Muhterem Kardeşlerim!
Putperestlere, kâfirlere dahi Cenâb-ı Hakk’ın kapısı açık. Vaktaki gelip, kelime-i şahadet getirip, “Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Rasûlüh” dedikleri an İslâm binasına, İslâm çatısının altına kabul ediyor. Ömür boyu Allah’a şirk koşsa dahi, kelime-i şehadet getirip, Allah’ın varlığını birliğini kabul ettiği an, Cenâb-ı Hakk o kulu kabul ediyor ve İslâm dairesine alıyor. Şu dinin güzelliğine bakın. Cenâb-ı Hakk’ın şu merhametine bakın. İslâm dininin şu muazzam anlayışına bir bakın.
Allah (zü’l-celâl ve tekaddes hazretleri) insandan daha değerli bir varlık yaratmamıştır. Ayet-i kerimede onu ahsen-i takvim yani en güzel şekilde yarattığını bizlere haber vermektedir.[1] Yerdeki ve göktekilerin en mükemmeli olarak insan halkedilmiştir. Ancak insanoğluna verilmiş bu üstünlüğün, mükemmelliğin devam edebilmesi için, ona bazı vazifeler yüklemiştir. İnsanın, bu kurallara uymadığı zaman, derecelerin en alt seviyesine indirileceğini bildirilmiş.
Öyle ki meleklerden daha üstün yaratılan insanoğlu hayvandan daha aşağı bir dereceye indirilmektedir.Akıl nimeti verilen insanın, niçin yaratıldığını düşünüp, Allah’ın koymuş olduğu kanun ve nizama uyması, ahlak ve anlayışa sahip olması gerekmektedir. Cenâb-ı Hakk, insanın Kur’ân’a harfiyyen biat etmesini, aynı inanç ve ahlak ilkelerine bağlanmasını emretmiştir. Vaktaki bir millet Kur’an’ın inanç ve ahlak ilkelerini terk ederse o millet yoldan sapmıştır. O kavim o milletin huzur ve mutluluğa ulaşması asla mümkün değildir. Neticede hepiniz, daha önceki kavimlerin sonlarını biliyorsunuz. Hepsi çıkmaz sokağa girmiş, Cenâb-ı Hakk bunları helâk etmiştir. Fakat Allah (c.c.), Müslümanlara yol göstermiştir. İlahî nizam, îman birliğinde ve ahlak güzelliğinde gizlenmiştir. Bundan dolayıdır ki, Kur’ân-ı Kerim, insanları tevhide, ilahî muhabbete, îman kardeşliğine, Allah’a ibadete ve Allah’ın rızasına davet etmektedir.
İslâm, ne güzel bir din! Kur’ân, ne mübarek bir kitap! Kur’ân’a uyanlar için, ondan ayrılmayanlar için, parçalanma yok, birlik ve beraberlik var. Kur’ân nizamına giren, Kur’ân ahlakına sahip olan, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) ve ashabını örnek alan bir toplum için tefrika yok, fitne yok. Ashab-ı kiram hep beraber yaşamışlar. Hatta bir çanaktan yemek yemişler. Peygamberimiz (s.a.v)’in çevresinde dört yüzün üzerinde ashâb-ı suffe vardı. Bunlar evsiz barksız insanlardı. Çoluk-çocukları yok, ev-barkları yok, barınacak hiçbir yerleri yoktu. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in çatısı altında kalıyor, onun üniversitesine gidiyorlardı. Ona biat etmiş ve ona teslim olmuşlardı. Hiçbir zaman hallerinden şikâyetçi olmamışlardı.
