ötürü vay haline onlarin!" (el-Bakara, 2/79)
mealindeki âyette Yahudiler kasdedilmektedir. Onlarin Tevrat'i tahrif
ettikleri, ondan sonra kendileri tarafindan yazilan bir kitabi Allah'in kitabi
diye tanitmalari söz konusudur. Onlar bu sekilde kitab yazmislar, Allah'in
kelâmi olarak ileri sürmüsler ve bununla menfaat ile nüfûz saglamaya
çalismislardir. Bu âyette, onlarin bu yaptiklari tenkid edilmektedir (Muhammed
Ali es-Sâbûnî, Safvetu't-Tefâsir, istanbul, 1987, I, 71 vd).
Asagidaki âyette de,
Yahudilerin bu durumu tenkid edilmistir:
"Onlardan bir grup,
okuduklarini kitaptan sanasiniz diye kitabi okurken, dillerini egip bükerler.
Halbuki okuduklari, kitaptan degildir. Söyledikleri Allah katindan olmadigi
halde, "Bu, Allah katindandir. " derler. Onlar bile bile Allah'a
iftira ediyorlar" (Âlu imran, 3/78).
ibn Abbas (r.a)'dan
nakledildigine göre, bu ayette de Yahudiler kasdedilmektedir. Buna göre, onlar
Allah'in kelâmini kaybetmisler. Kendi uydurduklarini Allah'in kelami olarak
tanitmaya çalismislar. Onlarin bu yaptiklari yalan ve uydurmadir (ez-Zemahserî,
el-Kessâf, Kahire,1977, I, 182 vd.).
Üzeyr (a.s) ile ilgili
bulundugu söylenen diger bir ayet de söyledir;
"Yahut görmedin mi o
kimseyi ki, evlerinin çatilari duvarlari üzerine çökmüs (yikik dökük olmus)
issiz bir kasabaya ugradi. "Ölümünden sonra Allah bunlari nasil diriltir
acaba!" dedi. Hemen Allah onu öldürdü, yüz sene sonra tekrar diriltti.
"Ne kadar kaldin burada?" dedi. "Bir gün yahut bir kaç
saat" dedi. Allah ona: "Bilakis yüz sene kaldin. Yiyecegine ve
içecegine bak, henüz bozulmamistir. Bir de esegine bak. Seni Insanlar için bir
âyet (ibret isâreti) kilalim diye (yüz sene ölü tuttuk sonra tekrar dirilttik).
simdi sen kemiklere bak, onlari nasil birbiri üstüne koyuyor, sonra ona nasil
et giydiriyoruz. " dedi. Durum kendisince anlasilinca, "süphesiz
Allah'in her seye kadir oldugunu bilmeliyim" dedi (el-Bakara, 2/259).
Bu ayette söz konusu olan
zatin kim oldugu hususunda çesitli rivâyetler vardir. Fakat alimlerin
ekseriyetine göre bu zat, Üzeyr (a.s)'dir (el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl, I, 57).
Hz. Muhammed (s.a.s), Üzeyr
(a.s)'in peygamber olup olmadigi hususunda söyle buyurmustur: "Bilmiyorum,
Üzeyr peygamber midir, degil midir?" (Ali Nasif et-Tâc, III, 302). Bundan
dolayi Islâm inancinda Üzeyr (a.s)'in peygamberligi ihtilafli kabul edilmistir.
Peygamber olsun veya
olmasin, Üzeyr (a.s) Allah'a tam manasiyla inanmis, kamil imân sahibi olan bir
zatti. Hayati boyunca, Allah'in rizasini kazanmak için serden kaçmis, hayra
kosmustur. Çevresindeki Insanlari da bu sekilde inanmaya ve Allah'in emir ile
yasaklarina riâyet etmeye davet etmistir.
Nureddin TURGAY
*************
*************
ASHAB-I KEHF : Kur'an da ismi gecen ve Peygamber olmayanlar:
Ashab-i Kehf, Yahudiler'in
"genç yigitler" dedikleri kisilerdir. Bunlara; "magara
arkadaslari", "yedi uyurlar" adi da verilmektedir. Kehf sûresin onuncu
âyetinden yirmi yedinci âyetin sonuna kadar Ashâb-i Kehf'den bahsedilmektedir.
Ibn ishak'in naklettigine göre,
Ashâb-i Kehf, isa aleyhisselâm'in dini üzere amel eden birkaç genç olup, bunlar
kendilerini putlara taptirmak veya öldürmek için takip eden Roma toplumu ve
bölge valisine karsi mücâdele ve dinlerini korumak üzere daga çikmis, magaraya
gizlenmislerdi. Cenâbi Hak onlari düsmanlarindan korumak ve öldükten sonra
dirilmeye ibret ve isaret kilmak için üçyüzdokuz yil magarada uyuttu.
Uyandiklari zaman birkaç saat uyuduklarini sandilar. içlerinden birisi, bir
seyler almak için kasabaya inince bir kaç asir önceki gümüs para, olayin
anlasilmasina yol açti. Böylece topluma, öldükten sonra dirilmenin uygulamasi
gösterilmistir (9-22).
Hamdi DÖNDÜREN
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder