26 Kasım 2014 Çarşamba

Mahşerde Peygamberimizin şefaati nasıl olacak?




Mahşerde Hz. Peygamber (s.a.v.) şefaat edecektir

Mahşer âleminde, dirilme gününde Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimize şefaat yetkisi verilecektir. İslam akaid alimlerine ve bütün mezheplere göre bu konuda hiçbir tereddüt yoktur.
İslam tarihi boyunca, yoldan çıkmış, sapkın olarak nitelendirilmiş
 hariciler ve mutezile mezhebinden bazı kişiler hariç, şefaati inkâr eden hiç kimse olmamıştır.
Kadı İyaz
 bu konuda şöyle der: Ehli sünnet mezhebine mensup bütün alimler şefaatin gerçekleşeceği konusunda söz birliği yapmışlardır. Sapık mezhep sayılan hariciler ve mutezile mezhebine mensup bazı kişiler şefaati inkâr etmişlerdir. Bunların sözüne ise itibar edilmez.
Kuran-ı Kerim şefaatin olacağını haber veriyor. Bir ayette şöyle buyruluyor:
 "O gün Rahman olan Allah'ın izin verdiklerinden ve söz söylemesine müsaade edilenden başka hiçbir kimseye şefaat fayda vermez." (Taha, 109) Sebe suresinin 33. ayeti de aynı anlamdadır.Kadı İyaz'ın da dediği gibi, benzeri ayetlerin dışında ayrıca şefaat hakkındaki hadisler -inkâr edilmesi mümkün olmayan sayıda ve yoğunlukta- bir sayıya (tevatüre) ulaşmıştır.
Bazı ayetlerde görülen ve o gün şefaatin yarar sağlamayacağı şeklinde olan ayetler ise, (Müdessir, 48; Gafir, 18 gibi)
 kâfirler hakkında inan ayetlerdir. O ayetler kâfirlerin mahşerdeki halini anlatır. Yüce Rabbimiz bu ayetlerde, imansız olarak ölen ve putlara tapınanlara putlarının fayda sağlamayacağını belirtmiş olmaktadır.

Şefaat ne demektir?
 
Şefaat, Yüce Allah'ın kendi izni ve merhametiyle, mahşer günü günahkâr insanlara iyilik yapmaları için seçtiği bazı özel kurallarına yetki ve izin vermesidir. Onların bu husustaki aracılığına müsaade etmesidir. İzin ve yetki tamamıyla Yüce Allah'ın kontrolündedir. O, sevdiği bazı özel insanlara dünyadaki sadakatleri karşılığında vefasını gösterecektir. Yoksa Yüce Allah dileseydi hiçbir aracıya gerek görmeden yapacağını yapar ve bütün kullarını ya affeder veya cehennemlik ederdi. Ama dünya hayatında kendisine sadık kalan büyük peygamberlere, meleklerin bir kısmına ve şehitler gibi özel gruplara şefaat hakkı tanıyacaktır.

Mahşerde şefaat nasıl olacak?

Bu şuna benziyor: Kişi büyük suçlar işlemiştir. Deliller aleyhinedir. Belki suçu işlerken boş bulunmuş, belki bir anlık gaflete kurban olmuştur. Ama suçludur. Mahkemeye çıkacaktır. Fakat kendini savunacak ne mecali vardır, ne de hali. Büyük mahkemede kendisini savunacak, sözüne güvenilir bir aracı ister. Aracı da, mahkemede, hüküm verecek büyük makama karşı adamı anlatır. Onun halini arz eder. Adamın suç işlerken, zafiyet içinde olduğunu veya suçun büyüklüğünü anlamadığını beyan eder. Cezada indirim ister. Savunulacak hali olan bu suçluyu, en az cezayla kurtarmaya çabalar. İşte şefaat, buna benzemektedir. Büyük mahkeme müsaade etmedikçe aracının aracılığı da kabul edilmeyecektir.
 
Bu örnekteki büyük mahkeme, Rabbimizin mahkemesidir. Aracı Hz. Peygamber'dir (s.a.v.). Suçlu olan ise günahkâr Müslüman'dır.

En büyük şefaat Hz. Muhammed'e (s.a.v.) verilmiştir
Mahşer gününde en büyük şefaat yetkisi Hz. Peygamber'e (s.a.v.) verilecektir. Efendimiz de bu yetkiyi her mümin için kullanacaktır. O bunu şöyle anlatıyor: 
"Ben Adem oğlunun büyüğüyüm de bunda bir böbürlenme yoktur. Kıyamet günü dirilmek için yerin yarılmasıyla kabirden ilk çıkacak olan da benim. Bununla beraber böbürlenme yoktur. İlk şefaat ve şefaati ilk kabul olunacak kimse de benim. Ve bununla iftihar etmek de yoktur. Kıyamet günü hamd bayrağı benim elimde bulunacaktır. Bununla beraber böbürlenmek yoktur."
 
Hz. Peygamber (s.a.v.) Yüce Rabbimizin kendisine verdiği bu özel yetkiyi elbette O'nun emri ve rızası ile kullanacaktır. Rabbimiz müsaade etmezse, kim konuşabilir o dehşetli günde? Kim söz söyleyebilir? Kim ben varım diyebilir ki! Yerin, göğün ve ötelerin tek muktediri hâkimi, söz sahibi O'ndan başka kim olabilir ki.

Büyük günahkârlar şefaate ulaşacak mı?
Yaygın bir yanılgımız vardır. Zannederiz ki şefaat sadece küçük günah işleyenleredir.
Halbuki mesele bunun tam zıddınadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuda bizi şöyle bilgilendiriyor:
"Siz benim şefaatimi Allah'a kulluk görevini tam yapan müminlere yapacağımı mı sanıyorsunuz. Hayır öyle sanmayınız. Ve lakin o şefaatim günahkâr, hatalı ve pis işlere karışan Müslümanlar içindir."
 (İbn Mace, hd: 4311)
Büyük ve utanılacak günah işleyenler esas büyük şefaate muhtaçtır. Zira küçük günahlar dünya hayatında yapılacak duayla, tevbeyle, sadakayla ve benzeri iyiliklerle belki bağışlanacaktır. Ama öyle günahlar var ki, belki onları Yüce Allah ahirette cezalandırmak isteyecektir. Veya belki kul, bu günahlara tövbe
 etmediği için durumu büyük hesap gününe kalacaktır.
Merhamet önderi olan Peygamberimiz (s.a.v.) öyle diyordu zaten: "Benim şefaatim kıyamet gününde ümmetimden büyük günah işleyenleredir." (İbn Mace, hd: 4310, İbn Hibban,6433)
Bu hadisler şöyle anlaşılmamalıdır:
 
Müslüman her türlü sahtekârlığı, günahı suçu işlesin, nasılsa şefaatle kurtulacaktır. Eğer kişi bu anlayışta olursa, belki Yüce Rabbimiz ona bu kurnazlığından ötürü tövbe imkânını bile vermeyebilir. Çünkü günahlar işlenirken kişi günahı zafiyetinden dolayı işleyebilir ki bu, tövbe kapsamına girer. Veya günahı küçümseyerek işleyebilir ki bu şirke kapı açabilir.

Ben duamı ümmetime sakladım!
Bir seferinde Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle anlatıyordu:
 "Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır. Ve her peygamber bu duasını acele etti. (Yani reddedilmeyeceği Allah tarafından vaat olunan bu tek dua hakkını dünyada kullandı.) Fakat ben, duamı ümmetime şefaat için sakladım. Bu sakladığım dua ümmetimden olup da, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen herkese nasip olur." (İbn Mace, 4307; İbn Hibban, 6426)
Duha suresindeki "Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın" ayetine burada işaret vardır. Hz. İsa kendisine verilen bu tek dua hakkını İsrailoğulları için gökten sofra (maide) indirmek için kullandı. Hz. Nuh, azgın kavmin helakı için, Hz. Adem tövbesinin kabulü için kullandı. Rabbimiz bu büyük peygamberlerin duasını kabul etti.
Elbette ki ümmetinin cehennemde ebedi kalmamasını isteyen Hz. Peygamber'in (s.a.v.) duasını da mahşerde kabul edecektir.



Mahşerde Peygamberimizin şefaati nasıl olacak?

O bir gün sahabeyle otururken şöyle buyurdu: "Ben kıyamet günü bütün peygamberlerin efendisiyim, bunun sebebini biliyor musunuz?
Bu şöyle olur, Allah Teala kıyamet günü gelmiş geçmiş bütün mahlukatı düz bir meydanda toplar. Çağrıcı (melekler) herkese seslerini duyuracak şekilde nida ederler ve bakan her göz onları görür.
Güneş iyice yaklaştırılır.
İnsanlar başlarına gelen şiddet ve musibetlerden ötürü, tahammül edemeyecekleri bir keder ve üzüntü içine düşerler.
Sonra birbirlerine, 'Şuna halimizi görmez misin?
Rabbimizden bizim için şefaatçi olacak birini arayalım' derler. Ardından yine birbirlerine, 'Adem'e (a.s.) gidelim' derler ve Adem'in (a.s.) yanına varırlar. Ona 'Ey beşeriyetin babası Adem (a.s.)!
Allah (c.c.) seni kudret eliyle yarattı, rahmetinden sana ruh üfledi ve meleklere sana secde etmelerini emretti.
Rabbinin karında bizler için şefaatte bulun! Şu halimizi ve çektiklerimizi görmez misin?
Diye ricada bulunurlar.
Adem (a.s.), 'Rabbim bugün öyle kızgındır ki, bugüne kadar ne böyle kızdı ve ne de bundan sonra böyle kızacak. Rabbim beni o yasak ağaçtaki meyveden yememem hususunda uyarmış ve bana yasaklamıştı, ancak ben bu emri dinlemedim ve ondan yedim. Şimdi ben sadece kendimi düşünüyorum.
Bir başka peygambere, Nuh'a gidin der.
Herkes Nuh'un (a.s.) yanına varır. Ona, 'Ey Nuh (a.s.)! sen yeryüzünde, topluluk halindeki insanlara gönderilen elçilerin ilkisin. Sen Allah'ın şükreden kul olarak vasıflandırdığı birisin, Rabbinin katında bizler için şefaatçi ol, şu halimize baksana' derler.
Nuh (a.s.) 'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Benim rabbim katında reddedilmeyecek bir duam vardı, onu da kavmim için kullandım.



Şu anda kendi nefsimle meşgulüm. Bir başkasına, İbrahim Halifullah'a gidin' der. Herkes Hz. İbrahim'in yanına gider. O'na, 'Sen, Allah'ın elçisi, O'nun yeryüzündeki dostusun (Halilisin).
Rabbinden bizler için şefaat dileğinde bulun. Yoksa şu halimizi görmüyor musun, derler.
İbrahim (a.s.) 'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı şekilde öfkelidir. Ben üç yerde (bazı nedenlerle) yalan konuştum. (o sebeple sizlere şefaatçi olamam) der.
Ardından onları anlatır ve 'Bir başkasına Musa'ya (a.s.) gidin, o size yardımcı olsun' der.
Bunun üzerine herkes Musa'nın (a.s.) yanına varır.
Ona, 'Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin, O seni kendine elçi yaparak ve seninle konuşarak insanlara üstün kıldı. Rabbinin katında bizim için şefaatçi ol. Şu halimizi görmez misin? Derler. Musa (a.s.), 'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı şekilde öfkelidir. Ben Rabbimden emir almadığım halde birinin ölümüne sebep olmuştum. Bugün kendimden başkasını düşünemem.
Bir başkasına, İsa'ya gidin' der.
Onlar da İsa'ya (a.s.) giderler ve 'Ey İsa, sen Allah'ın peygamberi, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden ve kudretinden sana ruh bahşettiği birisin.
Sen daha beşikteyken insanlara konuştun. Rabbinden bizim için şefaat dile yoksa şu halimizi görmez misin, derler. İsa (a.s.) 'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı şekilde öfkelidir. Ben sadece kendimle meşgul olabilirim siz Muhammed'e gidin' der.
İsa (a.s.) şefaat edememesini herhangi bir hataya bağlamadı.
Bu sefer herkes benim yanıma gelir ve 'Ey Muhammed!
Sen Allah'ın peygamberi ve peygamberlerin en sonuncususun.
Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı. Bizim için Rabbinden şefaat dileğinde bulun! Yoksa şu halimizi görmez misin, derler.
Ben hemen arşın altına varır ve Rabbime secdeye kapanırım.

Allah (c.c.) bana, daha önce hiç kimseye göstermediği ve hiçbir kimseye açmadığı övgü ve hamd kapılarını açar, ben de Rabbimi en güzel sıfatlarıyla zikrederim, överim. Sonra bana, 'Ey Muhammed! Başını kaldır, ne istersen sana verilecek şefaat etin kabul edilecek' denir. Ben de, 'Yarabbi ümmetim, ya rabbi ümmetim!' derim. Sonra bana, 'Ey Muhammed! Kendisine sorgu sual olmayanları cennetin sağ kapılarından sok; bunların diğerleri gibi başka kapılardan girme hakları da vardır' denilir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder