19 Kasım 2014 Çarşamba

Selahaddin Eyyübi den Ahmet Yasin’e Ümidi Diri Tutmak : Selahaddin Eyyubi’nin kurduğu İslam Birliği gibi onun zamanındaki nedenlerle, bugün de Müslümanlar için bir İslam Birliği gereklidir.


Selahaddin Eyyubi’nin kurduğu İslam Birliği’nden bugüne dek tam 8 yüzyıl geçti. Ama, tam da onun zamanındaki nedenlerle, bugün de Müslümanlar için bir İslam Birliği gereklidir. 

Bugün de İslam dünyasına karşı Haçlılar devrinde olduğu gibi birleşik bir askeri saldırı söz konusudur.

İslam dünyası, farklı coğrafyalarda farklı tehditler altındadır. Dahası, İslam dünyası diğer medeniyetlerin gerisinde kalmış, bilim, teknoloji, kültür, sanat, düşünce gibi alanlarda -uzun zaman dünyanın öncüsü olmasına karşın- geri duruma düşmüştür.

 Öte yandan diğer medeniyetlerde üretilen birtakım yanlış felsefe ve ideolojiler de, 19. yüzyıldan itibaren İslam dünyasına taşınmakta, Kuran ahlakını tam anlamıyla bilmeyen bazı Müslümanları etkisi altına almaktadır. İslam’ı temsil etme iddiasıyla ortaya çıkan, ama gerçekte İslam ahlakına tamamen aykırı vahşetler uygulayan bazı radikaller ise, İslam ile diğer medeniyetler arasında çatışma körüklemek isteyenlere, çoğu kez bilmeyerek, hizmet etmektedirler.

Tüm bunların son bulması, Müslümanların yeniden dünyaya yön veren, ışık tutan, adalet ve barış getiren, kendisine gıpta edilen bir medeniyet kurmaları içinse, bir zamanlar Selahaddin Eyyubi’nin izlediği yöntemin izlenmesi gereklidir: İslam dünyasında ahlaki, ilmi, imani bir yeniden doğuş başlatmak ve bir yandan da Müslümanların siyasi birliğini sağlamak.

Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz .(Al-i İmran Suresi, 103) 

Selahaddin doğduğunda Kudüs Haçlı işgali altındaydı. 
Haçlılarla savaşan bir babanın  (Necmiddîn Eyyûb) oğlu olarak 1138 yılında Tikrit’te dünyaya geldi. O dönem müslümanların arasındaki dağınıklık, kargaşa ve Haçlılarla işbirliği yapan Fatımi fitnesi, Selahaddin’in iyi bir eğitim almasını ve geleceğe hazırlanmasına mani olmadı. Babası Dımeşk valisi olduğu için iyi bir şehzade olarak yetiştirilen Selahaddin genç yaşlarda Haçlılara karşı yapılan seferlere katılarak büyüdü. 

Tarihçilerin anlattığına göre Selâhaddin zamanını ya ilim ya cihad veya devlet işleriyle geçirirdi. Kur’an’ı ezberlemiş ve iyi bir eğitim görmüştü. Tarih bilgisinin kuvvetli, kültürünün geniş olduğu, meclisinde bulunanların başkasından duymadıkları şeyleri ondan duydukları söylenmiştir.Yirmi beş yaşına geldiğinde, her türlü  eğitimini tamalamış, Arapça, Türkçe, Farsça ve Kürtçe bilen birisiydi artık. 

Daha bu yaşlarda bir yandan Kudüs’ün Haçlı Krallığı, bir yandan Bizans ve Haçlı ittifakı ile işbirliği yapan Fatımilerin Mısır sıkıntılarıyla, Norman donanmasının saldırılarıyla, bir yandan Libya, Tunus, Yemen, Halep, Dımeşk, Hama ve Musul’da başgösteren iç isyanlarla başetmesi gerekiyordu. 

Bütün bu iç sıkıntıları halledip İslam birliğini sağladıktan sonra, esas hedefine yöneldi. Selâhaddin, Hittîn denilen yerde Haçlılar’la yaptığı meydan savaşında büyük bir zafer kazandı (24-25 Rebîülâhir 583 / 3-4 Temmuz 1187). Haçlı ordusu imha edildi, bir kısmı esir alındı.


 Esirler arasında Kral Guy de Lusignan ve Renauld de Châtillon da vardı.  Ve Allah ona Mi‘rac mûcizesinin yıl dönümü olan 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Kudüs’ü fethethetmeyi nasip etti. Sûr şehri hariç Filistin’deki bütün kaleler bir yıl sonra tamamen Selâhaddin’in eline geçti.

Hicaz bölgesine, özellikle Mekke ve Medine’ye önem veren Selâhaddin “hâdimü’l-Haremeyn” unvanını kullanan ilk hükümdar olmuştur. Öldüğünde Mısır, Libya, Yemen, Filistin, Suriye ile Malatya ve Ahlat’a kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve Hemedan’a kadar Kürdistan’da, onun adına hutbe okunuyordu..Selâhaddin kuvvetli bir ordu, iyi çalışan bir devlet teşkilâtı kurmuş, Fâtımî hilâfetini yıkarak bölgedeki ideolojik parçalanmaya son vermişti. Onun ikinci büyük başarısı Kudüs’ü ve Haçlılar’ın elinde olan birçok yeri kurtarmasıydı. Kudüs’ü geri alması İslâm dünyasının en ünlü kahramanları arasında yer almasını sağlamıştır. Mehmet Akif onun için Şark’ın en sevgili sultanı demiştir. İmar faaliyetleriyle yakından ilgilenen Selâhaddin’in devrinde Filistin, Mısır, Hicaz ve Yemen’de çok sayıda medrese, zâviye, cami, köprü, kale, hamam inşa edilmiştir. Bu dönemde İslâm dünyasının her tarafından Eyyûbîler ülkesine akın eden âlimler ve talebeler çok sayıda ilmî eser kaleme almıştır. Onun faaliyetleri kendisinden sonra gelen devlet adamlarına örnek teşkil etmiş, Suriye ve Mısır İslâm dünyasının önemli ilim merkezleri haline gelmiştir. Hicaz bölgesine, özellikle Mekke ve Medine’ye özel önem veren Selâhaddin, kaynakların ittifakla belirttiğine göre dindar, merhametli, cömert, güler yüzlü, vakur, sağlam iradeli, mert ve heybetli bir kişiydi. Doğulu ve Batılı tarihçilerin, yazarların eserlerinde kendisinden övgüyle söz edilmiştir. Sultanlığı döneminde aynı kişilerle çalışmış, onlara değer vermiştir. Emîrlerinden hiçbiriyle bir ihtilâfa düşmemiş, danışmanlarının görüşlerine daima önem vermiştir. Danışmanlarından Üsâme b. Münkız onu Hulefâ-yi Râşidîn devrini yeniden canlandıran bir kişi olarak anar. Selâhaddin verdiği sözü ne pahasına olursa olsun tutar, affetmeyi severdi. “Af konusunda hata etmek haklı olarak cezalandırmaktan daha çok hoşuma gider” dediği nakledilir. Eman verdiği kişileri kesinlikle cezalandırmamış, Haçlılar onun bu yönünü çok takdir etmiştir. Adaleti özellikle vurgulanmıştır. Aşırı derecede cömert olduğu, öldüğünde özel hazinesinden sadece 1 Mısır dinarıyla 36 veya 47 Nâsırî dirhemi çıktığı kaydedilir.
Bu yazıda amacım size Selahaddin hakkında ansiklopedik bilgi vermek değil. Her türlü savaşın, yenilginin ve dağınıklığın içinde ümidi diri tutarak uzun vadeli çabalar ve ekilen tohumların bir gün mutlaka sonuç vereceğinin bilinci içinde olmayı hatırlatmak. Tıpkı Selahaddin’in annesi gibi. Annesinin onu sürekli Kudüs ninileri ile büyüttüğü yazılır.
1937 yılında dünyaya gelen Ahmet Yasin 1967 savaşı olduğunda 30 yaşındaydı.  Araplar karşısında kesin bir zafer olan bu savaşta siyonist çete, topraklarını savaş öncesine göre dört katına çıkardı. Savaş başlamadan önce 26 Mayıs’ta Nasır yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu. “Eğer savaş gelecek olursa, bu topyekün bir savaş ve hedefimiz İsrail’i yoketmek olacaktır. Bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve şimdi İsrail ile savaş için hazırız.  Bu sefer 1956’daki gibi olmayacak. O zaman İsrail ile değil, İngiltere ve Fransa ile savaşmıştık”. Al Ahram gazetesinin başyazarı Muhammed Heykel de, yine aynı gün, “Savaş kaçınılmazdır. Araplar ilk defa olarak iradelerini İsrail’e kabul ettirebileceklerdir” diyordu. 30 Mayıs’ta Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) ile Ürdün arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya 4 Haziran’da Irak da katıldı. Mısır Başkanı Nasır bu katılma dolayısiyle yaptığı konuşmada, “1956 ihanetinin intikamını almak için savaşın başlamasını şiddetle arzuluyoruz. Bu savaş bütün dünyaya Arapların da, İsrail’in de ne olduğunu anlatacaktır” diyordu.
Savaşın sonu Araplar için tam bir hezimetti. Savaştan sonra bir Arap askeri gücü kalmamıştı. Mısır Sina’ya 80-100 bin kişilik bir kuvvet sürmesine rağmen bir şey yapamamıştı. Mısır 600-800 tank kaybetmişti. 100’den fazla kullanılabilir Sovyet yapısı tank İsrail’in eline geçmişti. Yine Mısır’ın 400 topu ile 10.000 askeri aracı Sina’da tahrip edilmişti. Tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı 441 olarak tesbit edilmiştir ki, bunun içinde Sovyet yapısı 280 Mig ve 60 Ilyuşin uçağı da bulunmaktaydı. Başka bir deyimle, 1967 Arap yenilgisi, aynı zamanda Sovyet silahlarının da yenilgisi idi.
Savaştan once Mısır medyası yine şöyle diyordu; “denize dökeceğimiz yahudilerle Akdenizdeki balıklar ziyafet edecek.” Böyle yüksek bir beklenti içindeyken tam tersi bir sonuç İslam dünyasında bir çöküntü meydana getirdi. Bu y’es ve karamsarlık kimsenin kolunu kanadını kıpırdatamaz hale getirmişti.
Bu ortamda imanının ye’s ve karamsarlığı yasakladığını bilen şeyh bir şeyler yapılması gerektiğinin farkında bazı gözlemleri ve tespitleri olduğunu aktarıyor öğrencileri. Şeyh halkı gözlemleyerek üçe ayırır. 40-60 yaş arası; karamsarlığın kalplerine sindiği ve hiç bir şey yapamaz durumunda olanlar. 20-40 yaş arası; gayr-ı İslami seküler eğitimden geçmiş, eğlence ve sefahat düşkünü bir kuşak. Bu kuşağın birşeyler yapmak isteyenleri de, milliyyetçi ve marksist düşüncelerle zehirlenmişler. Bunun üzerine Şeyh, birşeyler yapılacaksa bunun 20 yaş altı yepyeni bir kuşakla ve tamamen İslami şiarlarla olması gerektiğine karar verir.  Bu düşüncelerle kurulan İslam Merkezi vasıtasıyla, her türlü İslami eğitim, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, halkı bilinçlendirme, örgütlenme v.s. çalışmalarına başlar. O gün başlayan çalışmalar bu gün meyvesini vermektedir. Dr. Abdulaziz Er Rantisi, Dr. Nizar Reyyan, Said Siyam, Ahmed El-Ca’beri, İsmail Heniyye, Halid Meşal, Yahya Ayyaş, İmad Akil, Cemal Mansur, Cemal Selim, Salah Şehade, Şeyh İbrahim El Mukaddime. (Bu saydıklarımdan, Heniye ve Meşal hariç hepsi şehit oldular.)
Gazze’de şu an yaşananlar canımızı sıkabilir. Ancak madalyonun öbür yüzünde şu var. Direk ve dolaylı destek vereniyle 9 ülkeyi 6 günde yenilgiye uğratan siyonist çete, Ahmet Yasin’in yetiştirdiği öğrencilere verdiği kayıp ve süreye bakın. Star Gazetesinden Cemil Ertem’in bu saldırı için dediği gibi “ İsrail bu sefer hiç beklemediği bir yenilgiyle karşılaşacak; hem askeri hem de siyasi ve diplomatik olarak. Netanyahu iktidarı ve bu savaş yolunu, faşist yayılmayı destekleyen ve bunun için kurulmuş Likud gibi partiler iktidarlarını ve güçlerini kaybedecekler.”
Ahmet Yasin’in öğrencileri kendilerine düşeni yaptı, kıt imkanlarla silahlarını ürettiler. Peki 1967 savaşında Sovyet silahlarına güvenerek aldıkları yenilgiden bu yana ne yaptı halkı müslüman olan devletler. Cemil Ertem’de Hamas’ın ulaştığı bu başarısını, bu ayrıntıyı farketmesine bağlıyor.  “Dikkat ediyorsanız İsrail beklemediği ve ciddi kayıplar veriyor. İsrail belki de, 1967’den beri ilk defa bu kadar ısrarlı ve çelik çekirdek bir direnişle karşılaşıyor. Bunun askeri-siyasi ve ekonomik nedenleri var. Askeri ve siyasi olarak; İsrail işgaline karşı direnen örgütler, yıllar süren mücadelenin örgütlülüğünü ve deneyimini taşıyorlar ve haberleşme, silah donanımı açısından da İsrail’in başa çıkamayacağı bir gerilla ağını oluşturmuş durumdalar. Bu durumun benzeri ile ABD, Vietnam’da karşılaştı ve yenildi; işte bu yenilgiden beri ispatlanmıştır ki, yaygın gerilla alt yapısı oluşturan, yerel halk desteği alan ve dünya kamuoyunda da haklı olduğu kabul edilmiş direniş hareketleri, meşru, giderek genişleyen siyasal bir zemine oturur ve kesinlikle kazanır. Filistin hareketi ve direnişi bu noktaya bugün ilk defa ulaşıyor. Peki daha önce neden bu noktaya gelemediler; bu çok önemli bir soru ve yanıtı da çok uzun ama bir cümle ile söylemeye çalışırsak o da şu olur sanıyorum: Filistin direnişi, üzerinden Ortadoğu’nun tepeden inmeci Baas diktalarının hakimiyetini ve Batıcı-ama antiemperyalist cilalı- bürokratik devlet ideolojisini atıyor. Batıdan ideolojik olarak da ayrışarak siyasal İslam çizgisinde yeni enternasyonal (ümmetçi) bir temelden yola çıkıyor.”

“Çünkü karşısındaki güç, her anlamda, ondan daha donanımlı ve daha kondisyonludur. İsrail, hergün 10 askerinin ölmesine bir ay dayanabilir ama Filistinliler çoluk çocuk zaten 1967’den beri hergün yüzlerce ölüyorlar ve kaybedecek bir şeyleri yok.” 
Filistinliler için bu başarının, ümmetin geri kalanları açısından bu başarısızlığın altında Şeyhin tedavi gördüğü Amman dönüşü Gazze’de yapılan bir röportajda yaptığı şu nasihatın uygulayanlarla (Hamas), uygulamayan ümmetin geri kalanı arasındaki farkta yatıyor. “Benim bütün Müslüman gençlere nasihatim en başta İslam ahlakıyla ahlaklanmalarıdır. Doğruluk, güvenilirlik, ahde vefa, sevgi, kararlılık, çalışma ve üründe ihlas, Müslümanlarla yardımlaşmak ve onların dertleriyle dertlenmek de İslam ahlakının gereklerindendir. Allah yolunda cihad ve Allahu Teala’nın kelamının en yüce olması için başkalarıyla yardımlaşmakda İslam ahlakının gereklerinden biridir. Müslümanlara da ilme önem vermelerini tavsiye ediyorum. İlim gelecekte bizim düşmanımıza karşı zafer elde etmekte kullanacağımız silahımız olacak. Cehaletle zafer elde edemeyiz. Dini, dünyayı ve ahireti kuşatacak bir ilimle ancak zafer elde edebiliriz.”
Ahmet Yasin’in başarı için yaptığı tavsiyelerle, arkasından hayırla yad edilen Selahaddin için kullanılan ifadeler birbirine çok benziyor.
TDV İslam Ansiklopedisi
Fahir ARMAOĞLU – 20.Yüzyılın Siyasi Tarihi



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder