28 Temmuz 2015 Salı

EY HARCAN TOPLUMUUN MUTLU KÖLELERİ HARCA HARCA… :Güzel ülkemin insanları Üretmiyoruz… Sınırsızca kuralsızca-hatta akılsızca- harcayın, tüketin” buyruğunu insanlığa dayatıp, kendisi içinde “kuralsızca, ahlaksızca, acımasızca üret, sat .üretmeden satın al esasına sarılan ekonomik düzendeki toplumlar .




Bazılarına göre İslam, insanlığa mal biriktirmemeyi ve israftan sakınmayı (bana göre emreder) verir. Aynı zamanda adalet kavramını sadece mahkeme koridorlarında aramaz ve tesis etmeye kalkmaz, adalet kavramını hayatın her alanında tesis etmeyi esas alır. Durum bu minval üzere olunca da insan ile madde ilişkisi de adalet muvacehesindedir.

Çerçevesi net olarak çizilmiş bu alanda insan nefsani yönelimlerine ve bu yönelişin getireceği zulme asla müsaade edilmez. İslam; insan olmanın getirdiği doyumsuzluğun, insanlık için bir sömürü ve zulm düzenine dönüşmesine neden olacak sorumsuz ve sonsuz harcama ile tüketime set çekmiştir. İslam’da harcamanın ölçütü ihtiyaç hali kabul edilirken, bunun ötesindeki mal edinmeyi (kenz) ve yersiz tüketimi (israf) ahiret yurdunda cezalandırılmayı gerektirecek bir suç olarak tanımlanmıştır.
Temel sorun; Müslüman olarak insan-eşya ilişkisini bilen bir toplumun bilginin en kolay ve ucuz olduğu bu çağda zihninin ve yaşamının esir alınmışlığıdır.

Burada uzun bir “kapitalizm” analizine gerek bırakmayacak bir şekilde özetleme yapmak istersek sanırım en uygun ifade “sınırsızca kuralsızca-hatta akılsızca- HARCAYIN, TÜKETİN” buyruğunu insanlığa dayatıp, kendisi içinde “kuralsızca, ahlaksızca, acımasızca ÜRET, SAT” esasına sarılan ekonomik düzen diyebiliriz.

Yukarıdaki İslami prensiplerle buradaki kapitalizmin esaslarının ne kadar taban tabana zıt olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz. Böylesine net karşıtlık içerisinde İslamla Kapitalizmin modern dönemlerde (özellikle de zamanımızda ) cem edilmesi, daha doğrusu Müslüman toplumların bu derin paradoksa rağmen kapitalist ekonomik sistemlere entegre (esir) edilmesi kabul edilemez bir durumdur.

Eski küresel kurguda dünya coğrafyasında değişik ülkelerde oligarşiler eliyle sistemleri kontrol altında tutan güçler özellikle son on yıldan bu yana dar oligarkların yaptığı harcamaları-tüketimi yetersiz görerek göreceli demokrasi ve refahı tabana yaymak siyasetini uygulamaktadırlar. Daha büyük tüketim ve kazanç için… Bu dönüşüm, her ne kadar demokrasi, kitlelerin yönetime katılması ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi görünse de aslında küresel güçlerin oligarkların ötesinde halklara nüfuz etmesine yönelik kompleks bir projenin uygulanmasıdır.


Bu projede daha geniş , daha sorunsuz , daha yakın,daha doyumsuz bir pazarla beraber küresel kurgu sahiplerinin teknoloji ve mallarıyla birlikte kültür ve anlayışına şekil verdikleri geniş kitleler kurulacak sistemin merkezini oluşturmakta. Oligarklar üzerinden kendi iktidarını kolayca devam ettiren küresel kurgu şimdi daha zor olanı tercih ederek -iyi ambalajlanmış- daha kalıcı ve köklü bir projeyi yürütmekte.

Önceki dönemde Oligarklar eliyle küresel kurguya köleleştirilen halklar yeni dönemde (demokrasi-özgürlük söylemleriyle v.s.) kendi rızalarıyla bu kurguya kullaştırılmaktalar. Kölelikteki zorlamalar ortadan kalkmış yerine rızanın esas olduğu kulluk sistemi getirilmektedir.

Yeni dünya, herkesin alabildiğine tükettiği ama herkesin üretemediği (üretim alanlarında parselasyonların yapıldığı) bir dünya olacak. Yeni dünya, sömürünün zora dayalı olmaktan çıktığı gönüllü bir şekle dönüştüğü bir dünya olacak. Yeni dünya, tüketerek ve teslim olarak mutluluğa erenlerin çoğaldığı sağır kitlelerin dünyası olurken, her inanış ve düşünüşün iri gövdelerine rağmen güçsüz kaldığı bir dünya olacak. Bütün inanış ve erdemlerin sureti hak görünen hayaletler tarafından devşirilip küresel sisteme eklemlendiği bir dünya olacak.

En erdemli en onurlu duruş ve haykırışlar sağır duvarlarda kaybolup gidecek, eskiden zorbalığın boğduğu adalet ve özgürlük mücadelesi, kitlelerin sağırlığında daha hayat bulamadan kaybolacak

“HARCAAA…” buyruğunu komut edinip tüketeceğiz üretim tekellerinin süslü oyuncaklarını… onlara hizmet ederek kazanmaya çalışacağız ve sonra verdikleri üç kuruşu da gidip yeniden avuçlarına koyacağız… üretmeyeceğiz- üretemeyeceğiz ancak onların zahmet buyurmadıkları yeterince para kazanamadıkları alanlarda varolacağız.

Bizleri, isyancı bir köle olmaktan çıkarıp mutlu kulluğa terfi ettirecekler…

Ülkem… Güzel ülkemin insanları

Üretmiyoruz…


Sofradaki kuru fasulye Çin’den, içine koyduğumuz et Avrupa’dan, yağ hammaddesi Ukrayna-Rusya’dan, pişirmek için kullandığımız gaz Rusya’dan, ateşi yakmak için kullandığımız çakmak Çin’den, tencere, çatal-kaşık paslanmaz çeliği Avrupa’dan

Yukarıda da göreceğimiz gibi tarımsal üretimimiz yeterli değil, hayvancılığımız iflas etmiş, enerjide dışa bağımlıyız ileri teknoloji dersen hak getire…

Kısaca üretmiyoruz, tüketiyoruz…

Verilen “HARCAAA…” buyruğuna uyup harcıyoruz… daha doğrusu harcanıyoruz…


Üretmeyen, kritik kaynaklarını kullanamayan, kritik alanlarda altyapısı olmayan bir ekonomi nasıl olur da gerçek adaleti, özgürlüğü, istikrarı ve bağımsızlığı getirebilir veya koruyabilir. Eğer bunlar yoksa yaşananlar ancak ve ancak illüzyon olabilir.

50 yıldır model olarak bu topraklara dayatılan kutsal idealimız AB aslında kendi içinde sömürü düzenini kurmuş bir yapıdır.

Seyahatlerde çok açık bir şekilde AB’nin içinde bir sömürü düzeni olduğu , AB’nin kendi içerisinde bütün Doğu Avrupa’nın stratejik-karlı kurum ve kaynaklarını ele geçirdiğini, bu ülkelerin Batı Avrupa’nın ürünlerini tüketen, üretimden ve ülke yönetimine hakim olmaktan uzak yığınlara dönüştürdüğünü görmek şaşırtıcı bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Türkiye böyle bir organizasyonun içerisinde ancak kalan kaynakları sömürülen kalabalık bir pazar olarak yer alabilir. Başka türlüsü düşünülemez…

Netice olarak, “HARCAA… TÜKETT…” buyruğu sadece maddi varlığımızı ele geçiren süreci tetiklemiyor. 

Beraberinde getirdiği yaşam anlayışını bizim anlayış ve değerlerimizin yerine inşaa ediyor. Bu buyruğa esir oldukça kendimiz olmaktan uzaklaşıyoruz, bir nevi harcayalım derken harcanıyoruz…


Dünyadaki pek çok tüketim malzemesini ve diğer malları sistematik gizli örgüt ağına sahip bir elitler grubu kontrol etmektedir.

Bu elitler grubu tüm dünyaya yayılmışlar ve pek çok kilit noktayı bilinçli ve planlı bir biçimde işgal etmişlerdir.

Artık dünyayı yöneten bir Büyük Ağabey vardır ve bu Büyük Ağabey bahsedilen elitlerin oluşturduğu gizli bir ağdır;


Bu ağın tarihsel mistik bir geçmişi de vardır! Büyük Ağabey örgütünün üye şayisi 8-10 bini asmaz, ama savaşların çıkmasından dünyadaki para hareketlerine, uyuşturucu trafiği ve kara paradan ülkelerin çökertilmesine, hükümetlerin değiştirilip, ülkelerin parçalanmasına kadar (Rusya ve Yugoslavya örneği) bu elitler grubu ve Büyük Ağabey etkilidir.

Yeni Dünya Düzeni, arkasında masonik gizli örgütlenmelerin olduğu bir uluslararası ağın ve Council on Foreign Relations (Diş ilişkiler konseyi), Trilateral Komisyon ve Bilderberg isimli örgütlerin planlayıp, dünyaya dayattığı kayıtsız şartsız emperyalist bir sömürü sistemidir.

Yeni Dünya Düzeni ve bu örgütler neden tehlikelidirler?

Yeni Dünya Düzeninin amaçlari ve tehlikeleri hakkinda tonlarca kitap yazilmis, globalizasyonun insanliga sunacagi acimasiz gerçekler hakkinda yüzlerce konferans verilmistir. Fakat bahsedilen gizli örgütlerin ve CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyonun tehlikeleri hakkinda yazilan kitaplar bir avuçtur. Çünkü bu örgütler hakkinda bilgiye ulasmak çok zordur. Bu örgütlere üye olan kisiler istihbarat örgütlerinin, silahli kuvvetlerin, NATOnun veya Savunma Bakanliklarinin, bankalarin, dev tröstlerin en tepesindeki insanlardir. Nazilerden pek de farklı olmayan bu insanlarin gerçek yüzlerini daha iyi anlayabilmek, ancak onlarin dünya insanligi üzerinde oynadiklari rolü sergileyerek mümkün olabilir.

Bu örgütler tehlikelidirler?


Savaslari onlar çikarirlar. Ne kadar sürecegine onlar karar verirler, kimlerin katilacagina ve hangi sinirlarin çizilecegine onlar karar verirler (Su anda içine girmekte oldugumuz savasta olduğu gibi). Birinci Dünya Savasinin çikmasinda J. P. Morgan ve Rockefellerin büyük etkileri olduğu ve savas sonunda da inanilmaz kârlar elde ettikleri bilinmektedir (Marrs 2000). Ayrıca 2. Dünya Savasinin basinda (Hitlerin yükselisinde de) Rockefeller grubunun Hitlere yaptığı yardimlar bilinmektedir. Rockefellerlar, bu Büyük Agabeyin, CFR veya Skulls and Bones Societynin merkezindedirler.

Parayi kayitsiz sartsiz onlar kontrol ederler. ABDdeki Merkez Bankasindan tutun, diğer uluslardaki merkez bankalarina kadar tüm temel bankalarin kilit noktalarini onlar kontrol ederler. Iskonto oranlarini, para teminini, altin stoklarini ve altin fiyatlarini, borsa fiyatlarini onlar ellerinde tutarlar ve kontrol ederler. Dünyada akmakta olan tüm kara para bu örgütlerin kontrolündedir.

Hükümetleri onlar kontrol ederler.
Pek çok ülkede kimin basbakan, kimin vali veya kimin yönetici konumuna gelecegini onlar kontrol
ederler. Gerekirse hükümetleri yikarlar, yerine yenisini kurarlar, islerine gelmezse onu da yikarlar ve bunu kimsenin ruhu duymadan
yaparlar. Medya bu gerçeklerden bahsedemez.

Medya ve bilgiyi onlar kontrol ederler. Temel pek çok medya kuruluslarini onlar kontrol ederler. Beyin yikama yöntemleri ve medyayi yönlendirme yöntemleri korkunçtur. Onlarin izni olmadan büyük medyaya yayin yapmaniz mümkün değildir.

Ücretleri, vergileri maaslari onlar kontrol ederler. Emeginize net olarak hakimdirler. Tüm ücretleri, endüstrilerdeki maaslari, isçi maaslarini onlar kontrol ederler.

Mafyayi onlar kontrol ederler. Detaya girmeye gerek yok, çünkü zaten kendileri mafyadir. diğer mafya örgütlenmelerini onlar kontrol ederler.

Bilimi ve teknolojiyi onlar kontrol ederler. Bilimi ve teknolojiyi çok kilit noktalardaki ögretim görevlileri veya çok kilit noktalardaki sirket görevlileri sayesinde onlar kontrol ederler.

Istihbarat örgütlerini ve ordulari onlar kontrol ederler. ABDdeki hemen her istihbarat örgütünün üst düzey görevlisi veya ileri geleni ya bahsedilen gizli örgütlerin üyesidir, ya da CFR, Trilateral Komisyon veya Bilderberg üyesidir. Avrupa ve Japonyadaki istihbarat
örgütlerinde de bu kisiler çok etkilidir. Türkiye'de ise son 50 yildir yönetici konumuna gelmis pek çok kisi ya Trilateral Komisyon veya  Bilderberg üyesidir.

Su unutulmamalidir: Bu örgütlerin güçleri, nitelikleri ve üyeleri ortaya çikarildiktan sonra kesinlikle alt edilebilirler.

Bu örgütleri böylesine siralamak onlarin yenilmez olduklari vurgulamak amaciyla degil, aksine onlarin iç yapilarini ortaya koymak ve alt edilebileceklerini vurgulamak amaciyla yapilmaktadir.


Medyayı kontrol eden beyinleri kontrol eder.

Beyinleri kontrol eden ise,

Toplumları kontrol eder !


İmam Hatipli olmak bir ayrıcalıktır

*  İmam Hatipli olmak çevresiyle iyi ilişkiler kurmak demektir.
*  İmam Hatipli olmak namus ve iffetine düşkün olmak demektir.
*  İmam Hatipli olmak başkalarını düşünmek, kendi için istediğini başkaları için de istemektir.
*  İmam Hatipli olmak ailesine ve çocuklarına karşı sorumluluklarını bilmek demektir.
*  İmam Hatipli olmak davranışlarında tutarlı ve dürüst olmaktır.
*  İmam Hatipli olmak düşünerek davranmaktır.
*  İmam Hatipli olmak inandığı gibi yaşamaktır.
*  İmam Hatipli olmak özü sözü bir olmaktır.
*  İmam Hatipli olmak gaflet ve uyuşukluktan uzak durmaktır.
*  İmam Hatipli olmak görevini hakkıyla yapmak demektir.
*  İmam Hatipli olmak çalışkan ve başarılı olmaktır.
*  İmam Hatipli olmak örnek olmaktır.
*  İmam Hatipli olmak ilkeli olmaktır…
***
Bunların hepsi doğru…

Şunu da unutmamak lazım; 28 Şubat sürecinden en fazla mağdur olan kesim İmam Hatip Lisesi öğrencileri, öğretmenleri, yöneticileri ve o öğrencilere o okullara gönderen halk, millet.
“Katsayı” denen bir “ucube” meydana getirdiler ve bu “ucube” ile yıllarca bu öğrencilerin hakkı resmen, göz göre göre yendi.
İmam Hatip Lisesi’nin orta kısımları bir katakulli ile oldubittiye getirilerek kapatıldı.

Tam da o günlerde, şimdi “siyaseten” buharlaşan bir partinin genel başkanı, İmam Hatip öğrencileri için “yarasa” tabirini uygun görmüştü. “Uygun görmüştü” demek esasen “uygun değil”, böyle bir argüman uydurmuştu. O genel başkan gözlerinizin önüne geldi, sanıyorum.
Peki, sormak isterim; at izinin it izine karıştığı, haklının hakkını savunamadığı, haksızın el üzerinde tutulduğu, neredeyse “Allah” demenin bile suç sayıldığı böyle bir dönemde siz hiçbir tek İmam Hatip Lisesi öğrencisinin “başkaldırdığını”, “ayaklandığını”, “olay çıkardığını”, “gösteri yaptığını”, “molotof attığını”, “arabaların üzerine benzin dökerek yaktığını”, “cam kırdığını”, “market soyduğunu” gördünüz mü?

Elbette İmam Hatipli “uysal koyun” değil!

Gerektiğinde, gerektiği şekilde “hak aramasını” da bilir.
Ama böylesi civcivli bir dönemde dahi bir tek İmam Hatipli bile yasal olmayan yollara başvurmadı.


Sadece bu nitelikleri bile, İmam Hatiplinin “ayrıcalıklı” olduğunu göstermez mi, Allah aşkına!

MİLLİ GAZETE / Adnan Öksüz

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “en az 3 çocuk” ısrarı malûm. Sayın Erdoğan, ısrarında yerden göğe haklı.Nüfusumuz her geçen gün yaşlanıyor.

“En az 3 çocuk” meselesi… Onlar yaşlı, biz yaşlanıyoruz!..

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “en az 3 çocuk” ısrarı malûm.
Bu konudaki uyarılarının yeterince dikkate alınmamasından şikâyetçi olan Sayın Erdoğan, ısrarında yerden göğe haklı.
Evet, şu an için genç bir nüfusa sahibiz ama gidişat maalesef hiç de “iyi”  değil!..
Nüfusumuz her geçen gün yaşlanıyor.
Öyle ki, 2000 yılında %29,8 olan 0-15 yaş grubundaki gençlerimizin oranı,  %24,5’e düşmüş vaziyette.
Dahası, 14 yıl öncesine kadar %5,7 olan 65 yaş ve üzeri nüfus oranı %8’e yaklaştı.
Ülkemizdeki mevcut doğurganlık eğilimi devam ettiği takdirde,  65 yaş ve üzeri nüfus oranının 2050’de %20,8, 2075’te ise %27,7’ye yükseleceği öngörülüyor.
Elimizin altındaki rakamlar, nüfus yapımızdaki yaşlanma sorununu çok önceden gören Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın uyarılarında ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.
Bizler için de çok önemli birer “uyarı” niteliği taşıyor.
Nüfus yapısının yaşlanması niçin kötü?..
Nüfus yapısındaki yaşlanma eğiliminin olumsuz etkilerini iki farklı boyutta ele alıyoruz.
Bunlardan ilki ve en önemlisi; “yaşlanan nüfus ile birlikte ülkenin rekabet ve üretim gücünün zayıflayacak olması”dır.
Öyle ki, genç nüfusun azalmasına paralel olarak çalışan kişi sayısında da düşüşler yaşanacak, bu durumdan da ilk etapta üretim maliyetleri olumsuz yönde etkilenecektir. 

Üretim maliyetlerindeki yükselişten dolayı rekabet gücü zayıflayacak olan ülke, zamanla üretim gücünü de kaybedecek ve sonuçta ithalatçı ülke konumuna düşecektir. Ekonomik açıdan sürdürebilirliği olmayan bu durum zamanla ülke ekonomisinin içinden çıkılması güç bir durgunluğa girmesine neden olacaktır. 

İkinci boyut olarak ise artan yaşlı nüfusun emeklilik maaşı, sağlık giderleri gibi ihtiyaçlarını karşılamada, azalan çalışan nüfustan elde edilen tasarrufların yetersiz kalmasından bahsedilebilir. 

Bu sorun, ancak “maaşlardan yapılan kesintilerin arttırılması ya da emeklilik maaşı ve sağlık giderlerinin azaltılması gibi” radikal kararların alınması ile çözülebilecektir.
Bir ülkenin nüfus yapısından dolayı ortaya çıkabilecek sorunlar en iyi şekilde “yaş bağımlılık oranı” ile ortaya konulabilmektedir. Yaş bağımlılık oranı –kısaca- bir ülkede ekonomik olarak aktif olan 15-64 yaşı arasındaki her 100 kişinin bakmakla yükümlü olduğu 65 yaş ve üzerindekilere oranını vermektedir. 


ONLARDA VE BİZDE YAŞ BAĞIMLILIK ORANLARI
Avrupa’nın lokomotifi Almanya’da yaş bağımlılık oranının 2013 yılı itibariyle %31,3 seviyesinde olduğu görülmektedir. Yani, Almanya’da çalışan her 100 kişinin tasarrufları ile 65 yaş ve üzere 31 kişi hayatını sürdürmektedir. 1960 yılında %17 olan bu oranın yıllardır yükseliş eğiliminde olduğu gözlerden kaçmadığı gibi mevcut doğum oranlarındaki durağan yapıdan hareketle, yükselişin önümüzdeki süreçte de devam edeceği söylenebilmektedir.
Yaş bağımlılık oranı Avrupa Birliği’nde %27,5, Euro Bölgesi’nde ise %28,9 seviyelerindedir.
Almanya “nüfus krizi”nin birçok Avrupa ülkesi için de sözkonusu olduğu ortadadır.
Türkiye ise bu bakımdan “hâlâ” çok iyi durumdadır.
 Ülkemiz, 2013 yılında %11,1 olarak tespit edilen yaş bağımlılık oranıyla dikkat çekmektedir ama durumumuz “geçmişimizle” kıyaslandığında pek parlak görünmemektedir.
Bizdeki yaş bağımlılık oranının 1960 yılında %6,4 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, önümüzdeki sürecin “sıkıntılara gebe” olduğu anlaşılacaktır.
Böyle bir “problemimiz” vardır ve Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın “en az 3 çocuk” çağrısına kulak vermenin önemi gittikçe artmaktadır.
“Tembellik” etmeyelim!..

Recep Tayyip Erdoğan’ın en az 3 çocuk açıklamasından sonra bu konu ile ilgili üç çocuğu olana devlet yardımı konuşulur oldu. Bu yardım, maaş nasıl alınır .

Kadın, aile ve istihdam politikasıyla ilgili iddialara her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. İşte o iddialardan bazıları…
Uzunu zamandır üzerinde çalışılan ve son aşamaya gelinen düzenlemeyle ilgili yeni iddialar ortaya atıldı. Bugün yazarı Sadettin Orhan’ın haberine göre yeni düzenlemeyle birlikte ailelere ikinci çocuk için 1000 lira, üçüncü çocuk için ise 5000 lira yardım yapılması planlanıyor.
Annelere bir ‘torba’ müjde!
Üç ayrı bakanlığın uzun süredir üzerinde çalıştığı, kadın, aile ve istihdam politikalarında köklü değişiklikler getiren çalışmada sona gelindi.
Alternatifli olarak hazırlanan taslakta doğum izinlerinden kreş yardımlarına, evlilik yardımından doğum borçlanmasına kadar pek çok müjde yer alıyor. Paket, Sayın Başbakan’ın onayından sonra torba kanun tasarısı olarak Meclis gündemine gelecek. İşte anneleri mest edecek paketten başlıklar…
Doğum borçlanmasında kapsam genişliyor
Mevcut durumda sadece SSK’lı annelere tanınan doğum borçlanması, tarım SSK, Bağ-Kur ve isteğe bağlı sigortalılara da tanınacak. İki doğumla sınırlı olan uygulamada borçlanılacak doğum sayısı üçe çıkarılırken sigorta başlangıcından önceki doğumların borçlandırılması da gündemde. Eğer bu şekilde yasalaşırsa yaklaşık 500 bin anneye erken emekliliğin yolu açılmış olacak.
Doğum izninde artış
Şu an 16 hafta olan ücretli doğum iznine bir hafta ilave edilecek ve takip eden üç ayda da yarı zamanlı çalışma hakkı tanınacak. İşveren bu sürede yarım ücret öderken diğer yarısını devlet karşılayacak. Bu üç ayın altı ay veya bir yıl olması da seçenekler arasında.
3 Çocuğu Olana Devlet Yardımı
İkinci çocuk için 1000 lira, üçüncü çocuk için 5000 lira yardım yapılması planlanıyor. Bunun maliyeti yıllık 1,5 milyar lira olarak hesaplanıyor. Yardımlar geriye dönük değil, bundan sonraki doğumlar için verilecek.
Esnek çalışma
Çocuğun doğumundan ilkokula başlama zamanına kadar ebeveyne esnek çalışma imkanı verilecek. Böylece anne baba, ilk 5-6 yılda çocuklarına daha fazla zaman ayırabilecek. İşveren, bu konuda yaşadığı eleman sıkıntısını istihdam bürolarından geçici personel teminiyle çözecek.
Kreşlere ilave yardım
Kreşlere ilave teşvikler verilecek ve işyerlerinde kreş açılması özendirilecek.
Tüp bebekte destek artıyor
Şu an iki denemeyle sınırlı olan ve çiftlerden %25-30 oranında katılım payı alınan tüp bebek uygulamasında kapsam genişliyor. Deneme sayısı üçe çıkarılırken çiftlerden alınacak katılım payı %15’e çekiliyor.
Normal doğuma teşvik
Sezaryen yerine normal doğum teşvik edilecek. Normal doğumda SGK desteği artırılacak.
Doğum sonrası işe dönüş garantisi
Doğum sebebiyle ücretli-ücretsiz izne ayrılan annenin tekrar işe alınmasına dair İş Kanunu’nda düzenleme yapılacak. Ayrıca devlet memuru annelerin aylıksız doğum izni süresince kademe-derece ilerlemesi yapılacak.
Genç evlilikler teşvik edilecek
18-26 yaş arasında evlenen gençlere sıfır faizli ve bir yıl ödemesiz 10.000 lira kredi verilecek. Bunun yıllık maliyetinin 202 milyon lira olacağı öngörülüyor.
Yukarıda yer verdiğimiz düzenlemeler alternatifli olarak hazırlandı ve alternatifler konusunda kararı Sayın Başbakan ve Bakanlar Kurulu verecek. Paketin Meclis tatile girmeden önce gündeme alınması bekleniyor. Şimdiden annelerimize ve anne adaylarına hayırlı olsun diyelim.

KOD ADI:MİLLETİN DUASI : AK Parti'den Olay Klip: "Kod Adı Milletin Duası!' VİDEO AK Parti Gençlik Kolları tarafından hazırlanan "Kod adı: Milletin Duası" başlıklı klip izlenme rekorları kırdı. Klipte Pensilvanyalı Fetullah Gülen'in bedduaları ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın duası yer alıyor...




KOD ADI:MİLLETİN DUASI




OSMANLICAYA KİMLER, NEDEN KARŞI ÇIKIYOR : Osmanlıcanın zorunlu ders olmasına gelen tepkilere anlam vermek mümkün değil. Her bir kesim ayrı bir hezeyan içinde... Hani konuya vakıf olmasanız, iktidarın Türkçe'yi kökten yasaklayıp yerine Osmanlı'cayı getirmeye çalıştığını sanırsınız.


Osmanlıca sadece seçmeli ders olacak oysa ki...
İnanın pek çoğu konunun ne olduğunu dahi bilmiyor. Söyledikleri tek şey var: "Ben Osmanlıca dilini istemiyorum"
"Osmanlıca dediğin ayrı bir dil değil, bozulmamış haliyle has Türkçedir. Alfabesi Osmanlıcadır. Biz Cumhuriyet kurulduğunda dilimizi değiştirmedik, alfabemizi değiştirdik" diye saatlerce anlatıyorsun, verdiği tek cevap şu:
"Ben Arapça konuşmak ve yazmak istemiyorum"
İşin komik olan tarafı ne biliyor musunuz? "Osmanlıcayı istemiyorum" diyenler, içinden Osmanlıca'nın çıkarıldığı Nutuk'u görse nutku tutulur! İstiklal Marşı'nı içindeki Osmanlıca cümleleri çıkararak önüne koysan, "Abi ben Çince bilmiyorum" der, kalır!
İşte bizim eğitim sistemimizin temeli bu!
Türkiye hariç, dünyanın hiç bir yerinde çocuklar geçmişine küfretmek için yetiştirilmiyor. 90 yıldır bu ülkenin çocukları, "Osmanlı İmparatorluğu şöyle berbattı, böyle kötüydü. Onlar bizim ecdadımız değil" denilerek yetiştirildi.
Ondan dolayıdır ki bugün Türkiye'nin tanıdığı yazarlar ve sanatçılar bile Osmanlı dendiğinde Fatih Sultan Mehmed'i gören Büyük İskender'in torunları gibi irkiliyor. Duvarlara "Zulüm 1453 yılında başladı" demelerinin temelinde bu eğitim sistemi var.
Bir ülkenin dilini değiştirmek, o ülkeye yapılacak en büyük zulümdü ve o zulüm bundan 90 yıl önce yapıldı.
Çin'de tarihin en büyük devrimine imza atan ve eski Çin adına ne varsa tarihe gömen Mao, bir tek Çin yazısının değişmesine müsade etmedi.
Çin'in geldiği yer belli...
Bir Japon çocuğu küçük yaşta hem standart formların toplamı olan Bopomofo, hem de latin harflerini kullanabiliyor. Çünkü Meiji herşeyi yaptı ama, Japon yazısını değiştirmedi.
Onların geldikleri nokta da belli...
Dünyada modernleşme rüzgarına kapılan hiçbir millet kendi geçmişini ve özellikle dilini terketmedi. Türkiye bu anlamda dil soykırımına uğrayan tek ülkedir.
Şuna adım gibi eminim ki AK Parti iktidarı "Kısa sürede Türkçe'den vazgeçiyor, Osmanlıca'ya geçiyoruz" dese, bugün kendisine oy veren bütün kitleler karşısına dikilip, "Yapamazsın, izin vermiyorum" der. Bu ve buna benzer konuları siyasete meze edecek hiçbir iktidar milletten geçer oy alamaz.
Bunu yapan AK Parti olsa dahi...
Zaten amaç latin harflerini rövanşist bir tutum sonucu kaldırmak değil, bu ülkenin gelecek nesillerini her iki alfabeyi de rahatlıkla kullanabilecek yeteneğe kavuşturmak. Kimse Türkiye'ye geçmişte yaşatılan dil soykırımını yeniden yaşatmak gibi bir heves içinde değil.
Benimsediğimiz rejimin adı demokrasiyse, o demokrasi içinde hiçbir devlet vatandaşına birşeyi zorla dayatamaz. Ama Ahmet'in Bertan'a, "Ben istemiyorum, sen de bunu öğrenemezsin" deme hakkı da olamaz.
Kürt halkının kendi dilini okullarda seçmeli ders olarak seçebilme hakkı olmasını yıllardır savunan biri olarak, Osmanlıca ile gelecek bu yeni dil zenginliğini de sonuna kadar savunuyorum.
"Kanki önce maridana buluşuyoruz, sonra gece bup clupda coşuyoruz. Çok cool bir gece olacak. yes Okey? Iz ı haaa?" diyerek yıllardır Türkçe'nin ırzına geçenlerin "Türkçe'mi seviyorum" adıyla başlattıkları kampanyalara da aldırış etmiyorum.



1900 YILLIK SIR ERDOĞAN'DA : Tarih: 24 Aralık 2012 Yer: Adana Türk, İngiliz ve İsrail ajanları yakın tarihlerinin en büyük kapışmalarındanbirisini yaşadılar. Bu kapışmadan Türkiye galip çıktı. Türk güvenlik güçleri, Adana'da 1900 yıllık deri üzerine el yazması 'Tevrat'ı ele geçirdi.


Türk, İngiliz ve İsrail ajanları tarihinin en önemli kapışmalarındanbirini yaşadılar. MOSSAD ve MI6'nın peşine düştüğü 1900 yıllık el yazması Tevrat, MİT operasyonuyla Başbakan'a ulaştırıldı.
Dinler tarihini değiştirecek bilgiler içeren Tevrat için Adana'da filmleri aratmayacak bir operasyon gerçekleşti.

MİT, tarihi kitabı satanlarla 40 milyona anlaşırken, buluşma yerinde pusuya yatan MOSSAD ve MI6 ajanlarını da müthiş bir manevrayla atlattı.

Bu soluk kesen macerayı Güneş gazetesinden Talat Atilla'nın yazısıyla öğreniyoruz: İşte o olayın arnıtıları...

Bu yazı ilk anda size şaşırtıcı gelebilir. Elbette yazacaklarıma ihtiyatlı yaklaşma hakkınız var ama okurken lütfen beyninizi bloke etmeyin.

Çünkü, uzun olmayan bir zamanda gerçekliğini göreceksiniz.

Tarih: 24 Aralık 2012
Yer: Adana

Türk, İngiliz ve İsrail ajanları yakın tarihlerinin en büyük kapışmalarındanbirisini yaşadılar.

Bu kapışmadan Türkiye galip çıktı.

Türk güvenlik güçleri, Adana'da 1900 yıllık deri üzerine el yazması 'Tevrat'ı ele geçirdi.

Adana'daki Tevrat operasyonu sonrasında Başbakan Tayyip Erdoğan öyle büyük bir ‘sır'ın sahibi oldu ki, bu sır açıklandığında,İsrail ve Yahudilerin kimyası bozulacağı gibi siyaset ve dinler tarihi de değişecek.

MOSSAD HİLTON OTELİ'NE KAÇTI

Filmlere taş çıkartan operasyon ve sonrasındaki gelişmeler şöyle yaşandı;

1900 yıllık el yazması Tevrat'ın varlığından aynı anda haberdar olan MİT, MOSSAD ve İngiliz Gizli Servisi MI6 Tevrat'ı ele geçirmek için aynı anda düğmeye bastı.

İSRAİL TEVRAT'I İMHA ETMEK İSTEDİ

Tevrat'ı özellikle İsrail istiyor, karşılığında da büyük bir servet öneriyordu.

Tevrat'ta İsrail ve Yahudileri yakından ilgilendiren çok önemli ‘sır'lar vardı.

Bu ‘sır' lardan haberi olan İsrail, deri üzerine el yazması Tevrat'ı alarak kendi aleyhlerine kullanılmasını engellemek için imha etmek istedi, ama bunu beceremedi.

İşi sağlama almak isteyen MİT, Tevrat'ı satacak kişilere 40 milyon teklif edince anlaşma sağlandı.

İNGİLİZLER KOMİSYON İÇİN DEVREYE GİRDİ

Bu pazarlığı öğrenen MOSSAD ve M16 mensupları da buluşma yerinde pusuya yattılar ama MİT elemanları onlara hareket kabiliyeti tanımadan Tevrat'ı ele geçirdi.

Operasyon sırasında MOSSAD ajanları Adana Hilton Oteli'ne kaçarken, M16 üyeleri konsolosluk aracıyla olay yerinden uzaklaşmak zorunda kaldılar. İngilizlerin, Tevrat'ı İsrail'e satmak için uğraştıkları, bu çalışmadan komisyon almayı planladıkları ileri sürüldü.

BAŞBAKAN ERDOĞAN DEVREDE…

Bu müthiş gelişmeler MİT tarafından anı anına Başbakan Erdoğan'a bildirilince, Başbakan, Tevrat'ın gizlice Ankara'ya getirilmesi talimatını verdi.

İbranice el yazması Tevrat'ı incelemeye alan Uzmanlar, 9 metre boyundaki gerçek Tevrat üzerindeki çalışmaları büyük bir güvenlik çemberi içinde sürdürdüler.

Tevrat'ı inceleyecek uzman ekibin oluşmasında da çok titiz davranıldı.

1900 yıllık Tevrat'ın incelenmesindensonra ortaya çıkan sonuç şok ediciydi. Çünkü, 1900 yıllık Tevrat'la bugün ki Tevrat aynı değildi.

Yani, İsrail'in bugün kullandığı Tevrat'ın tahrif edilmiş Tevrat olduğu ortaya çıktı.


BULUNAN TEVRAT KUR'ANI DOĞRULUYOR

Bilindiği gibi Kur'an, Tevrat'ın kelimelerin ve anlamlarının değiştirilerek tahrifat yapıldığını yazar.

Yahudilerin Tevrat'ta yaptıkları değişiklik, Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır:

"Yahudilerin bir kısmı, kelimeleri yerlerinden değiştirirler. Ve dillerini eğip bükerek işittik ve karşı geldik derler…"

Nisa Suresi- 46 Ayet

1900 YILLIK TEVRAT'TA DA BELGELENDİ: HZ. MUHAMMED SON PEYGAMBER

1900 yıllık tahrif edilmemiş Tevrat'ta İsrail oğullarının dini ve siyasi anlayışlarına dayanak yaptığı bazı unsurların doğru olmadığı ortaya çıktı.

Ve hepsinden daha önemlisi, tahrif edilmemiş Tevrat'ta son peygamberin Hz. Muhammed olduğu açıkça vurgulanıyor.

EN GEÇ 1 YIL İÇİNDE AÇIKLANIR

Deprem etkisi yapacak bu gelişmeyi, Dünya'ya anlatmak için uygun bir zamanlama muhakkak bulunacaktır. Bana göre 1 yıla kalmadan açıklanır.

Bu konuda Başbakan Erdoğan'ın dışında hiç kimsenin bir açıklama yapacağını sanmıyorum.

Çünkü, Tevrat'ın Kur'an'da söylendiği gibi tahrif edildiği, son peygamberin Hz. Muhammed olduğunun, 1900 yıllık tarihi bir belge ile ispat edilmesi, dünyada, dini olduğu kadar, siyasi, ticari ve sosyolojik tüm dengeleri de değiştirecektir.

Bu yazımın doğruluğundan hiç şüphem yok ama hükümet, bazı denge ve zamanlama unsurlarından dolayı yazımı şimdilik doğrulamayabilir.

Hatta yazımda sözü geçen bazı güç unsurlarından baskı da gelebilir ama tarihe not bırakmanın lezzetini yaşamak istedim.

Biraz sabırlı olursanız yazdıklarımın doğruluğunu göreceksiniz.



25 Temmuz 2015 Cumartesi

DİNİ VİDEOLAR : Hz. Ömer Dizisi Ülke Tv Sıradışı Parapsikoloji ve Cinler Müslümanların Dünya Bilimine Katkıları Mukaddes Yolculuk Dünya İslama Koşuyor Genç papazın müslüman oluşu


İZLEMEK İSTEDİĞİNİZ VİDEO SERİSİNİN İSMİNE TIKLAYINIZ

Hz Hüseyin’in Fedaisi Muhtar (HD) Tüm 40 Bölümler
Kuran-ı Kerim Hatmi Şerif
Hz. Ömer Dizisi
Ülke Tv Sıradışı Parapsikoloji ve Cinler
Müslümanların Dünya Bilimine Katkıları
Mukaddes Yolculuk
Dünya İslama Koşuyor
Genç papazın müslüman oluşu
Dünya İslama Koşuyor
Dücane Cündioğlu Nefs
şeytanımız ne zaman müslüman olaçak
Haya Âbidesi
Buhari
Endülüs'ün Tarık'ı
Avrupalı Müslümanlar
Yanlış ALLAH inancı - Yahya Şenol
Ey Muhammed tu bixêr hati Kürtçe ilahi
Osmanlı imparatorluğu ve islam
Futbol Dini
Kutsal emanetler
Ahiret
Çağrı
Cennet Ve Cehennem
İskipli Atıf Hoca
Hür Adam Saidi Nursi
Kutsal Gizemler
Hz.Muhammad Legacy Of A Prophet
Ölümden Sonra
Ömer Muhtar Çöl Aslanı
Peygamber Efendimiz ve Mucizeleri
Yolcu saidi nursi
ALLAH icin dostluk
Ahiretten Mektup
Bilim ve İslam
Cinler alemi
Hesap Günü
Hanım Sahabeler
Hz.Osman
Hz.Ebubekir
Hz.Ömer
hiristiyanliktaki putperestlik
Kiyametin Korkunc Halleri
inanclar
İslamda Astronomi ve Matemetik Bilginleri
Müslümanların Dünya Bilimine Katkıları
bedir
Cehennem - Sacit Onan
Mal ve Para Sevgisi
Naat - Seyfullah Kartal
Namaz Buyuk Emirdir (1)
Namaz Buyuk Emirdir (2)
Peygamberlerin Ozellikleri
Cennetten Mektup - 1
Cennetten Mektup - 2
Hz. Musab Bin Umeyr
Peygamberlerin Ozellikleri
Seytanin Itirafi
Seytan ve Insan
Takva ve Fucur
Sıradışı Tarih--Kutlu Doğum - 1
Sıradışı Tarih--Kutlu Doğum - 2
Sosyalist Müslümanlar
Sıradışı Yarını Hayal Etmek
Sıradışı Tarih Her Yer Kerbela
ALLAH AŞKI
Kral ve Ben - Mehdi Mesih Deccal
Sıradışı- Ruhun Deşifresi
Gizli ilimler
Gizli el yazmaları
Kuranı kerim de ki tasarım
Bastı zaman tayyi mekan
Dervişlerin gizem ve sembolleri
Ahit sandığı
Barnabas incili
hristiyan roma paganizm
Mezhep ayrılıkları
Kur'an'a Göre Evrenin Sonu
İsa Tanrı mı - Deedat vs Sjoberg
İslami açıdan uzaylılar
Allahın Sadik Kulu
Michael Jackson says Insallah
Ezan okundUğu zaman secde eden yengeç
Hollywood Yıldızı- ''İslam En Güzel şey
mango suyu
Ask a muslim women
Niçin kadınlar kapanıyor müthiş cevap
Allahın varlığından şüphe edenler izlesin
İmanın 6. Şartı Hayrı ve Şerri İle Kadere İman
Sıradışı- Kuran a sorunca
Sıradışı - İman ve Şirk - 1
Sıradışı - İman ve Şirk - 2
GELMİŞ GEÇMİS EN BÜYÜK MUCİZE
KURAN'IN BILIMSEL MUCIZELERINI GÖRÜP MÜSLÜMAN OLANLAR
Müslüman olan Amerikalı kadının hikayesi
Manastırda yetişen bir İngiliz'in Müslüman oluş hikayesi
Kadere İman
O engelli ama.- Bu Çocuğu Kesinlikle İzlemelisiniz
Gerçek Peygamber Muhammed - The Deen Show
Manastırda yetişen bir İngiliz'in Müslüman oluş hikayesi
mesih Hz.isa (as) - 1
mesih Hz.isa (as) - 2
hakka davet - 1
hakka davet - 2
dirilis
Dinde Kurban
Bayramlar Neden Aynı Gün Değil
Münib Engin NOYAN İslam ve Hayat - 1
Münib Engin NOYAN İslam ve Hayat - 2
Caner Taslaman - Bilim ve Din - 1
Caner Taslaman - Bilim ve Din - 2
Caner Taslaman - Bilim ve Din - 3
Caner Taslaman - Bilim ve Din - 4
Din Bilim Felsefe İlişkisi - 1
Din Bilim Felsefe İlişkisi - 2
Kıyamet Alametleri ve Hadis Sohbeti
Ahlakın Temellendirilmesi - Caner Taslaman - 1
Ahlakın Temellendirilmesi - Caner Taslaman - 2
Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi
Caner Taslaman - Din Bilim Felsefe - 1
Caner Taslaman - Din Bilim Felsefe - 2
Manastırda yetişen bir İngiliz'in Müslüman oluş hikayesi
Din-Bilim İlişkisi - Emre Dorman - 1
Din-Bilim İlişkisi - Emre Dorman - 2
Hristiyanlara göre kıyamet alametleri - 1
Hristiyanlara göre kıyamet alametleri - 2
Islamda Astronomi Ve Matematik Bilginleri
Kıyametin Kuyruklu Yıldızları
Hristiyanlara göre deccal
Ateist Profesör İslama Yolculuğunu Anlatıyor
O Kuranı Sorguladı Ve Doğruyu Buldu - 1
O Kuranı Sorguladı Ve Doğruyu Buldu - 2



14 Temmuz 2015 Salı

Ayetullah Sistani: ‘Ehlisünnet bizim kardeşimiz değil, özümüz ve canımızdır : Şia ve Sünniler arasında gerçek bir ihtilaf bulunmamaktadır.


Irak’ta yaşayan dünyaca ünlü taklit mercilerden Ayetullah uzma Seyyid Ali Sistani, Irak’ta mezhepler arası kargaşa ve çatışmanın doruk noktasında olduğu dönemlerde Sünni ve Şiaların düzenlediği konferansa gönderdiği mesajında Ehli Sünnet ve Şia arasında gerçekte hiçbir fark ve ihtilafın olmadığını belirterek Ehli Sünneti özü ve canı olarak nitelendirdi.

Ayetullah uzma Seyyid Ali Sistani, Irak’ta mezhebi ihtilafların zirve yaptığı ve ülke bir mezhep ve iç savaşla karşı karşıya kaldığı 2007 yılında Necef-i Eşref’te Sünni ve Şia ulemaların düzenlediği konferansa İslami vahdet doğrultusunda çok değerli bir mesaj göndermişti.

Ayetullah uzma Seyyid Ali Sistani’nin haber ulaştırma ofisi tarafından okunan mesajda şu ifadelere yer verilmişti:

“Şia ve Sünniler arasında gerçek bir ihtilaf bulunmamaktadır. Ben tüm Iraklıların hizmetçisiyim. Ben, tüm halkı seviyorum. İslam dini, muhabbet ve sevgi dinidir. Düşmanların İslam mezhepleri arasında tefrika çıkarmayı başardığından dolayı oldukça şaşkınlık içindeyim.”

Ayetullah Sistani mesajının devamında şöyle buyurmaktaydı: “Bu tür konferans ve oturumların düzenlenmesi çok önemli ve faydalıdır. Herkes, Müslümanlar arasında gerçek bir ihtilafın olmadığı noktasında birleşmektedir. Şia ve Sünniler arasında sadece fıkhı konularda farklar bulunmaktadır.”

Ayetullah Sistani Şialara özel tavsiyede bulunarak şöyle buyurmuştu: Şialar, ehli sünnetten daha çok onların sosyal ve siyasi haklarını savunmalıdır. Bizim vahdet ve birlikteliğe davetimiz sağlamdır. Ben, defalarca söyledim ve söylüyorum ki Sünnilerin kardeşimiz olduğunu söylemeyin, bilakis onlar bizim özümüz ve canımızdır. Ben, Sünnilerin Cuma vaazlarını Şiaların Cuma vaazlarından daha çok dinlemekteyim.”

Ayetullah uzma Seyyid Ali Sistani, Arap ve Kürtlerin arasında hiçbir farkın olmadığını ifade ederek şu ifadeleri kullanmıştı: “Ben, fıkhi araştırmalarda Ehli sünnetin fetvalarını hatırlatırım, bizler Kabe’de, namazda ve oruçta biriz. Diktatörlük döneminde bana Şia olduklarını söyleyen bazı Sünnilere neden Şia olduklarını sorduğumda Ehlibeytin (a.s) velayetini kabul ettiklerini vurguluyorlardı. Ben onlara ehli sünnet ulemasının Ehlibeyt (a.s) velayetini savunduklarını söylüyordum.”

Mesajın sonunda şu ifadelere yer verilmişti: Sünni yurttaşlar, Şialar gibi kabirlerde toplu olarak diri diri gömüldüler. Ben hakkını arayan herkesin savunuculuğunu yapacağım.”

islamivahdet.com