Biz ne yapıyoruz? Azıcık bir şeyimiz noksan olsun, her hangi bir dünyalığımız olmasın hemen şikâyet ediyoruz. Hatta öyle ileri gidiyoruz ki isyan ediyoruz. Nedir benim çektiğim Yâ Rabbî? Ben ne yaptım sana? Sen Allah’a ne yapabilirsin ki? Allah senin için öyle dilemiş, öyle nasip etmiş, öyle takdir etmiş! O sana neyi münasip görmüşse, sana neyi nasip etmişse ona razı olacaksın. İsyan etmeyeceksin. Ashab-ı suffe gibi kanaatkâr olacaksın, Allah’ın takdirine razı olacaksın. Kur’ân’ın emrettiği ahlâk budur. Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkı budur. Ashabın ahlâkı budur.
Maneviyatımız güdük ve yamuk-yumuk. Yapmış olduğumuz ibadet ve taatlarımızı bir araya getirsek, ne kadar eder acaba? Nereden nereye götürür bizi. Amellerimiz bu uzun yolculukta bizi nereye kadar götürür. O fırtınalardan, o zelzelelerden, o korkunç yollardan, o yırtıcı hayvanların, haşeratın elinden bu ibadet ve taatlarımız bizi kurtarabilecek mi? Ahiret yolculuğu çok uzun ve dolambaçlıdır. Cennete girebilmek öyle kolay değil. Cenneti kazanmak, Allah’ın rızasını kazanmak basit değil. Çok çeşitli imtihanlar gelir insanın başına. Bakın Rabbimiz ne buyuruyor:
“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!”
Bütün bunların hepsi bir imtihan. Mümin sabretmeli ve Allah’ın takdirine boğun bükmelidir. Bu ise manevî bir eğitimle, bir üstadın dizinin dibine oturmakla ancak mümkündür.
İlim ve hikmet sahibi Allah dostları, müslümanın bir mürşide bağlanmasının mecburi olduğunu söylemişlerdir.
İbn Arabî Hazretleri ise şöyle demiştir: “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.”
Ona sormuşlar: “Efendi, bir insan îman dairesine girdikten sonra bir şeyhe bağlanmazsa ne olur?”
Bakınız ne cevap vermiş: “Hiç usta bir bahçıvanın gözetiminde bakılan, aşılanan, budanan ve suyu düzenli verilen bir ağaçın meyvesiyle, badiyede, yol kenarlarında kendiliğinden yetişen ve bakılmayan ağacın meyvesi bir olur mu? Bahçıvanın gözetimindeki ağaç koruma altında iken o yol kenarlarındaki ağaç, her an heder olmaya, yok olmaya mahkûmdur. İşte bir mürşid-i kâmile bağlanmanın misali budur.
Bir başka Allah dostu ise; analı-babalı bir çocukla, anasız-babasız bir çocuğu misal vermiştir. Analı-babalı bir çocuğun anası-babası, çocuğunu sokaklara salsa bile gözleri onun üzerinde olur, ona zarar gelmesine kolay kolay müsaade etmezler. Çünkü onu uzaktan da olsa gözetirler. Anasız-babasız bir çocuğun himayecisi, gözetleyicisi yoktur. O her an bir kazaya uğramaya mahkûmdur.
Şah Abdülkadir Geylânî Hazretleri de buyuruyor ki: “Bir mürşid-i kâmile bağlanmak vâciptir.”
İstanbul’un uzak-yakın çok farklı yerlerinden gelerek burada toplanmışız. Bizleri burada bir araya getiren nedir? Bizi toplayan, kelime-i tevhiddir, zikrullahtır, Allah’ın altın zinciridir, bir mürşide bağlanmaktır. O zincirden kim tutmuşsa, o cereyan onu çekip getiriyor, bir araya topluyor. Kardeş ediyor, ihvan ediyor.
Bakınız, bütün dünyada Müslümanlar perişan. Hangi ülke, hangi devlet, hangi memlekette Müslümanlar yaşıyorsa hepsi perişan. Bu perişanlıklarının bir sebebi var: Allah’ın nizamından, Kur’ân’ın düsturlarından, Peygamber (s.a.v.)’in ahlakından uzaklaşmak. Cenâb-ı Hakk bu felaketleri bunun için onların başına getiriyor. Memleketimizdeki terör felaketinin sebebi de budur. Biz de azdık, biz de saptık, biz de Allah’ın ipinden koptuk. Onun için Cenâb-ı Hakk bu felaketleri, bu musibetleri başımıza veriyor.
Cenâb-ı Hakk’a dua edelim, yalvaralım. O Allah dostlarının hürmetine, Allah’ın o sadık kulları hürmetine, milletimize, memleketimize felaketler vermesin! Memleketimiz cennet gibi, emsali bulunmaz bir vatan. Fakat ecdadımızın bizlere bıraktığı bu vatanın kıymetini bilen yok. Çünkü tam otuz sene bu kürsüden ümmet-i Muhammed’e anlattık, kimse anlamadı, anlamak da istemediler. Yine herkes âlemine devam ediyor. Herkesin boynunda bir davul var. Yine aynı çomakla boynundaki davula vuruyor. Biz onların boynundan o davulu indiremedik, açamadık. Ne yapmamız lazım? Biraz sabretmemiz lazım! Bakalım, Cenâb-ı Hakk bizi nereye çıkaracak, neye layık görecek. Bir millet, bir ümmet neye layık ise Allah onu takdir eder.
Peygamberimiz (s.a.v) ve ashabı, eza cefa görmüş, dövülmüş, kovulmuş, işkenceler görmüş, şehitler vermişler. Fakat yine de davalarından vazgeçmemişler. Bazı kardeşlerimiz bize soruyorlar: Hocam siz hep vaazlarınızda dava, dava diyorsunuz. Bu dava nedir? Onlar zannediyor ki, bizim davamız ortalıkta sürülen parti-pırtı davası! Bizim parti ile pırtı ile işimiz yok. Bu cemaati toplayan, bu cemaati birleştiren Cenâb-ı Hakk’a hamd-u senalar olsun. Bizim davamız İslâm davasıdır.
Biz bu cemaati çoğaltmaya çalışıyoruz. Bu cemaat zikrullah cemaatidir. Bu toplum “Allah” diyor. Bu toplum “Lâilahe illallah” diyor. Bu toplum Muhammedu’r-Resulullah diyor. Bu toplum, Allah ve Rasûlüne biat etmiş. Bu cemaati çoğaltalım, birleştirelim, parçalamayalım. Bütün Müslümanlara sesleniyoruz. Müslümanları çağırıyoruz. Gelin birleşelim, birbirimizi sevelim ve kardeş olalım. Birbirimize düşman olmayalım. Buradaki kardeşlerime sesleniyorum; arkadaşlarınızı, komşularınızı getirin. Akrabalarınıza çocuklarınıza pazar günü burada sohbet olduğunu söyleyin.
Peygamberimiz (s.a.v) ne buyuruyordu: “Duyanlar duymayanlara haber versin.” Siz de duymayanlara haber verin. Gelsin şu gençlik. Gençlik zehirli ellere düşmesin. Gençliği şu küfrün, şu zâlimlerin elinden kurtaralım. Televizyonlardan, gazetelerden görmüyor musunuz? Gençlik yolunu-izini kaybetmiş, meyhanelerde, birahanelerde, batakhanelerde ömür tüketiyorlar. Bu gençliği kurtarmak lazım! Buradaki kardeşlerimizin birçoğu, kahvehanelerden, meyhanelerden, batakhanelerden kurtulup buralara gelmişler. Bunu nasip eden Cenâb-ı Hakk’tır. Hidayet veren O’dur. Hidayet bizim elimizde değildir. Biz sadece vesile oluyoruz. Bütün mükevvenât, bütün güç ve kuvvet Hz. Allah’ın (c.c.) elindedir. Biz sadece vesileyiz. Böyle bir şeye vesile olmak ne büyük bir mazhariyettir. Onun için bu gençliğin sayısını çoğaltmak için çalışmak mecburiyetindeyiz.
Bakınız küfür gece-gündüz harıl harıl çalışıyor. Müslümanların îmanını bozmak için, gençlerin ahlâkını bozmak için, sabahlara kadar vardiyalı çalışıyorlar. O çıplak kadın fotoğraflarını, içki reklâmlarını, faiz reklâmlarını çarşaf çarşaf basıyorlar. Gazete yetmediği gibi, televizyonla da bu ümmetin, bu milletin îmanını, ahlâkını, edebini çalmaya uğraşıyorlar. Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
“Allah’a ve peygamberlerine itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer ve gücünüz elden gider. Bir de sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.[5]
Diğer ayet-i kerime de ise:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdar olandır.”[6]
Bakınız Cenâb-ı Hakk Yahudi ve Hıristiyanları da bu birliğe davet ediyor:
De ki: “Ey kendilerine kitap verilenler, gelin aramızda ortak bir kelimede birleşelim, Allah’tan başkasına tapmayalım, O’na hiçbir ortak koşmayalım ve Allah’tan başka kimimiz kimimizi Rab edinmesin!” Eğer bundan yüz çevirirlerse: “Bizim gerçekten müslüman olduğumuza şahit olun!” deyin.[7]
Allah, diğer din mensuplarını da birliğe, beraberliğe davet ediyor. Ancak bu birlik Kur’ân nizâmında, Kur’ân ahlâkında oluşacak birlik. Onları İslâm dinini kabul etmeye davet ediyor.
Cahiliye devrinde insanlar, ufuklardan, göklerden, yıldızlardan, ay ve güneşden bir medet bekliyorlardı. Bir kurtarıcı, bir yol gösterici bekliyorlardı. Hiç kimsenin aklına gelir miydi ki, bir yetim, bir öksüz onların sahibi olacak, Hira dağından Muhammed Mustafa (s.a.v) gelecek! Kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor, kadınlar bir meta gibi alınıp satılıyordu. Vakta ki Muhammed Mustafa (s.a.v) geldi. Zulme dur dedi.
Cahiliyye devrinde kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu. Bugün bizim yaptıklarımız, cahiliye müşriklerinden daha beter. Bugün on yedi, on sekiz yaşındaki kızlarımızı diri diri toprağa gömmekten daha beter ediyoruz. Bizim yaptıklarımız onların yaptığından daha beter, daha vahşi, daha iğrenç, daha büyük günah. O giydirdiğimiz kıyafetler, o erkeklerle haşır-neşir halleri. Biz İslâm’a layık olduğumuz an, şeriata layık olduğumuz an, Cenâb-ı Hakk bize mutlak bir sahip gönderecektir.
Değerli kardeşlerim!
Ümmet-i Muhammedin gerçek anlamda birlik olabilmeleri için birbirilerini sevmesi lazımdır. Birbirine zarar veren, birbirinin kötülüğünü isteyen, birbirine haset eden insanlar, birbirilerini nasıl sevebilir? Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki: “Hakikî Müslüman, dilinden ve elinden öteki Müslümanların salim olduğu kişidir.”[8] Diğer bir hadis-i şeriflerinde ise: “Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe, gerçek mümin olamaz.”[9] buyurmaktadır.
Günümüz Müslümanları, birbirlerinin iyiliğini istemiyorlar. Biri zengin olsun, onun hakkında hemen su-i zan besleniyor. Onun mutlak dedi-kodusu yapılıyor. Onun ayıbını, kusuru araştırııyor. İnsanoğlu kendi gözündeki merteği görmez, ama başkasının gözündeki çöpü görür. Sen kendine bak! Kendi kusurunu, günahını düşün! Onlar için tevbe etmeye bak! Bir kişinin, Müslüman kardeşinin kusurlarını araştırması, onu eleştirmesi, onu çekiştirmesi, dedi-kodusunu yapması doğru değildir. Ona düşen, Müslüman kardeşinin ayıplarını örtmek, hatalarını güzel bir şekilde düzeltmek ve ona hayır duada bulunmaktır.
Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
“Kardeşinin gıyabında dua eden hiçbir mü’min yoktur ki melek de kendisine: “Bir misli de sana olsun” demesin.” En hayırlı kul, kardeşinin arkasından ona hayır dua edendir. Dua etmek, aradaki muhabbeti arttırır. Dua edenle, dua edilen kişi arasına Allah muhabbet koyar. Muhabbet ve sevgi, İslâm toplumunun harcıdır, çimentosudur. Kim sevgi ve muhabbetten uzaklaşırsa ümmet-i muhammetten uzaklaşır..
Bakınız Peygamber Efendimiz (s.a.v);
“Müslümanların cemaatine ve imamlarına uy, onlardan ayrılma. buyurmuştur.
Bir kimse İslâm topluluğundan bir karış kadar ayrılırsa, İslâm bağını boynundan koparmış, atmıştır. Kişinin “-Müslümanım” deyip de, İslâm’la, Müslümanlarla hiçbir bağının olmaması nasıl olur? “-Ben Allah’ı seviyorum, Peygamberi seviyorum, Kur’ân’a inanıyorum, babam hacıydı, anam namazında niyazındaydı.” demen seni Müslüman etmez. Babanın hacı olması, annenin namazı, örtüsü seni Müslüman etmez. Niçin onların yolundan gitmiyorsun? Sen de onların yolundan gitsene! Sen de îman yoksa ahirette onların sana ne faydası olacak? Peygamberimizin amcaları îman etmedi. Peygamberimizin onlara ne faydası olacak?
Rabbimiz buyuruyor ki:
“(Önce) en yakın hısımlarını uyar.”
Peygamberimiz amcalarını, bütün Kureyş’i İslâm’a davet etmişti. Tüm akrabalarını bir araya toplamış; “-Gelin îman edin, yoksa ben sizi kurtaramam!” demişti.
Bir ana-babanın inançsız evladına, bir evladın kâfir ana-babaya hiçbir faydası olmayacak. Velev ki; ana-baba peygamber bile olsa faydası olmayacak. Cenab-ı Hakk, Hz. İbrahim’in îman etmemiş babasına dua etmesi üzerine, bu hakikati bakınız nasıl ilan ediyor:
“İbrahim’in babası hakkındaki af dilemesi de sadece ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Böyle iken onun bir Allah düşmanı olduğu ona belli olunca, ondan ilgisini kesti. Gerçekten İbrahim, çok bağrı yanık, çok halim idi.”
Cenâb-ı Hakk orada cennetliklerle cehennemlikleri birbirinden ayıracak. Allah senin ameline bakacak, kalbine bakacak, kulluğuna bakacak. Amel defterinde yazılı ne varsa ona bakacak. Cenâb-ı Hakk her kulunun ameline göre muamele edecek. Cenâb-ı Hakk evlatlarımızı, ailelerimizi, Müslüman kardeşlerimizi birlikten, beraberlikten, İslâm dininden ayırmasın.
Müminler!
İslâm birliği, İslâm kardeşliği, Kur’an nizâmında, Kur’an ahlâkında olur. İslâm gibi güzel bir cemaat var iken, şeytanın ordusuna katılmak, onları sevindirmek hiç olur mu? Şeytana uyarak Müslümanlara karşı çıkmak olur mu? Şeytan Allah’ın huzurundan kovulduğundan beri Müslümanları yoldan çıkarmak, onları bölüp parçalamak için uğraşıyor. Ama Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki (c.c):
“Gerçek şu ki, îman edip de Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hâkimiyeti yoktur. Onun hâkimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve Allah’a ortak koşanlaradır.”
Mesele, şeytanı dost edinmemektir. Şeytan birkez dostun olursa, damarlarındaki kana bile girer. Namazda vesvese verir, seni kardeşine düşman eder. Kalbine haset tohumları eker. İbadet ve taatin; namazın, orucun, haccın, zekâtın, zikrullahın sevabını yok eder. Hacılar Beytullah’ı tavaf ederken birbirlerine yumruk atıyor. Hocam, Beytullah’a şeytan girer mi? Nasıl girmez? Sen şeytanı dost edinirsen damarındaki kanla birlikte dolaşır.
Câmide sana dünya kelamı konuşturan, namazda aklını boş şeylerle meşgul eden, nedir? Şeytan. Ama bizim cemaatimiz zikir cemaati elhamdulillah. Zikir cemaatinin kalbine şeytan etki edemez biiznillah. Akşama kadar burada sohbete devam etsek, şeytan kalplerine kötü bir şey getirmez. “Yeter artık, biz yorulduk!”, demezler.
Ezan okunuyor. Ya Rabbi! Ezan-ı Muhammediyeyi üzerimizden eksik etme! Ezan-ı Muhammediyeyi susturmak isteyenlere fırsat verme! O zâlimlere, o kâfirlere, o fasıklara, o din düşmanlarına fırsat verme! Bu cennet vatanı bozmak, yok etmek için çok oyunlar oynanıyor. Ama inanıyoruz ki, Cenâb-ı Hakk o zâlimlere fırsat vermeyecek. Çünkü bu beldede kelime-i tevhid çekiliyor, zikrullah yapılıyor, hiç kimsenin tuzağı tutmayacak. Herkes kendi tuzağına düşecek. Çünkü bu ülkede evliyaullah var. Bu ülkede sahabe-i kiram yatıyor. Bu ülkede Fatihler yatıyor. Bu ülkenin karış karış toprağında şüheda yatıyor.
Belki bazınızın aklına şu soru gelebilir: Bağdat’ta İmam-ı Azam yatıyor, Abdülkadir Geylânî Hazretleri yatıyor, İmam-ı Kâzım Hazretleri yatıyor. Neden Amerika orayı bombaladı? Çünkü biz azgınlaştık ve biz dinden, takvâdan uzaklaştık. Emr-i bilmaruf ve nehy-i ani’l- münker’i terk ettik. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” dedik.
Bakın bir hadisi şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.) ne buyuruyor:
Cenâb-ı Hakk Cebrail’e (a.s.); Ey Cebrail! Git filan beldeyi helak et. Cebrail (a.s.) gider ve geri döner. Yâ Rabbî orada geceleri ibadet eden çok sayıda insan var. Onları da mı? Evet, onları da! Çünkü onlar, diğerlerinin kötülüklerine göz yumdular ve onları düzeltmek için gayret etmediler. Bunun için onları da helak et, Ey Cebrail! Emr-i bilmaruf ve nehy-i ani’l-münkeri terk edersek, bizim ibadetimiz, taatimiz bizi kurtarmaz.
Bakınız Allah (celle şanuhû) ne buyuruyor:
“Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz. Ve bilin ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.”
Allah memleketimizi korusun, milletimizi korusun! Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e birlik ve beraberlik ihsan eyle! Bizleri gerçek îman sahibi kıl! Birbirimizi sevmeyi, ayıplarımızı örtmeyi nasip eyle! Hakkı korkmadan söyleyebilmeyi bizlere lutfeyle! Günahlar ve yanlışlar karşısında dilsiz şeytan olmaktan bizleri muhafaza eyle! Yâ Rabbî, bu sohbetimizi kabul eyle! Te’sirini ihsan eyle. Şu cemaatimizi daim eyle! Şu cemaatimizi, ehl-i îmanı bütün dünyadaki Müslümanları ve hasseten şu cemaatimizi koru ve muhafaza eyle Yâ Rabbî!
HACİ HAFIZ MUSTAFA ÖZGÜR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder