20 Kasım 2014 Perşembe

PEKİ GAYBI KİM BİLİR? VE KİM BİLEBİLİR : Gayb i Allah'tan başkası bilemez.Gayb"i peygamberler de bilemez. Evet peygamber dahi bilemez! Allah, razı olduğu elçilerine bazı gayb i haberlerini bildirir.


De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. Neml-65 

Akılla bilinemeyen tüm şeylerin anahtarları, O'nun katındadır. Onları Allah'tan başka kimse bilemez. O karada ve denizde olan herşeyi bilir, bir yaprak düşmez ki, O bundan haberdar olmasın ve ne yeryüzünün karanlığında tek bir tane, ne de yaş ve kuru hiç bir şey yoktur ki, hepsi O'nun apaçık kitabında kaydedilmiş olmasın.  En’âm / 59

Bu sorunun cevabı Kur'an'da verilmiştir. Allah'ın Kur'an'da bildirdiğine göre:

1- "Gayb"i Allah'tan başkası bilemez.
2- "Gayb"i peygamberler de bilemez. Evet peygamber dahi bilemez!
3- Allah, razı olduğu elçilerine bazı "gayb" haberlerini bildirir.(bu ise peygamberin bildiği anlamına gelmez aksine Allah’ın ona bildirmesi iledir yoksa peygamber de bir beşerdir ve aciz birer kuldur Allah karşısında. Evet aciz ve caresiz birer kuldur!)




1- Gayb’ı Allah’tan başkası bilemez!

-Ve gaybin anahtarları yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.( En'am 59)

-Ve göklerin ve yerin gaybi sadece Allah'a aittir. Ve tüm iş/oluş yalnızca O'na döndürülür. O halde O'na kulluk et, O'na dayanıp güven. Rabbin, yapmakta olduklarınızdan gafil [habersiz, duyarsız] değildir. (Ra'd 9)

- (Allah) gaybi de, açıkta olanı da bilendir, pek büyüktür, yücedir.( Hud 123)

-Ve göklerin ve yerin gaybi sadece Allah'a aittir. Saatin emri [kıyametin koparılması] de yalnızca göz açıp kapama gibidir veya o, daha yakındır. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir.( Nahl 77)

-De ki: "Göklerde ve yerde gaybi Allah'tan başka kimse bilmez. Onlar, ne zaman diriltileceklerinin bilincine de varmazlar.( Neml 65)

-Kesinlikle Allah göklerin ve yerin gaybini bilendir. Hiç şüphesiz O, göğüslerin içindekini de çok iyi bilendir.( Fatır 38)

-Hiç şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybini bilir. Allah yapmakta olduklarınızı da görendir.( Hucurat 18)

-(O) gaybi bilendir. O kendi gaybini kimseye açık tutmaz.( Cinn 26)

-Ve: "Ona Rabbinden bir ayet [mucize] indirilseydi ya!" (Onlara) "gayb kesinlikle Allah'a aittir. Hadi bekleyin. Ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim" deyiver.( Yunus 20)

Evet bu muhkem güneş gibi acık-sarih ayetlerde net bir şekilde görüyoruz ki ‘’Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez!!! Buna itikat ettikten sonra geçelim diğer kısımlara;

PEYGAMBERLER DE "GAYB"İ BİLMEZLER ve MANEVİ ŞAHSİYETLERİ YOKTUR BU DÜNYADAN GÖÇMÜŞLER ARTIK BİZİ GÖZETEMEZLER





-Allah, elçileri toplayacağı gün şöyle diyecek: "Size verilen cevap nedir?" Onlar da: "Bizim hiçbir bilgimiz yoktur; şüphesiz ki gaybleri bilen Sensin, Sen." (Maide 109)

-De ki: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybi de bilmem ben. Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum." De ki: "Körle gören eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz ?"( En'âm 50)

-De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka bir yarara güç yetiremem. Zarara da. Ve eğer ben gaybi bilseydim elbette daha çok hayır yapardım. Ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, inanan bir toplum için bir uyarıcı ve müjdeciden başka bir şey değilim."( A'râf 188)

-Ve çevrenizdeki bedevîlerden / bilgiçlik taslayanlardan münafıklar var. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar var. Sen bilmezsin onları. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba itilecekler.( Tövbe 101)

-(Nuh peygamber) Ben size "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır" demiyorum ki. Ben gaybi bilmem. Ben bir meleğim de demiyorum. Ama gözlerinizin horlayarak baktığı kişiler için "Allah bunlara hiçbir hayır vermeyecek" diyemem. Onların nefislerinde neyin saklı olduğunu Allah daha iyi bilir. Başka türlü davranırsam kesinlikle zalimlerden olurum(Hud 31)

-De ki: "Ben, elçilerden bir türedi değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum. Ve ben açıkça uyaran bir elçiden başka bir şey değilim.(Ahkâf 9)

Evet, şimdi güneş’in aydınlığı gibi apaçık ayetler ile gördük ki Peygamberler dahi gaybı bilemez!! Evet dikkat edin Peygamberler dahi bilemez. Buna böyle itikat ettikten sonra bakalım Allah kendi gayb’ından istisna ettiği kısımlar var mı? Evet Allah kendi gaybını geçmiş ümmetten bazıları ve bir de seçtiği peygambere bildirir.

ALLAH'IN RAZI OLDUĞU PEYGAMBERLERE "GAYB"İ BİLDİRMESİ:

Rabbimiz Kur'an'da, seçtiği ve kendilerinden razı olduğu elçilerine "gayb"i bildireceğini açıklamıştır:

-Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırt edinceye kadar müminleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde bırakacak değildir. Allah sizleri gayb üzerine muttali kılacak da değildir. Velâkin Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse Allah'a ve elçisine iman edin. Ve eğer iman eder ve takvalı davranırsanız, işte o zaman sizin için büyük bir karşılık vardır.( Âl-i Imran 179)

-(O) Gaybi bilendir. O kendi gaybini kimseye açık tutmaz.
Ancak razı olduğu / seçtiği bir elçi müstesna... Çünkü O, onun [elçisinin] önünden ve arkasından gözetleyiciler salar.( Cinn 26, 27)

Evet sadece seçtiği bazı peygamberler hariç! Bunların sebebi ise önlerine arkasına gözetleyiciler koymuştur. Bunun dışında gaybı kimse bilemez. Cinlerden ve şeytandan haber alanlar ise ancak yalan konuşurlar…Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,'(ayetlere aldırış etmeyen) günaha düşkün olan her yalancıya inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler. (Şuara 221-223)

-(Yakup peygamber) Dedi ki: "Ben, içimi doldurup taşan özlemimi, kederimi Allah'a arz ederim. Ve sizin bilmediğiniz şeyleri Allah'tan biliyorum.( Yusuf 86)
Bu ayetler peygamberlerin kendiliğinden "gayb"i bilemeyeceklerini ancak Allah'ın peygamberlerine vahyederek onlara gaybe ait bazı bilgileri verdiğini göstermektedir. "Gayb"e ait haberler bu elçilere vahiy yoluyla ayetler hâlinde bildirilir, elçiler de bu bilgileri görevleri gereği insanlığa ulaştırırlar. Bunun böyle olduğunu gösteren Kur'an'da daha birçok ayet vardır:

-Bunlar [Imran ailesi, Meryem ve Zekeriyya ile ilgili anlatılanlar] gayb haberlerindendir. Bunları sana vahyediyoruz. Çünkü onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemlerini atarlarken [kura çekerlerken] sen yanlarında değildin. Onlar çekişirlerken de sen yanlarında değildin.( Âl-i Imran 44)

-Bunlar (Nuh ile ilgili anlatılanlar), sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz akıbet, takvalı davrananlarındır.( Hud 49)

-İşte bunlar (Yusuf ile ilgili anlatılanlar) sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar işlerine birlikte karar verip tuzak kurarlarken sen yanlarında değildin. (Yusuf 102 )

-Biz Musa'ya o emri yerine getirttiğimizde, sen batı tarafında değildin. Sen tanıklardan da değildin.
Ancak biz birçok nesiller inşa ettik de onların üzerine ömürler uzayıp geçti. Ve sen Medyen içinde yaşayıp da ayetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş değilsin. Ancak gönderen Biziz.
Seslendiğimiz zaman da sen Tur'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olmak üzere senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için. Umulur ki, öğüt alıp düşünürler diye.( Kasas 44-46)


Allah'ın gelecekteki olayların görüntülerini görme ve bu görüntüleri tevil etme ayrıcalığı tanımak suretiyle elçilerine gaybi bildirdiğine dair örnekler de vardır. Meselâ Yüce Allah Yusuf peygambere "olayların tevili"ni öğretmiş, Yusuf peygamber de bu sayede zindan arkadaşlarının gördükleri görüntüleri ve hükümdarın gördüğü görüntüyü doğru olarak açıklamıştır. Başka bir ifade ile Yusuf peygamber, Allah'ın kendisine öğrettikleri ile geleceğe ait görüntüleri tevil etmiş ve o görüntülerin neleri ifade ettiğini bilmiştir. Bu olayların ayrıntıları Yusuf suresinin 36-49. ayetlerindedir. Allah'ın, geleceğe ait görüntüleri göstermek suretiyle gaybten bilgi vermesinin bir örneği de peygamberimizle ilgilidir. Fetih suresinin 27. ayetinden anlaşıldığına göre, Rabbimiz, Mekke'yi fethedeceğinin görüntülerini peygamberimize önceden göstermiştir. Böylelikle peygamberimiz, gayb haberi mahiyetinde olan bu görüntüler sayesinde Mekke'nin fethini önceden bilmiştir:

-Ant olsun ki Allah, elçisine o görüntüyü hakk ile doğru çıkardı. Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Öyleyse O [Allah], sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da bundan önce size yakın bir fetih verdi.( Fetih 27)


O halde Peygamberler dahil Allah’tan başka kimse gaybı bilemez! Bu bizim asıl kaidemizdir ve itikadımızda böyledir. Ancak Allah’ın bizzat kur’an ve sahih hadislerde gaybı bildirdiğini söyledikleri insanların dışında da kimse gaybı bilecek değildir. Mesela Allah Peygamberlerine zaman zaman gaybı bildirdiğini bizzat Kur’an’da vurgulamıştır. Şöyle ki;

-(O) Gaybi bilendir. O kendi gaybini kimseye açık tutmaz.
Ancak razı olduğu / seçtiği bir elçi müstesna... Çünkü O, onun [elçisinin] önünden ve arkasından gözetleyiciler salar.( Cinn 26, 27)

evet demek ki; Allah kendi elçilerine sınırlı olarak gaybı bildirebilir bu ise vahiy şeklinde oluyor yoksa peygamberin isteği ile olacak şey değil! Hatta Kehf suresinde peygamber sanki vahiy kendisinin elindeymiş gibi müşriklere;’’ gidin yarın size cevap vereceğim’’ dediği zaman Allah onu uyarıyor ve ‘’Allah’ın izni ile cevap vereceğim de ‘’ şeklinde uyarılıyor.

Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı gibi, Allah'ın bunca ayetine rağmen gerek peygamberimizin "gayb"i bildiğini iddia eden, gerekse bu iddiaya inanan insanların Kur'an okumadıkları veya Kur'an'a itibar etmedikleri meydandadır. Ama acaba neden bu insanlar herkesin yapabileceği şu basit akıl yürütmelerini yapmamışlardır?

1- Tarih ve siyer kitapları yanında, "sahih" hadis kitaplarında da genişçe yer verildiği gibi, peygamberimiz hem Mekke'de hem de Medine'de istihbaratçı casuslar kullanmıştır. Eğer "gayb"i bilseydi, bu yönteme gerek duymaz, "gayb"i bildiği için durumu kendine göre değerlendirirdi.

2- Yine tüm "sahih" hadis kitaplarında belirtildiği gibi, peygamberimiz, mahkemelerde baktığı davalarda her iki tarafın da davalarını ispat edebilmeleri için mutlaka tanıklar getirmelerini istemiştir. Eğer "gayb"i bilseydi, tanık beyanına gerek duymaz, "gayb"i bildiği için hükmünü ona göre verir geçerdi.Hatta hükmü ben zahire göre veririm diyor ve eğer sizden birin cenesi iyi laf edip beni hükümde yanıltırsa o ancak kendine ateşten bir kor alev almıştır diyor.(Buharı de geçer)

3- İslâm tarihinde çok önemli bir yer tutan ve başta kendisi olmak üzere tüm Müslümanları tedirgin eden "ifk [iftira] olayında peygamberimiz "gayb"i bilmediğinden dolayı çok üzülmüş, endişelenmiş ve eşi Ayşe'yi babasının evine göndermiştir. Ta ki, vahiy gelip de Ayşe'nin suçsuzluğu, ona iftira edildiği açıklığa kavuşuncaya kadar... Eğer peygamberimiz "gayb"i bilseydi, bunlara hiç lüzum kalmaz, sahabesine söylentinin bir iftiradan ibaret olduğunu açıklar, böylece ne kendisi ne de sahabe üzülürdü. Ne var ki, söylentinin bir iftiradan ibaret olduğunu peygamberine bizzat Allah bildirmiş, peygamberimiz de kendisi için bir "gayb" olan hadisenin içyüzünü [Ayşe'nin suçsuzluğunu] ancak vahiy ile öğrenebilmiştir. (Ahzab 6)

4- Mescid-i Dırar olayında da peygamberimiz münafıkların bu mescidi ne amaçla yaptıklarını bilemediğinden olayı hoş görmüştür. Buna karşılık, münafıkların kötü amaçlı oldukları ve oranın bir fesat yuvası olduğu kendisine bizzat Allah tarafından vahiy ile bildirilmiştir. (Tövbe 107, 108)

5- Tahrim suresinden öğrendiğimize göre, peygamberimiz eşlerinin kendisine kurdukları entrikaları bilmediğinden, olay kendisine Allah tarafından vahiy ile bildirilmiştir. (Tahrim 3)

6- Peygamberimiz, muhatap olduğu insanların, doğru sözlü mü, yalancı mı, mümin mi, münafık mı olduklarını bilmediğinden, bu konular yine kendisine Allah tarafından vahiy ile bildirilmiştir. (Tövbe 101)


Kur'an okumayan, Kur'an'a itibar etmeyen, yukarıdakilere benzer akıl yürütmelerini de yapmayan düşünemeyen bu tür insanlar bari sahih hadisleri kale alsalar da kendi din adamlarını rab edinmeseler!! Ne gariptir ki, hadisler arasında yer alan ve peygamberimizin bizzat kendi ağzı ile "gayb"i bilmediğini söylediği şu hadise de itibar etmemişlerdir:
"... Muavviz kızı Rubeyyi şöyle demiştir: ‘Ben gelin olduğum günün kuşluk vaktinde Peygamber evlenme törenime geldi ve senin oturduğun gibi döşeğimin üzerine oturdu. O sırada bir takım kızlar def çalıp Bedir'de şehit olan babalarını övüyorlardı. Bu kızlardan birisi:
- "İçimizde bir peygamber vardır ki, o, yarın ne olacağını bilir" dedi.
Bunun üzerine Peygamber:
-"Öyle söyleme, söylemekte olduğun şeyleri söyle!" buyurdu.
(Sahih-i Buhari, Kitab-ı Mağazi, rivayet no: 49)

Bütün bunlar göstermektedir ki, peygamberimizin "gayb"i bildiğini iddia eden ve bu iddiaya inanan cahil ve gafiller, bilerek veya bilmeyerek İslam'ın yozlaştırılmasına sebep olmaktadırlar.

TARİKAT ÖNDERİ ŞEYHLERİN YA DA TARİKAT GELENEĞİNDEN GELEN USTAT DEDİKLERİ ZATLARIN "GAYB"İ BİLDİKLERİ İDDİASI(Şirk’i):

Tarikat ve tasavvuf kitaplarına bakıldığında, tarikat önderi büyüklerin "gayb"i bildiklerine dair yığınlarca menkıbe anlatıldığı görülür. Bu haberler ya şeyhlerin kendilerinden menkuldür, ya da onların cahil müritlerinin sonradan uydurdukları ve genellikle birbirinin aynısı olan yalanlardır. Aslı astarı olmayan bu yalanların çoğu, Yahudi ve Hıristiyanların kendi azizleri için uydurdukları hikâyelerin tarikat şeyhlerine, manevi âlemin kutup ve üstatları kabul edilen tarikat büyüklerine uyarlanması ile oluşturulmuştur. Çok memnuniyet vericidir ki, "gaybı bildikleri, keramet sahibi oldukları"şeklindeki yalanların kahramanları olan bu kişiler ve onlara ait menkıbeler sadece tarikat ve tasavvuf çevrelerinde itibar görmekte, aklını kullanan, dinini tanıyan çevrelerde ise sadece fıkraların konusu olmaktadırlar.
Kalp okuma, uzakları görme, müridin aklından geçenleri bilme, bir anda iki yerde olma vs vs gibi gayble ilgili nice maharetlerin dile getirildiği meşayıh menkıbeleri, Tasavvuf edebiyatının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu din ve akıl dışı rezillik yüzyıllar boyunca devam etmiş ve safsata bataklığında çırpınan bu insanların üzerine sürekli pislik yağmıştır. Dinlerinin saf ve katışıksız halini bozup onu garip bir halitaya çeviren bu tür kişiler, hem temsil ettikleri dinin imajını lekelemişler, hem de kendilerini rezil rüsva etmişlerdir. Yaşadıkları bu rezilliğin sebebi bize göre şudur: Müritlerin büyük çoğunluğu bu akıl ve din dışı anlayışa içinde bulundukları gafletten dolayı düşmüşlerdir. Onları bu gaflet içinde görüp sessiz kalan tarikat şeyhleri ise, en iyimser yorumla, insanlar nezdinde iktidar olma hırslarını az bir meta karşılığında halis dine bağlı kalmaya tercih etmişlerdir.

Bazı tarikat ve sözde islami cemaatlerin tüm bu sağlam delillere rağmen Kur’an ve sünneti bir tarafa bırakıp adeta kendi din adamlarına taparcasına savunmaları ve bu iddialaerını doğrulamak için ortaya attıkları bir çürük iddia ise şudur:

‘’Allah’tan başka kimse gaybı bilemez ancak Allah isterse gaybı istediği kuluna bildirir’’

bu iddia masum görünüp sinsice oynanan iğrenç bir oyundur! Ve ayetleri inkardir! Şimdi Allah kitabı İndidrip kemale erdirdiği halde ve son hükmü verdiği halde gaybı kimseye bildirmeyeceğini ayetlerde ısrarla vurgulamasına rağmen birilerinin;’’Allah isterse büyük zatlara da gaybı bildirir’’ deyip kendi alim ustad dedikleri kişilerin de gaybı bildiğini iddia etmeleri kepazelikten başkası değildir ve Allah’ı yalancılıkla suçlamaktır. Çünkü Allah gaybı ‘kimseye bildirmeyeceğini’ dediği halde bu sapıklar halen Allah istediğine bildidr deyip kendi alimlerinin de gaybı bildiğini iddia ediyorlar! haşa Allah vadinden mi dönecek şimdi? Subhanallah! Gökten ateş yağmasından korkmalıdırlar bu çirkin iftira karşısında!

Şimdi Allah her istediğini yapar elbet amenna! Ancak Allah’ın kur’anda vaadleri de var. Mesela desek: ‘’Allah istese Hz. Muhammed’i cehenneme, Ebucehil’i de cennete kor’’ ne olur? Evet Allah istese bunu yapar ancak Allah sözünden dönmez çünkü Allah müslümanları cennete kafir ve müşrikleri ise cehenneme koyacağına söz vermiştir. O halde kalkıp böyle saçma gayrı ciddi ve bilimsel olmayan hayal ürünü safsatalar ile ortaya çıkmamız bizi sadece komik duruma sokar!!!

Hasılı;
Adı sanı ne olursa olsun, hiç kimse "gayb"i bilemez. "Gayb"i bilmek Allah'ın tekelindedir. Allah'a (Kur'an'a) ve peygamberimize rağmen "gayb"in bazı kimselerce bilinebileceği şeklindeki sapık inanış maalesef cahil kitleler arasına yerleşmiştir.
Nasıl ki bizzat Yüce Allah çocuk edinmediğini ilân etmesine ve bunlardan münezzeh olduğunu bildirmesine rağmen, Hıristiyanlar "İsa Allah'ın oğludur"; Yahudiler de "Üzeyr Allah'ın oğludur" dedikleri için kâfir oluyorlarsa (Tövbe/30, Maide/72); Kur'an'ın Allah'tan başka kimse gaybi bilmez, bilemez" demesine rağmen, Alimler büyük zatlar Allah’ın lutfuna mazhar olmuş kamil kişilein gaybi bildiğinin" ileri sürülmesi de aynı şekilde kâfirliktir ve müşrikliktir. Bunun bu kadar büyük bir dinî cürüm olmasının nedeni, gaybi bildiği iddia olunan şahıslar üzerinden hem dinin inanç ilkelerinin zarar görmesi, Allah’a ortak edilmesi hem de bu tür şahıslara manevi nüfuz sağlanarak onların üzerinden sosyal hayatın imkânlarını kullanmayı sağlayacak iğrenç istismarlara zemin hazırlanmasıdır.Ve de ki: "Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr edip kafir olsun! Şüphesiz biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir(Kehf 29)

….Öyleyse artık, siz müslüman oldunuz değil mi?(Hud 14)

Brusk Bazidî el-Ibrahîmî


************



CİNLERİN ETKİSİ

Cin, insanın içine girebilir. Bu husus hadis-i şerifle sabittir. İnsanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hasıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktiyle Roma’da ve Peşte’de ve Türkiye’de konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler, bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Bunun yanlış olduğunu dinimiz açıkça bildirmektedir.

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:

(Çeşitli yaşlarındaki bedenleri başka başka olan bir insan, aynı boy ve aynı şekilde, fakat başka zerrelerden yapılmış bir bedenle kabirden kalkacaktır. Bu husus anlaşılınca, insan insanı yerse, yenilen organın, hangi insan ile yaratılacağı, yiyen ile mi, yoksa yenilen ile mi birlikte yaratılacağı gibi sorulara lüzum kalmaz. Çünkü, o organların kendileri değil, benzerleri yaratılacaktır.)

Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Onlar, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’ın, kendileri gibilerini de, [benzerlerini de] yaratmaya kadir olduğunu düşünmüyorlar mı?) [İsra 99]


Gelecek bilinebilir mi?


Şu ayet-i kerîme, haşmetli bir üslubla Allah’ın ilminin herşeyi kuşattığını ilân eder:
Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. Düşen hiçbir yaprak ve yerin karanlıklarında hiçbir dane yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yaş ve kuru ne varsa hepsi Kitab-ı Mübîn’dedir.” (En’am, 59).
Ayetin genel üslubundan anlaşılıyor ki, gayb, kapıları kilitli bir hazine gibidir. Bu hazinenin anahtarları da Allah’ın elindedir. Nitekim şu ayet, genel bir hüküm olarak gaybı ve geleceği sadece Allahın bildiğini haber verir:
De ki: Göklerde ve yerde Allah’dan başkası gaybı bilmez.” (Neml, 65)
Fakat her genel hükmün istisnaları olabilir. “Kuğular beyazdır” dediğimizde “genelde beyazdır” manası anlaşılabilir. Zira az da olsa siyah kuğular vardır. 

“Geleceği hiç kimse bilemez mi? Allah, kendi katındaki gayb hazinelerinin anahtarını başkasına veremez mi?” şeklindeki sorularımıza, şu ayet bir açıklık getirmektedir: 

Gaybı bilen O’dur. Gaybını, razı olduğu rasulden başkasına bildirmez” (Cin, 26-27). Demek ki, “Gaybı Allah’dan başkası bilemez” hükmünün de bir istisnası söz konusudur. Allah’ın bildirmesi şartıyla gaybı Allah’dan başkası da bir derece bilebilir. 

Ayetteki “razı olunmuş rasul” ifadesi değişik şekillerde tefsir edilmiştir.

Bazılarına göre, buradaki “Rasul”den murat peygamberdir. Yani, Allah gaybını ancak bir peygambere bildirir. Bu yönüyle ayet, velilerle, sihirbaz ve kâhinlerin gaybî bilgisini reddetmektedir. Çünkü sihirbaz ve kâhinler, Allah’ın rızasından en uzak ve gadabına en lâyık kimselerdir. Veliler ise, her ne kadar Allah’ın razı olduğu kişilerse de, peygamber değillerdir.

Bu meselede, şu hususlara dikkat çekmek istiyoruz:

1. “Rasul” ifadesi sadece peygamberler için kullanılan bir kelime değildir. Nitekim, “Allah meleklerden ve insanlardan “Rasuller” seçer” (Hacc, 75) ayeti, açık manasıyla bunu belirtmektedir.

2. Ayetteki “Rasul” kelimesi, meleği de içine aldığına göre, meleğin bazı veli kişilere ilham getirmesi hiç de reddedilecek bir durum değildir. Nitekim hadiste “Âdemoğluna şeytanın da bir dokunuşu, meleğin de bir dokunuşu vardır” buyrulmuştur. (Tirmizi, Tefsir 2/ 35) Ayrıca görüleceği üzere, bazı veliler birtakım gaybî sırlara mazhar olmuşlardır.

3. İlâhî kelâma mazhariyet, sadece nebilere has bir özellik değildir. Bazı insanların rüya veya ilham gibi bir yolla, gaybdan bazı sırlara muttali’ olmaları mümkündür ve vakidir. Nitekim şu ayet, Allah’ın insanlarla konuşma prensibini dile getirmektedir:
Hiçbir beşer için, Allah’ın, bir vahiyle veya perde arkasından konuşması veyahut bir elçi gönderip de izni ile ona dilediğini bildirmesi dışında konuşması yoktur.” (Şûra, 51)
Ayette, “Allah peygamberlerine bu üç yoldan başka konuşmaz” denilmeyip “Allah insanlarla bu üç yoldan başka konuşmaz” denilmesi peygamber dışındaki diğer insanların da, ilâhî kelâm’dan nasibi olabileceğini göstermektedir. Buna göre:

a. Allah’ın vahiyle konuşması, vahyin şiddet ve zaaf yönüyle çeşitli mertebelerini içine alabilir. Hem peygamberlere hem de, Hz. Musa’nın annesinde olduğu gibi, diğer insanlara, gerek yakazada, gerekse rüyada olan ilâhî mesajı ifade eder. Dolayısıyla, buradaki vahiy, “ilham” manasını da tazammun etmektedir.

b. Allah’ın perde arkasından konuşması, Hz. Musa’nın ilk vahye mazhar olduğunda, doğrudan ilâhî hitabı duyması gibi durumları içine alır.

c. Allah’ın bir elçi vasıtasıyla konuşması, Hz. Cebrail’i peygamberine gönderip vahyini bildirmesi tarzındaki durumları bildirmektedir.

Görüldüğü gibi, “Gaybın hazineleri” Allah katında olmakla beraber, Allah gerek peygamberine, gerekse bazı has kullarına birtakım sırlarını bildirmektedir.
 

Hz. İsanın gelecekten haber vermesi


Peygamberler, vahiy yoluyla gaybî bilgiye mazhar kılınmış kişilerdir. Cenab-ı Hak, mesajını insanlar arasında seçtiği bu kimseler vasıtasıyla bildirmiştir.

Bu peygamberler, gaybı bilen kişiler olmayıp gaybdan haber alan kişilerdir. Yani, bu seçkin zâtlar kendiliklerinden gaybı bilmezler. Ancak kendilerine bildirileni bilirler.

Kur’an’da, peygamberlerin geleceğe dair bazı gaybî haberler verdikleri görülür. Meselâ Hz. İsa, kendisinden sonra gelecek peygamberi ismiyle haber vermiştir:
Hani, Meryem oğlu İsa şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Ben, Allah’dan size bir elçiyim. Benden önceki Tevrât’ın bir tasdikçisi ve benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan bir peygamberin müjdecisiyim.” (Saff, 6).
Hz. Peygamberin gönderileceği müjdesi, Hz. İsa tarafından bu şekilde açık bir şekilde bildirildiği gibi:
Evvelkilere verilen kitaplarda onun bahsi vardır. Beni İsrail âlimlerinin bunu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?” ayetinin de belirttiği gibi, diğer semavî kitaplar Hz. Peygamber’den, O’na gelen Kur’an’dan bahsetmişlerdir. (Şuara, 196-197)
Nitekim Hz. Peygamber geldiği sıralar, İsrailoğulları uleması bir peygamberin geleceğini söylemekteydiler. 

Yine Hz. İsa’ya dönecek olursak, bu büyük peygamber Allah’ın kendisine verdiği mucizeleri anlatırken, şunu da söylemektedir:
Ben, evlerinizde yediğiniz ve biriktirdiğiniz şeyleri size haber veririm.” (Al-i İmran, 49).
Benzeri bir durum Hz. Yusuf için de geçerlidir. Zindanda iken oradaki arkadaşlarına hangi yemeğin geleceğini önceden haber vermektedir. Hz. Yusuf: “Size rızık olarak hangi yemek geleceğini daha gelmeden, ben size haber veririm” sözünü, kendisine rüya tabiri için gelen iki arkadaşına söylemiştir. (Yusuf, 37) Onun bu şekilde gaybî sırlara mazhar olduğunu belirtmesi gurur için olmayıp, arkadaşlarını imana davete bir hazırlıktır. Sözüne devamla: “Bu, Rabbimin bana öğrettikleri şeylerdendir” demesi ise, bunun bir fal veya kehanet olmadığını bildirmek içindir. (Yusuf, 37)
 

Hz. Yakup ve Hz. Yusuf


Hz. Yakup, Kur’anın bize bildirdiği peygamberlerden bir tanesidir. İlerde bir peygamber olacak oğlu Yusuf’a özel bir muhabbeti vardır. Bunu hazmedemeyen Yusuf’un kardeşleri O’nu bir kuyuya atarlar. Yusuf’un kanlı gömleğini babalarına getirip “Yusuf’u kurt yedi” derler. Gelişen olaylar zincirinde, Hz. Yusuf bir kervan tarafından Mısır’a götürülüp köle olarak satılır. Bir iftira yüzünden zindana atılır. Burada yıllarca kalır. Hükümdarın rüyasını tabiri vesilesiyle zindandan çıkarılır. Mısır’ın en üst düzey makamlarından birisine getirilir.

Bu arada, oğlunun hasretiyle yanıp tutuşan Hz.Yakub’un gözleri âmâ olur. Fakat Allah’dan gelen bir bilgiyle, oğlunun hayatta olduğuna inanmaktadır. Yakub’un oğulları, kıtlık dolayısıyla Mısır’a gıda almaya giderler. Hz. Yusuf, kardeşlerini tanır. Babasının durumunu öğrenince: “Şu gömleğimi götürüp babamın yüzüne sürün. Gözleri onunla i­yice görür hale gelir” der. Kafile Mısır’dan ayrıldığı sırada, Ken’an diyarındaki Hz. Yakub’ta bir hareketlilik gözlenir. Sevinçle etrafındakilere: “Eğer bana bunak demezseniz, (diyeceğim o ki) ben, Yusuf’un kokusunu alıyorum” der. Etrafındakiler ise, böyle bir koku almadıklarından cevapları şu olur: “Vallahi, sen hâlâ eski şaşkınlığındasın.” Müjdeci gelip gömleği Hz. Yakub’un yüzüne bıraktığında Hz. Yakub’un gözleri açılır. “Ben size, Allah’ın lütfuyla sizin bilmediğinizi bilirim demedim mi?” der. (Yusuf, 93-96)

Kur’an’da anlatılan bu olayda, Hz. Yusuf’un, gönderdiği gömlekle babasının gözlerinin açılacağını bilmesi harika bir durum olduğu gibi, babası Yakub’un da çok uzak mesafeden gömleğin kokusunu duyması bir başka harika durumdur. Bazıları, “Oğlu Yusuf’a olan hasret ve iştiyakı onun hassasiyetini arttırmış olduğu için hissetmiştir” tarzında düşünebilirler. Büyük müfessir Hamdi Yazır buna şöyle cevap verir:
Yakub’un hassasiyeti ne kadar incelmiş ve hüznü ile gözler ağardıktan sonra koku hissi ne kadar artmış olursa olsun, kafilenin ayrılması zamanına kadar Mısır’dan bir Yusuf kokusu duymayıp da, şimdi duymuş olması gösterir ki, bunun sırr-ı hikmeti O’nun hassasiyetinde değildir.” (Yazır, IV, 1651, 1652)

Ayette “Ben size, Allah’ın lütfuyla sizin bilmediğinizi bilirim demedim mi?” denilmesi, Hz. Yakub’un bu bilgiyi kendi maddî hassasiyetinden değil, özel bir yolla Allah’dan aldığını göstermektedir. 

Şeyh Sadi, bununla ilgili olarak şu ince noktayı dile getirir:
Biri, oğlunu kaybetmiş Yakub’a sorar: Yusuf’un gömleğinin kokusunu Mısır’dan duydun da, O’nu Ken’an kuyusunda iken niçin görmedin? Hz. Yakup, şu cevabı verir: “Bizim halimiz çakan şimşek gibidir. Bazan açık, bazan kapalı olur. Bazan göklerin üstüne çıkar, otururuz, bazan da ayağımızın üstünü göremeyiz.” (Sadi, s. 50)
Hz. Yusuf, daha küçüklüğünde ilâhî bilgilendirmeye nail olmuştur. Kardeşleri tarafından kıskanılıp kuyuya atıldığında Cenab-ı Hakk, kalbine şunu ilham eder:
Farkında olamadıkları bir sırada, bu yaptıklarını onlara haber vereceksin”(Yusuf, 15).

Zorluk anında kolaylık inzal etmek Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve rahmetinin bir tecellisidir. Kardeşleri tarafından böyle bir hıyanete maruz kalan, kuyunun karanlığındaki küçük Yusuf’un hassas kalbini hoşnut etmek, İlâhi hikmetin ve rahmetin bir gereğidir. İnsanların kudsi bir teselliye muhtaç oldukları ızdırab ve sıkıntı anlarında, ilâhî rahmetin imdada gelişi, pek çok kişinin şahsî tecrübeleriyle sabit olan bir hakikattir. 

Yine, Hz. Yusuf’un, kardeşlerine gömleğini verip, “Şu gömleğimi götürüp babamın yüzüne sürün. Gözleri onunla iyice görür hale gelir” demesi gaybî bir haber niteliğindedir. (Yusuf, 93)

Ayrıca, Hz. Yakub’a “Yusuf’u kurt yedi” diye kanlı bir gömlekle beraber acı bir haber geldiği halde, Yusuf’un hayatta olduğunu bilmesi ve: 

Allah tarafından sizin bilmediğinizi biliyorum” demesi, O’ndaki gaybî bilgi boyutunu göstermektedir. (Yusuf, 86)

Demek ki peygamberler, Allah’ın izniyle birtakım gaybî sırlara aşina olmuşlardır. Kur’an’da yer alan örnekler, bu gerçeği açık bir şekilde isbat etmektedir. Şüphesiz bu örnekler, emsallerine de kapı açmaktadırlar. Yani peygamberlere verilen bu gibi gaybî bilgiler sadece Kur’an’da zikredildiği kadar olmayıp, benzeri olaylar çokça vuku bulmuştur.
 

Hz. Hızır
 

Kehf suresi 60 - 82. âyetlerde Hz. Musa’nın “Allah kullarından bir kul” ile seyahati anlatılır. Bu seyahat, “gayb bilgisi” konusunda son derece dikkat çekici, ilginç durumları ihtiva eder. Bu meçhul zâtla, Hz. Musa’nın seyahatleri şöyle cereyan eder:
Hz. Musa, yanındaki delikanlıyla beraber uzun bir yolculuktan sonra Hz. Hızır’la buluşacağı yere gelir.
“Orada kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona “sana öğretilenden bir irşad olarak, bana öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” diye sordu. 

O dedi: “Sen benim yanımda bulunmaya dayanamazsın. İçyüzünden haberdar olmadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?” 

Musa, “inşallah sen beni sabreder bulacaksın, dedi. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim.”

O dedi ki: “Eğer bana uyacaksan, ben sana ondan bahsedip de bir söz söyleyinceye kadar hiçbir şey hakkında bana sual sorma.” 

Böylece yola koyuldular. Gemiye bindiklerinde O, gemiyi deldi. Musa, “İçindekileri batırmak için mi gemiyi deldin?” dedi. “Andolsun ki, büyük bir şey yaptın.” O, “Sen benim yanımda bulunmaya sabredemezsin demedim mi?” dedi. Musa, “Unuttuğum için beni kınama; seninle olan arka­daşlığımı da zorlaştırma” dedi.

Yine yola koyuldular. Bir erkek çocuğa rast geldiklerinde onu öldürdü. Musa dedi ki: “Bir can karşılığında kısas olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün! Doğrusu, pek kötü birşey yaptın.” 

O, “Ben sana benimle beraberliğe sabredemezsin demedim mi?” dedi. 

Musa dedi: “Eğer bundan sonra sana bir şey daha soracak olursam, benimle arkadaşlık etme. O zaman, benden ayrılmakta mazur sayılırsın.” 

Yine yola koyuldular. Nihayet, bir belde halkına vardılar. Onlardan yiyecek istediler. Onlar ise, o ikisini misafir etmekten kaçındılar. Orada, yıkılmak üzere bulunan bir duvara rast geldiler. O, duvarı doğrultuverdi. Musa dedi: “İsteseydin, bu yaptığın işe karşı bir ücret alırdın.” O, “İşte bu, seninle benim ayrılışımızdır” dedi. “Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü bildireceğim:

“O gemi, denizden geçimlerini sağlayan birtakım fakirlere aitti. Ben, onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü arkalarında, bulduğu her sağlam gemiyi gasbeden bir hükümdar vardı.

Çocuğa gelince; onun anne- babası mü’min kimselerdi. Bu çocuğun, ileride anne ve babasına isyan etmesi ve onları inkâra sevk etmesinden korktuk. İstedik ki, onların Rabbi, kendilerine huy temizliği bakımından daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk versin.

Duvar ise, o şehirdeki iki yetim çocuğa aitti. Ve altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları ise, salih bir kimse idi. Rabbin istedi ki, onlar yetişkin çağa gelince hazinelerini oradan çıkarsınlar. Bütün bunlar, Rabbinden bir rahmet eseridir. Yoksa ben kendi reyimle yapmış değilim. İşte, sabredemediğin şeylerin açıklaması budur.”
(Kehf, 65-82)

Bu ibretli kıssayla ilgili bazı noktalara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:

1.
 Kıssanın baş kahramanı olan bu “Allah kullarından bir kul”un ismi âyetlerde zikredilmemiştir. Gaybtaki bilinmezlik atmosferi, kıssanın tamamında görüldüğü gibi, kıssa kahramanının ismen zikredilmemesinde de görülmektedir. Bundan dolayıdır ki, “Kur’an’ın göl­gesinde yaşamak” noktasından hareketle tefsirinde, bu zatın isminden bahsetmeyenler de bulunmuştur. Biz ise, hadislerde “Hızır” olarak bahsedilmesinden dolayı, pratikte sağladığı kolaylıktan istifade için, bundan sonra bu zattan “Hızır” olarak söz edeceğiz. 

2.
 Hz. Hızır’ın nebî veya veli olması hususunda âyetlerde açık bir ifade yoktur. Ancak, “Hz. Musa gibi büyük bir peygamberin bilmediği gaybî sırlara vakıf olması ve: “Ben bunları kendi reyimle yapmış değilim”(Kehf, 82) diyerek, bu tasarrufları Allah’ın emriyle yaptığını söylemesi” gibi noktalardan hareketle, nebî olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.

3. Hz. Hızır’ın ilmi, “ilm-i ledünnî” diye şöhret bulmuştur. Bu ifade, “Biz O’na tarafımızdan bir ilim öğretmiştik” âyetindeki “ledün” kelimesinden gelmektedir. 

Bütün ilimler Allah tarafından olduğu halde, burada özel olarak bunun ayrıca belirtilmesi, bu ilmin, dıştan her hangi bir sebep olmaksızın, doğrudan İlâhî talime dayandığını gösterir. Çünkü; tarih, fıkıh gibi ilimleri kitaplardan okumak veya birisinden dinlemek yoluyla öğrenmek mümkündür. Ledün ilmi ise, bu yolla öğrenilecek ilimler cinsinden bir ilim değildir. Hatta öyle ki Hz. Musa gibi bir peygambere bile, bu ilim doğrudan verilmemiştir. Bu ilim hakkında “hakikatın ilmi, batın ilmi” “gayb ilmi” gibi açıklamalar yapılmaktadır. Hz. Hızır’ın, Hz. Musa’ya söylediği şu sözler, her ikisinin ilmindeki farklılığı belirtmektedir: 

“Ya Musa! Allah tarafından, ben senin bilmediğin bir ilmi biliyorum. Sen de benim bilmediğim bir ilmi biliyorsun.”

4. Vazife noktasından baktığımızda, ikisi arasında farklılık olduğunu görürüz. Hz. Hızır, Hz. Musa gibi halkı Hakk’a götürmeye memur değil, Hakk’dan halka olan mukadderatın infazına memurdur. Bundan dolayı, oğlanı öldürmesi de Allah’ın emriyle vefat eden çocukların ruhlarını kabza müvekkel olan ölüm meleğinin vazife ve mesuliyeti gibi olur. (Yazır, V, 3273)

Veya, başka bir benzetmeyle Hz. Hızır, İlâhî senaryonun oynanmasında rol alan bir aktördür. Aktörler, senaryoda onlara biçilen rolleri oynarlar. Onların bunun ötesinde bir sorumlulukları ve yükümlülükleri yoktur. (Albayrak, s. 245)

5. Bize bakan yönüyle kıssa, pek çok ibretleri ihtiva etmektedir. “Gelecek Bilgisi” noktasından alacağımız en mühim ders, “olayların dış görünüşündeki çirkinliğe aldanmamaktır” Evet, çirkin görülen pek çok olayın neticesi güzel olabilir. Nitekim, Kur’an’ın: “Sevmediğiniz bir şey hakkınızda hayırlı olabilir” âyeti, bunu açık bir şekilde ifade etmektedir. (Bakara 216) Bu kıssa, üstteki âyetin açıklaması gibidir. Görünüşte kötü bir fiil gibi görülen geminin yara alması ve çocuğun ölümü, ileride güzel neticelere vesile olmuştur.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet


Bediüzzaman Said Nursi den :

Gaybı Allah’ın Bildirdiği Kişiler Bilir

1. Bediüzzaman Said Nursi telif etmiş olduğu eserlerinde gaybla ilgili konulara temas etmektedir. Yalnızca Sikke-i Tasdik-i Gaybi isimli eserde zikredilen bir kısmı* alıp değerlendirmeye tabi tutmak sağlıklı bir yaklaşım değildir. Diğer taraftan Said Nursi'nin evliyanın gaybı bileceklerine dair açıklamaları Kur'an'la çelişmemektedir. Bu ifadeleri şu şekilde açmak mümkündür:
Said Nursi Kastamonu Lahikası isimli eserinde, "Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez." ifadesini kullandıktan sonra, "Ehl-i velayet gaybi olan şeyleri bildirilmezse bilmezler" demektedir. (Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001, s. 150.)

Buna göre Said Nursi, Kur'an'ın ruhuna uygun bir şekilde veli denilen Allah dostlarının da Allah'tan bazı bilgileri ilham yoluyla aldıklarını kabul etmiş olmaktadır. Said Nursi'nin bu yöndeki tavrı da Kur'an'la çelişen bir durum değildir. Sözkonusu tenkidin sahipleri ise vahiy kavramını sadece Cebrail'in getirdiği haber anlamında düşündüklerinden, konuyu Kur'an'ın bildirdiği genel çerçeve içinde değerlendirmediklerinden tenkidlerinde isabet kaydetmemektedirler.

Burada sorun, Peygamberlerin dışında bazı kişilerin Kur'an'ın ifadesiyle vahye mazhar olmadığı sorunudur. Tabii burada bizim vahiyden bahsetmiş olmamız tenkidçilerin nazarında yeni bir tenkid kapısı olarak algılanabilir. Bunun için Kur'an'daki vahiy kavramının çok iyi bilinmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Kur'an'ı ciddi bir araştırmaya tabii tutan her bir araştırmacı Cenab-ı Hakk'ın "vahiy" kavramını, bağlama göre çeşitli anlamlarda kullandığını görür. Biz burada hepsini zikretmek yerine konumuzla ilgili olan anlamları üzerinde durmak istiyoruz.

Şura Suresinde konumuzla ilgili şöyle bir ayet zikredilir: "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, Hakimdir."(Şura: 42/51.)

Bu ayetteki ifadelerde Allah'ın bir peygamberle değil, bir "insanla" konuşması sözkonusu edilmiştir. Keşşaf müellifi Zemahşeri bu ayetin "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla konuşur" ifadesini açıklarken bunun ilham yoluyla, bilgiyi kalbe koymak şeklinde ya da uykuda iken olacağını bildirmekte ve Hz. Musa'nın annesine gelen vahiyle, Hazret-i İbrahim'in çocuğunu kurban etmesi hususunda gelen vahyin bu nevin içine girdiğini söylemektedir. (Zemahşeri, Keşşaf, Beyrut, 1997, IV, 237)

Burada vahiy kelimesinin "ilham" anlamına geldiği görülmektedir. Kaldı ki, aynı anlam Hazret-i Musa'nın annesine vahyedilmesinde de vardır: "Musa'nın anasına, 'Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız.' diye vahyettik."(Kasas: 28/7.)
Hazret-i Musa'nın annesi bir peygamber olmadığı halde Allah'ın ona vahyettiğini bildirmesi, buradaki vahyin peygamberlere gelen vahiy türünden olmayıp, ilham anlamında olduğunu gösteriyor. Diğer taraftan, "arı"ya vahyedildiğinin (Nahl: 16/68.), Hazret-i İsa'nın havarilerine vahyedildiğinin (Maide: 5/111.) bildirilmesi de, bu vahiylerin ilham anlamında olduğunu göstermektedir.

Bu ayetler Cenab-ı Allah'ın istediği kuluna veya varlığına bilmediği şeyi öğrettiğini açık bir şekilde anlatmaktadır. O halde peygamberlerin varisleri, ben-i İsrail'in peygamberleri gibi oldukları hadislerde bildirilen alimlerin de bu türden bir ilhama mazhar olmaları ve bir çok insanın bilmediği şeyleri Said Nursi'nin ifadesiyle "talim-i ilahi" ile, yani Allah'ın bildirmesiyle bilmeleri, gelecekten de yine O'nun talimiyle bazı şeyleri işarî bir tarzda bildirmeleri Kur'an'ın mantığıyla çelişen bir durum değildir. Tam aksine Kur'an böyle bir ilahi ta'limin olacağını açık bir şekilde beyan etmektedir.

2. Diğer taraftan Said Nursi'nin "La ya'lemü'l-gaybe illallah" ifadesini zikredilen yerde, ayet diye ifade ederken, yukarıda zikrettiğimiz Kastamonu Lahikası isimli eserin aynı sayfasında bir ayet olarak ifade etmemektedir. Kaldı ki, ilgili yerde bu ifadeye ayet denmesi ise anormal bir durum değildir. Çünkü bu ifadeler, bir ayetin içinden alınarak kullanılmış bir cümledir. Üstadın kendi ifadesi değil, ayetin ifadesidir. Bu yüzden Said Nursi gibi bir alimin o cümleciği bir bütün ayet olarak bilmemesi mümkün değildir. Buradaki ifadenin kendi ifadesi olmayıp, ayetten muktebes olduğunu nazarlara vermek istediğini söyleyebiliriz.

FALCILIK BÜYÜCÜLÜK NEDİR
Falcılık, islamda falcılık varmı, dinimizdi falcılığın yeri nedir, Falcılık günahmı, fal bakmak haram yada günahmı
Sual: Kâhinlik, falcılık,sihir, büyücülük nedir? Bunlara inanmanın hükmü nedir?

Kâhinlik, cinden bir arkadaş edinip, olmuş şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmektir.
Cin ile tanışan falcılar, (Yıldızname)ye bakıp, sorulan her şeye cevap verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru çıksa bile, Allah’tan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfürdür. (Hadika)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Uğursuzluğa inanan, kâhinlik yapan, kâhine giden, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir, Kur’an-ı kerime inanmamış olur.) [Bezzar]
İbni Ebi Zeyd hazretleri diyor ki:
(Cinci tarikatçıya inanmak, insanı cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek caiz değildir. Büyü çözene de para vermek caiz değildir.)
(Birgivi Vasiyetnamesi)nde, (Bir kimse, ben çalınanları, kaybolanları bilirim dese, diyen de, buna inanan da kâfir olur. “Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum” derse, yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allah bilir) buyuruluyor.
Gaybı cin de bilmez
Kadızade, burayı şöyle açıklıyor:
(Gaybı, Allahü teâlânın vahy ve ilham ettikleri de bilir. Cin gaybı bilmez. Fakat cin, ben evliyadan duydum ki şöyle imiş derse, küfür olmaz. Ancak cinler yalan söyledikleri için onlar biz duyduk deseler de inanmamalıdır. Allahü teâlâ vahy yolu ile Peygamberlere gaybı bildirdiği gibi, ilham yolu ile de evliyaya ve müminlere de bildirir.)
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Büyü; ilme, fenne uymayan, gizli sebepler kullanarak, garip işler yapmayı sağlayan ilimdir. Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır.) [Redd-ül-muhtar]
Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek [büyü çözmek için büyü yapmak] caiz değildir. (Hadika)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Büyü yapmak, küfre en yakın olan, en kötü haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslüman büyü yapmaz. Allah saklasın, imanı gittikten sonra büyü tesir eder.) [c.3, m.41]
İmam-ı Nevevi hazretleri buyuruyor ki:
(Büyü yaparken, küfre sebep olan kelime ve iş olursa, küfürdür. Böyle bir kelime ve iş olmazsa, büyük günahtır.)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Helake sürükleyen yedi şeyden biri büyüdür.) [Buhari]
(İpe üfleyip düğüm atan kimse, büyü yapmış olur. Büyü yapan da Allah’a şirk koşmuş olur.) [Nesai]
(Falcıya, büyücüye, kâhine giderek, onların söylediklerine inanan, Kur’an-ı kerime inanmamış olur.) [Taberani]
(Büyücüye inanan kimse, Cennete giremez.) [İ. Hibban]
(Gaibden haber vermek maksadı ile yıldız ilmi ile uğraşan kimse, büyücü gibi günaha girer.) [İbni Mace]
(Falcıya fal baktıran, onun sözüne inanmasa bile, kırk gün kıldığı namaz kabul olmaz.) [Müslim]
(Fal bakmak, yazı ve çizgi ile gelecekten haber vermek, puta tapmak gibidir.) [Ebu Davud]
(Karı-kocayı birbirine düşüren Allahü teâlânın lanetine uğrar.) [El-Envar]
(Ana ile evladın, kardeşle kardeşin arasını açana lanet olsun.) [İbni Mace]
(Kâhinlik yaparak alınan para haramdır.) [Buhari]
(İnsanı helâke sürükleyen şu yedi şeyden sakının:
1- Allah’a şirk koşmak,
2- Sihir yani büyü yapmak,
3- Katillik,
4- Faiz yemek,
5- Yetim malı yemek,
6- Cihadda savaştan kaçmak,
7- Evli ve namuslu bir kadına, zina etti diye iftira etmek.) [Buhari, Müslim]
Büyü, insanları hasta eder. Sevgi veya nefrete sebep olur. Yani cesede ve ruha tesir eder. Büyü, kadınlara ve çocuklara daha çok etki eder. Büyünün tesiri kesin değildir. İlacın tesiri gibi olup, Allahü teâlâ dilerse tesirini yaratır. Dilerse tesirini yaratmaz.
Şu halde, (Büyücü, büyü ile istediğini şüphesiz yapar, büyü muhakkak tesir eder) diyen ve inanan kâfir olur. (Allahü teâlâ takdir etmişse, büyü tesir edebilir) demelidir!

Fetva: Falcılar Geleceği Bilebilir mi?


İslam dini, İlme, mantığa çok miktarda atıfta bulunur, bilginin en büyük değer olduğunu bildirir. İlim tahsil eden bilgenin amellerini cahilinkinden üstün tutmuştur. Öyle ki şehidin kanı, alimin mürekkebi hemzemin olabilmiştir. Sorunuzda bahsettiğiniz, yıldız falı adıyla bahsettiğiniz şeyler boştur ilimden uzaktır. Bunlarla meşgul olan kişiler Allah'ın katında büyük günahkârdır. Gelecekten haber verdiklerini söylerler ki bu Allah’a isyandır. Bu tip cahillerin gaybı bilemeyeceklerini Yüce Kuran bize bildirir.”
“Deki , göklerde ve yerde hiç kimse gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir. ( Neml -27)

Aziz Peygamberimiz de müneccime (falcıya) gidip onlardan bilgi soranların, onları tasdik edenlerin günah işlediğini bize öğretmiştir. Bu fal, büyü, efsun vs işlerle uğraşanların cehennemi boylayacağını bize haber vermiştir.
Sorunuza dönersek, size geleceğe dair söyleyip evlilik hayatınızı mahvetmeye müteveccih (yönelik) bildirdikleri tamamen yalandır. Falcıların bu tip cinci dediğimiz şahısların alayı sahtekârdır.  Milletimizin parasını alabilmek için bir yalan söylerler. “Eğer benim yazacağım duayı okumazsan, veya sana vereceğim şu otları bir hafta boyunca mezarlıkta okuyup yutmazsan başına şöyle şöyle olaylar gelir” şeklinde  sözler söyleyip, insanları korkutan, bu çıkar şebekesi insanımızın zaaflarını sömürmektedirler. Lütfen bu cahillerin tuzağına düşmeyiniz, inanmayınız.

Bu adamlardan bazıları cinlerle irtibat kurabilmektedir. Malumunuz Kuran’da adına  sûre de olan Cinler vardır ve aynı bizim gibi yaşayan varlıklardır. Onlar da bizim gibi mükelleftirler. Cinler insanlara göre uzun yaşayabilen varlıklardır. bUnlar geçmişe ait bilgi söyleyebilir. Biz insanlar da geçmişe ait bilgi söyleriz. Cinler de  insanlar da geleceği bilemez. Geleceğe dair bir şey söyleyen insan da cin de ancak tahmin de bulunmuş olur. Dolayısıyla bu noktada psikolojinizi bozabilecek bu tip şeyleri söyleyen bu gayb simsarlarına aldırış etmeyin, ciddiye almayın. O adama gidip dinlediğiniz için, siz de yanınızda kısmet baktırmak için giden hanımefendi de tevbe edin Allah’tan af dileyin. O bayanın şahsında falcılarda veya türbelerde kısmet arayan arkadaşlara önerim şudur. Kısmetleri de rızıkları da, nimetleri isteyeceğimiz yegâne kaynak, Feyyaz-ı Mutlak, yani Yüce Allah’tır. “Hayırlısı ise bana güzel bir kısmet ihsan eyle” diye devamlı dua edilmelidir.

Özetle, Allah'ın kutlu elçileri peygamberler bile geleceği bilemezken, (Allah'ın bildirdikleri hariç) yüzü nursuzluktan simsiyah olmuş o sahtekarlar sizinle ilgili, veya diğer insanlarla ilgili geleceğe ait  bir bilgiyi nasıl bilebilir? Cebrail gelecekle ilgili bir soruyu peygamberimize soruyor. Peygaberimiz, Cebrail'e ben geleceği bilmem diyor. (Cibril hadisi diye bilinen ünlü Hz Muhammed –Cebrail diyaloğunu) okumanızı tavsiye ederim.

Bir de size yaşadığım bir olayı anlatayım. Ekranlarda falcılık yapan, tarot falı bakan bir astrolog bayana mikrofon uzatıldı.
“Efendim bu sene siyasilerin, sanatçıların, durumu ilgili bilgi verir misiniz?
Falcı bayan “Rahmetli Özal ile ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor. “Özal’ın trendi bu yıl daha da yükselecek, sağlıklı, aktif bir yıl geçirecek” dedi.
Muhterem Hocamız (eşim) Naile Hanım ile Ankara Gençlik Parkında semaver çayı içiyorduk. Nisan ayı idi hiç unutmam. Televizyon şu haberi geçti.

“Son dakika haberi mız Turgut Özal geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.”
Rahmetliye o kadar üzülmüştük ki hemen bir Fatiha okumuştuk. Ama diğer taraftan o fırsat devşiricisi sahtekar falcı aklıma geldi. Hani Özal’ın trendi yükselecek, güzel sağlıklı bir yıl geçirecekti.
Netice-i kelam bu yıldıznâme ekibinin tüm falcıları yalancıdır. Lütfen bu cahil ve şirketi kayık şahıslara paranızı kaptırmayın. Tüm ruhların yegâne teselli kaynağı, dünya ve Ahiret rehberimiz Kuran’ı Hakim’i okuyun. Yaş kuru ne varsa hepsi ondadır (Enâm Süresi)

Kuran’ı okuyun ki başta şeytanın ve felsefi anlamda onun yavruları olan o sahtekârların damarına ot tıkayın…Cümlelerime  konuyla ilgili Yüce Kitabımızın bir ayeti ile son veriyorum.

“De ki: “Ben size, Allah’ın ha­zineleri yanım­dadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, “işte ben bir meleğim.” de demiyorum. Ben bana vah­yolu­nandan başkasına uymam.” De ki: “Görenle görmeyen bir olur mu? Hiç zihninizi yormaz mısı­nız?” (En’am 6/50)

Allah’ın sevgisi ve himayesi üstünüzden eksik olmasın…
Adnan Zeki Bıyık
Kırklareli İl Müftü Vekili


Kötülerin halleri


Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir.
 İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara ikram olsun diye, azılı düşmanlarını da aldatmak için âdetini bozarak, bunlar vasıtası ile sebepsiz şeyler yaratıyor. Bu harikulade haller beş çeşittir:
Enbiyadan meydana gelene Mucize denir.
Evliyadan meydana gelene Keramet denir.
Evliya olmayan Müslümanlardan meydana gelene Feraset denir.
Fasık veya günahı çok olan Müslümanlardan meydana geleneİstidrac denir.
Kâfirlerden zuhur edene Sihir denir.

Kötü kimselerden ve gayrı Müslimlerden meydana gelen olağanüstü hallerden dolayı onları iyi bir kimse zannetmemelidir!
Dine aykırı birçok hareketleri bulunan, kötü kimselerden de olağanüstü bazı haller görülebilir. Böyle kimseleri makbul biri zannetmemelidir! Günümüzde böyle harikulade halleri görülen kimselere hemen evliya diyorlar. Belki bunların çoğunun imanı bile yoktur. Evliya olan kimse, keramet göstermeye utanır.
Ana ile evladın,Kardeşle kardeşin arasını açana
lanet olsun .






"Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince, onları mutlaka yollarımıza eriştireceğiz. Şüphesiz ki Allah, elbette iyilik edenlerle beraberdir." (Ankebut:69)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder