Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Tağuta muhakeme olmak isterler.” (Nisa: 60)
Ayette kastedilen tağut; Allah (c.c)’ın kanunları dışındaki bütün kanunlardır. Tağutun tarifinde de geçtiği üzere bazı alimler; Allah (c.c)’ın kanunları dışındaki kanunlara “tağut” ismini vermişlerdir.
Bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde şu an tatbik edilen kanunların hepsi tağut hükmündedir. Çünkü bu kanunlar Allah (c.c)’ın kanunlarından alınmamış, insan aklına dayalı ve üstelik Allah (c.c)’ın kanunlarına ters olan beşeri kanunlardır. Bu beşeri kanunları koyan kanun koyucular, bu kanunları her şeyin üstünde görürler. Bu yüzden herkesin,her zaman bu kanunların yani anayasanın hükmü altında olduğunu söylerler.
Bu beşer ürünü anayasanın kulları, anayasalarından öyle çekinmektedirler ki, herşeye karşı gelirler fakat anayasaya asla karşı gelmezler. Herşeye itiraz ederler, fakat anayasaya asla itiraz etmezler. Zira değişmeyen anayasaya asla itiraz edilmez, ona asla yan gözle bakılmaz, doğruluk ve yanlışlığı asla tartışılmaz. Her kim anayasaya ihanet ederse hali fena olur...
Küfre ve beşeri kanunları uygulamaya teşvik eden, laik düzeni özellikle öven kitaplar da birer tağuttur.Zira küfür ve şirki içeren her kitap bir put gibidir.Bu sebeble bu kitaplarda yazılanlara bağlanarak hayatlarında uygulayanlar bu kitaplara ibadet etmiş olurlar.
Bu tür kitaplar, ister maddi menfaat sağlamak ister içindeki fikre hizmet etmek amacıyla olsun satılmamalıdır. Çünkü küfür,şirk ve sapıklığın yayılmasına yardımcı olunmuş olunur.(Bu göstermektedir ki; kendilerini İslam yayıncısı olarak adlandıran yayıncıların, İslam’a zıd olan, küfür ve şirk içeren, sapıklığa davet eden kitapları satmamaları gerekir. Çünkü şerrin yolunu gösteren, onu yapan hükmündedir.)
Şöyle sorulabilir: “Daha önce açıklandığı gibi tağut, Allah (c.c)’tan başka ibadet edilendir. Allah (c.c)’ın kanunlarından başka kanunlara nasıl ibadet edilir?”
Bunun cevabı şudur: “Allah (c.c)’ın kanunları dışındaki kanunlara muhakeme olmak, itaat etmek, hükümlerine boyun eğmek ve itiraz etmemek ona ibadet etmektir. Zira bu ameller, sadece ve sadece Allah (c.c)’ın kanunları için yapılmalıdır. Her kim Allah (c.c)’ın kanunlarına verilmesi gereken hak ve yetkiyi beşer ürünü kanunlara verirse, bu kanunlara ibadet etmiş ve bu kanunlar da o kimsenin tağutu olmuş olur.”
Şehid Abdullah Azzamın : Allah'ın Kanunlarının Dışındaki Kanunlar Meselesi:
Bunlar öyle gençler ki Rasulullah'ın beyan ettiği şu insanlar gibiydi; "evet sizden biriniz kendi namazınızı onların namazı karşısında, orucunuzu da onların orucu karşısında küçük görürsünüz." Bunlar, Kur'an-ı Kerim okuduklarında içlerinden gelerek okuduklarını hissedersin fakat maalesef cehalet onları helak etti, yordu ve felakete sürükledi. Evet bunlar gençlerdi gençler. Mısır'ın en seçkin gençleri idi bunlar. Fakat bu hale geldiler.
Yine gençlerden bir grup; "biz tekfir hakkında herhangi bir yargı vermiyoruz" diyorlardı.
Bunlar kendilerinden olmayan herhangi bir insanı imtihandan geçirmedikçe müslüman veya kâfir olduğuna karar vermiyorlardı.
İmtihanlarında şunları soruyorlardı:
"Yönetici hakkında görüşün nedir?
Mevcut kanunlar hakkında görüşün nedir?
Kanun koyma hakkında görüşün nedir?" vb sorular.
Şayet bu yüzde ellinin üstünde başarılı olursa (aslında bunun başarısı yüzde doksandan fazla olmalıydı. Çünkü herhangi bir soruda ufak bir yanlış yaparsa onu tamamen siliyorlardı) arkasında namaz kılarlardı. İmtihanı geçemez ise arkasında namaz kılmazlardı. Onlar camilere gitmiyorlardı. Çünkü onları cahiliye mabedleri kabul ediyorlardı. Onlar tanımadıkları imamın peşinde namaz kılmazlardı. Ayrıca devletten maaş alan hiçbir imamın arkasında da namaz kılmıyorlardı.
Bu mesele beni çok uğraştırdı. Araştırmaya giriştim. Uzun uzun araştırdım. Ve sonuçta mutmain olduğum şu neticelere vardım.
1. Allah'ın indirdiği kanunların dışında başka kanunlar tesbit eden her yönetici müslüman değildir, İslâm ümmetinin dışındadır.Çünkü bu kimse namazı değiştiren kimse gibidir.
2. Kanun yapıcılar ve bunları maddeleştirenler -adalet komisyonları gibi- gruplar kâfirdir, İslâm dininin dışına çıkmıştır. Namaz kılıyor, oruç tutuyor olsalar dahi bunlar kâfirdirler. Çünkü haramı helal, helali de haram kılmaktadırlar.
Bugün bize tatbik edilen kanunlarda zina serbest hale gelmiştir. Evet, kocasının evinde yapmadığı sürece zina etmesinden dolayı kadın cezalandırılmaz! Aynı şekilde koca da eşinin evinde yapmadığı sürece zina etmesinden dolayı cezalandırılmaz! Kişi kendi özel arabasında bir kadınla fuhuş yaparken polis onları görse kadın yardım istemediği sürece polisin müdahale hakkı olmayacaktır! Çünkü özel araba taşınabilir ev hükmündedir!
Şeyh Necibullah el-Mutî'nin de dediği gibi; "Allah hakkı için söyleyin bana bu bir devlet kanunu mudur. Yoksa, fahişeler kanunu mudur? Nasıl olur, bir kadın umumi bir cadde üzerinde açıktan zina edebilecek ve eğer özel arabalarında yapıyorlar ise polisin müdahale hakkı olmayacak. Çünkü özel arabalar taşınabilir ev hükmündeymiş!"
Evet, birinci olarak zikredilen yöneticiler kendi kafalarından kanunlar uydurdukları veya başka kâfirlerden kopya ettikleri kanunlarla yeni bir hukuk sistemi getiriyor olduklarından dolayı kâfirdirler ve İslâm dininin dışındadırlar.
İkincisi ise, kanun yaparak bunları maddeleştirenlerdir ki bunlarda aynı şekilde İslâm dininin dışındadırlar.
3. Çıkarılan bu kanunları uygulayan hakimler ve savcılar:
Bunlar İslâm'dan çıkmazlar. Çünkü bunlar sadece uygulayanlardır. Kanun koyanlar değillerdir. Ancak, Allah'ın kanunlarının dışında başka kanunlarla yargıda bulunduğundan dolayı haramla uğraşması sebebiyle günahkârdırlar. Aldıkları maaş haramdır. Vazifesi haramdır. İçki satan kişi ile bunun arasında hiçbir fark yoktur.
4. Beşeri kanunları severek uygulayan hakim ise kâfirdir.
Evet. Beşerî sistemlerde hakimlik yapanlar yani Rabbani, ilahi hukuk sistemi dışındaki kanunlarla hakimlikte bulunanlar iki kısımdır.
Birinci kısımdan olanlar, kanunları sevmedikleri halde onlarla insanları yargılayan hakimlerdir. İşte bunlar meyhanede içki satandan veya faizli bankalarda görev alan kimselerden daha büyük günah işlerler. Bu tür hakim ve savcıların maaşları haramdır, işleri haramdır. Gelirlerini sadece hakimlik ve savcılıktan sağlayan kimselerin sofrasında bulunmak, ondan bir lokma yemek haramdır. Fakat babasından kendisine kalmış bir miras varsa ve bunlarla kendi vazifesinden kazanmış olduğu mallar birbirine karışmışsa örneğin bir parça arazi veya bostan kalmış bunların ekin ve ürünlerinden sağlanan kazancı varsa, onun sofrasından yemekte bir sakınca yoktur. Bu yenilen yemeğin helal kazançtan olduğu kanaati ile yenilir. Çünkü, burada helal malla, haram mal birbirine karışmıştır. Böyle karışan malların hükmü de böyledir.
Hakimler İslâm dininin dışına çıkmazlar. Ama görevlerinden dolayı fasıktırlar. Çünkü o haram bir hususta iştigal etmektedir. Bu hüküm, kalbinden reddedip çirkin görerek yargıda bulunduğu taktirdedir.
Diğer bir kısım hakimler vardır ki beşeri kanunları kalben severek ve isteyerek yargıda bulunurlar. İşte bunlar İslâm dininin dışındadır, kâfirdir. Kim olursa olsun kalbinden beşeri kanunları isteyip severse kâfir olur. İslâm ümmetinin dışındadırlar.
5. Avukatlara gelince; avukatın işi haramdır.
Ürdün'de iyi bir kardeşimiz bana geldi ve dedi ki: "Ben avukatım. Bu hususu şeriat fakültesindeki hocalara arzet -ben de o zamanlar Ürdün Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nde bulunuyordum.- "Benim işim hakkında bir hüküm versinler ve ben de verdiğiniz bu hükme bağlı kalacağım."
Şeriat fakültesinin hocaları olarak toplandık ve bu konuda ben hariç ittifakla ulaştıkları netice şu oldu:
Avukatlık mesleğiyle uğraşmak üç şartla helal olur.
a. Hakkında dava açılmak istenen meselenin yürürlükte olan kanundaki hükmü İslâm şeriatının hükmüne ters düşmemelidir.
b. Savunduğu müvekkilinin tamamen bu olayda haklı olduğuna ve kendisinin de hakkı savunduğuna kalbi kanaat getirmelidir.
c. Müvekkilinin, haklı olduğunu zannederek savunurken, mahkeme esnasında onun haksız olduğu ortaya çıktığı taktirde, onu savunmaktan ve avukatlığını yapmaktan çekilmelidir.
Bu görüşü oradaki hocaların tamamı kabul ettiler.
Ancak ben ise yakînen haram olduğuna inanıyorum. Allahu alem beşeri kanunların gölgesi altında avukatlık yapmanın, beşeri kanunlarla savunma hazırlamanın hâlâ haram olduğu kanaatindeyim.
Fakat orada bulunan âlimler avukatlığın, bu şartlar dahilinde mubah olduğu görüşüne vardılar.
Tabi, bu âlimlerin içerisinde, benden daha âlim olanlar, benden daha hayırlı ve takva sahibi olanlar vardı. Ancak yine de ben avukatlık işinin haram olduğuna inanıyorum.
6. Millet meclisleri diye isimlendirilen yasama ve şûra meclisleri, parlamento; Cemal Abdunnasır zamanında espri yaparak derlerdi ki:
"Millet meclisinin iki kapısı var. Birinci kapının üzerinde "Tartışan konuşan millet vekilerinin kapısı", ikinci kapının üzerinde de: "Dinleyen milletvekillerinin kapısı" yazılıdır.
Bir gün heyecanlı ve gayretli birisi gelir ve der ki; "ben hem dinleyici hem de tartışmacı olarak geldim" der ve Tartışma Kapısı'ndan içeri girer. Bir de ne görsün; önü sokak. (Yani burada tartışılanlar sokak laflarından ve cadde kavgalarından başka bir şey değil)."
Evet bizim memleketlerimizdeki parlamentolar böyle... Haşim er-Rıfai'nin de dediği gibi oyun ve dalavereden başka hiçbir şey değil. Haşim er-Rıfai, Abdunnasır, parlamento ve benzeri şeyler hakkında yazdığı "Hatırat Şiirleri"nde şunları zikrediyor.
Ey Nasır! işte milletvekillerini
Onları çocuk oyuncağı gibi
Dilediğin şekilde hareket ettirebilirsin
Senin arzulamadığın bir şeyde ağızlarını dahi açmazlar
Biz çok iyi biliyoruz ki onlar sırf
Konuştuğunda seni alkışlamak için
Oraya biriktirilmişlerdir.
Senden önce zulmetmek zehirli bir mantarken,
Şimdi zulüm senin elinde organizeli bir örgüt oldu.
Evet, millet meclisine gelelim, parlamentoya gelelim.
Parlamenterlere arapça "nüvvab" denir. Bu kelime vekil manasına gelen "naib"in mi yoksa musibet manasına gelen "naibe"nin mi çoğulu olduğunu bilemiyoruz. Çünkü bunların çoğu vekil değil, musibet!
Meclisteki milletvekillerinin İslâm kanunlarına ters düşen hiçbir kanunu, ister aslî, ister ferî meselelerde olsun onaylamaya hakları yoktur. Şayet kadın erkek eşitliği gibi İslâm'a ters düşen herhangi bir kanuna muvafakat ederlerse, İslâm dininden çıkarlar. İslâm'a muhalif olan en basit meselede bile milletvekilinin karşı çıkması gerekir. Şayet karşı çıkmaz ise o İslâm'a ters olan meseleye razı olursa ve onu imzalarsa işte bu davranışı İslâm'dan çıkmaktır. Çünkü millet meclisi yasama meclisidir, kanun koyma yeridir. Allah'ın kanununu bertaraf edip yerine yeni kanun koymak uluhiyyet makamına gölge düşürmeye kalkışır.
7. Halkın durumuna gelince;
küfür kanunlarına razı olmayan, kalbinden bu kanunlara kin besleyerek nefret duyanların günaha girmeyeceğini yüce Allah'tan ümid ediyorum.
Kendisine haksızlık yapılmış, zulm olunmuş bir kimse, hakkını alabilmek için çaresizliği dolayısıyla bu mahkemelere müracaat etmesinin hükmü nedir?
Hakkını alabilmek için küfür mahkemelerine baş vurması caiz midir, değil midir?
Ustad Mevdûdi, kişinin hakkının kaybolmasını, bu mahkemelere başvurarak elde etmesinden daha hayırlı olduğunu söylemektedir. Çünkü bu mahkemeler, tağuti sistemin mabetleridir. Sanıyorum ki üstad Seyyid Kutub da bu mesele hakkında aynı görüştedir.
Ancak bu konuda biz şöyle diyoruz:
"Eğer sana zulm olunmuş ve hakkın gasb edilmişse sen de zorda kalarak hakkını kurtarmak için bu mahkemelere istemeyerek başvurmuşsan yüce Allah'ın sana günah vermeyeceğini niyaz ederiz. Ama evla olan hakkını terk etmendir. Şüphesiz, hakkının zayi olması, bu mahkemelere sığınmaktan daha faziletli ve evla olandır. Fakat, bu mahkemelere müracaat ettiğin taktirde de -Allahu alem- günahkâr olmazsın.
İşte zikrettiğim bu hususlar yapmış olduğum uzun araştırmalarımın özetidir. Bu konular gerçekten çok uzun ve tafsilatlıdır.
Bu arada mucahid kardeşlerden birisi Abdullah Azzam'a parlamentoya girmenin hükmünü sorunca, üstad:
Millet meclisine sadece hükümeti denetleyelim ve bu meclis vasıtasıyla davamızı tebliğ edelim diye giriliyorsa; İslâm'a muhalif olan her şeye -cüz'i bir mesele dahi olsa- karşı çıkmak, bu tür hususlarda aleyhte oy kullanmak ve küfür adına yeminde bulunmamak şartıyla bir beis yoktur. Yani bu şartlarla caizdir. Benim düşüncem budur -Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır-.
Fakat Bakanlar Kurulu farklıdır. Yani kesinlikle caiz değildir. Çünkü bakanlar kurulu küfür kanunlarının geçerlilik kazandırılıp uygulamaya konulduğu yerdir.
Ancak, millet meclisi ise imkanlar nisbetinde devletin gözetlendiği, dileyenin istediğini konuşabildiği bir yerdir.
Ama bakanlar kurulu, zannımca - Allah bilir ya - girilmesi haram olan bir yerdir. Yukarıda da belirttiğim gibi yürütme organıdır.
Soru soran aynı kardeş, "inanarak parlamentoya girmenin hükmü" nü soruyor?
İnanarak olmaz. Bizler Avrupa'dan olduğu gibi alınarak başımıza musallat edilen kanunların uygulandığı bir toplumda yaşıyoruz. İstesen de, istemesen de bu kanunlar sana tatbik ediliyor. Eğer devlet, millet meclisinde konuşmasına müsaade ettiği murakıp bulundurmana izin veriyor ve o kimse de devlet şu şekilde hırsızlık yapmakta, falan bakan şunu çalmıştır, şu rezalette bulunmuştur gibi hainlikleri rüşvet olaylarını gündeme getirebiliyor bunların sorgulanmasını isteyebiliyorsa -inşallah- orada bulunması af olunur.
Soruyu soran, üstadın sözünü kesip tartışmaya başlayınca üstadın ona verdiği cevap:
Vallahi, bu husus davetin merhalesiyle ilgilidir. Meclise girmek faydalı mıdır, değil midir? Allah en iyi bilendir. Ey aziz kardeşim, öyle toplumlar var ki, müslümanlar susturulmuş, İslâm zayi edilmiştir. Müslümanlara, ne radyo ne de televizyon aracılığıyla seslerini duyurma imkanı bırakılmamıştır. Ve daha birçok baskı ve zulüm politikaları... İşte bu açıdan millet meclisi, müslüman halka hakkın duyurulabildiği minberlerden bir minber haline gelmiştir. Allah daha iyi bilir ya, uzun bir süreden beri kanaat getirdiğim düşüncem budur.
Bu konuda hata etmiş de olabilirim, isabet etmişte. Eğer isabet etmişsem yüce Allah'tandır. Yok eğer hata etmişsem benden ve şeytandandır.
Yüce Allah'tan bizlere hakkı hak olarak, batılı da batıl olarak göstermesini, hakka tabi olmayla, batıldan kaçınma ile rızıklandırmasını niyaz ederim. Şüphesiz yüce Allah kullarını işiten, onlara yakın olan ve dualarını kabul edendir.
“Tağuta muhakeme olmak isterler.” (Nisa: 60)
Ayette kastedilen tağut; Allah (c.c)’ın kanunları dışındaki bütün kanunlardır. Tağutun tarifinde de geçtiği üzere bazı alimler; Allah (c.c)’ın kanunları dışındaki kanunlara “tağut” ismini vermişlerdir.
Bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde şu an tatbik edilen kanunların hepsi tağut hükmündedir. Çünkü bu kanunlar Allah (c.c)’ın kanunlarından alınmamış, insan aklına dayalı ve üstelik Allah (c.c)’ın kanunlarına ters olan beşeri kanunlardır. Bu beşeri kanunları koyan kanun koyucular, bu kanunları her şeyin üstünde görürler. Bu yüzden herkesin,her zaman bu kanunların yani anayasanın hükmü altında olduğunu söylerler.
Bu beşer ürünü anayasanın kulları, anayasalarından öyle çekinmektedirler ki, herşeye karşı gelirler fakat anayasaya asla karşı gelmezler. Herşeye itiraz ederler, fakat anayasaya asla itiraz etmezler. Zira değişmeyen anayasaya asla itiraz edilmez, ona asla yan gözle bakılmaz, doğruluk ve yanlışlığı asla tartışılmaz. Her kim anayasaya ihanet ederse hali fena olur...
Küfre ve beşeri kanunları uygulamaya teşvik eden, laik düzeni özellikle öven kitaplar da birer tağuttur.Zira küfür ve şirki içeren her kitap bir put gibidir.Bu sebeble bu kitaplarda yazılanlara bağlanarak hayatlarında uygulayanlar bu kitaplara ibadet etmiş olurlar.
Bu tür kitaplar, ister maddi menfaat sağlamak ister içindeki fikre hizmet etmek amacıyla olsun satılmamalıdır. Çünkü küfür,şirk ve sapıklığın yayılmasına yardımcı olunmuş olunur.(Bu göstermektedir ki; kendilerini İslam yayıncısı olarak adlandıran yayıncıların, İslam’a zıd olan, küfür ve şirk içeren, sapıklığa davet eden kitapları satmamaları gerekir. Çünkü şerrin yolunu gösteren, onu yapan hükmündedir.)
Şöyle sorulabilir: “Daha önce açıklandığı gibi tağut, Allah (c.c)’tan başka ibadet edilendir. Allah (c.c)’ın kanunlarından başka kanunlara nasıl ibadet edilir?”
Bunun cevabı şudur: “Allah (c.c)’ın kanunları dışındaki kanunlara muhakeme olmak, itaat etmek, hükümlerine boyun eğmek ve itiraz etmemek ona ibadet etmektir. Zira bu ameller, sadece ve sadece Allah (c.c)’ın kanunları için yapılmalıdır. Her kim Allah (c.c)’ın kanunlarına verilmesi gereken hak ve yetkiyi beşer ürünü kanunlara verirse, bu kanunlara ibadet etmiş ve bu kanunlar da o kimsenin tağutu olmuş olur.”
Şehid Abdullah Azzamın : Allah'ın Kanunlarının Dışındaki Kanunlar Meselesi:
Bunlar öyle gençler ki Rasulullah'ın beyan ettiği şu insanlar gibiydi; "evet sizden biriniz kendi namazınızı onların namazı karşısında, orucunuzu da onların orucu karşısında küçük görürsünüz." Bunlar, Kur'an-ı Kerim okuduklarında içlerinden gelerek okuduklarını hissedersin fakat maalesef cehalet onları helak etti, yordu ve felakete sürükledi. Evet bunlar gençlerdi gençler. Mısır'ın en seçkin gençleri idi bunlar. Fakat bu hale geldiler.
Yine gençlerden bir grup; "biz tekfir hakkında herhangi bir yargı vermiyoruz" diyorlardı.
Bunlar kendilerinden olmayan herhangi bir insanı imtihandan geçirmedikçe müslüman veya kâfir olduğuna karar vermiyorlardı.
İmtihanlarında şunları soruyorlardı:
"Yönetici hakkında görüşün nedir?
Mevcut kanunlar hakkında görüşün nedir?
Kanun koyma hakkında görüşün nedir?" vb sorular.
Şayet bu yüzde ellinin üstünde başarılı olursa (aslında bunun başarısı yüzde doksandan fazla olmalıydı. Çünkü herhangi bir soruda ufak bir yanlış yaparsa onu tamamen siliyorlardı) arkasında namaz kılarlardı. İmtihanı geçemez ise arkasında namaz kılmazlardı. Onlar camilere gitmiyorlardı. Çünkü onları cahiliye mabedleri kabul ediyorlardı. Onlar tanımadıkları imamın peşinde namaz kılmazlardı. Ayrıca devletten maaş alan hiçbir imamın arkasında da namaz kılmıyorlardı.
Bu mesele beni çok uğraştırdı. Araştırmaya giriştim. Uzun uzun araştırdım. Ve sonuçta mutmain olduğum şu neticelere vardım.
1. Allah'ın indirdiği kanunların dışında başka kanunlar tesbit eden her yönetici müslüman değildir, İslâm ümmetinin dışındadır.Çünkü bu kimse namazı değiştiren kimse gibidir.
2. Kanun yapıcılar ve bunları maddeleştirenler -adalet komisyonları gibi- gruplar kâfirdir, İslâm dininin dışına çıkmıştır. Namaz kılıyor, oruç tutuyor olsalar dahi bunlar kâfirdirler. Çünkü haramı helal, helali de haram kılmaktadırlar.
Bugün bize tatbik edilen kanunlarda zina serbest hale gelmiştir. Evet, kocasının evinde yapmadığı sürece zina etmesinden dolayı kadın cezalandırılmaz! Aynı şekilde koca da eşinin evinde yapmadığı sürece zina etmesinden dolayı cezalandırılmaz! Kişi kendi özel arabasında bir kadınla fuhuş yaparken polis onları görse kadın yardım istemediği sürece polisin müdahale hakkı olmayacaktır! Çünkü özel araba taşınabilir ev hükmündedir!
Şeyh Necibullah el-Mutî'nin de dediği gibi; "Allah hakkı için söyleyin bana bu bir devlet kanunu mudur. Yoksa, fahişeler kanunu mudur? Nasıl olur, bir kadın umumi bir cadde üzerinde açıktan zina edebilecek ve eğer özel arabalarında yapıyorlar ise polisin müdahale hakkı olmayacak. Çünkü özel arabalar taşınabilir ev hükmündeymiş!"
Evet, birinci olarak zikredilen yöneticiler kendi kafalarından kanunlar uydurdukları veya başka kâfirlerden kopya ettikleri kanunlarla yeni bir hukuk sistemi getiriyor olduklarından dolayı kâfirdirler ve İslâm dininin dışındadırlar.
İkincisi ise, kanun yaparak bunları maddeleştirenlerdir ki bunlarda aynı şekilde İslâm dininin dışındadırlar.
3. Çıkarılan bu kanunları uygulayan hakimler ve savcılar:
Bunlar İslâm'dan çıkmazlar. Çünkü bunlar sadece uygulayanlardır. Kanun koyanlar değillerdir. Ancak, Allah'ın kanunlarının dışında başka kanunlarla yargıda bulunduğundan dolayı haramla uğraşması sebebiyle günahkârdırlar. Aldıkları maaş haramdır. Vazifesi haramdır. İçki satan kişi ile bunun arasında hiçbir fark yoktur.
4. Beşeri kanunları severek uygulayan hakim ise kâfirdir.
Evet. Beşerî sistemlerde hakimlik yapanlar yani Rabbani, ilahi hukuk sistemi dışındaki kanunlarla hakimlikte bulunanlar iki kısımdır.
Birinci kısımdan olanlar, kanunları sevmedikleri halde onlarla insanları yargılayan hakimlerdir. İşte bunlar meyhanede içki satandan veya faizli bankalarda görev alan kimselerden daha büyük günah işlerler. Bu tür hakim ve savcıların maaşları haramdır, işleri haramdır. Gelirlerini sadece hakimlik ve savcılıktan sağlayan kimselerin sofrasında bulunmak, ondan bir lokma yemek haramdır. Fakat babasından kendisine kalmış bir miras varsa ve bunlarla kendi vazifesinden kazanmış olduğu mallar birbirine karışmışsa örneğin bir parça arazi veya bostan kalmış bunların ekin ve ürünlerinden sağlanan kazancı varsa, onun sofrasından yemekte bir sakınca yoktur. Bu yenilen yemeğin helal kazançtan olduğu kanaati ile yenilir. Çünkü, burada helal malla, haram mal birbirine karışmıştır. Böyle karışan malların hükmü de böyledir.
Hakimler İslâm dininin dışına çıkmazlar. Ama görevlerinden dolayı fasıktırlar. Çünkü o haram bir hususta iştigal etmektedir. Bu hüküm, kalbinden reddedip çirkin görerek yargıda bulunduğu taktirdedir.
Diğer bir kısım hakimler vardır ki beşeri kanunları kalben severek ve isteyerek yargıda bulunurlar. İşte bunlar İslâm dininin dışındadır, kâfirdir. Kim olursa olsun kalbinden beşeri kanunları isteyip severse kâfir olur. İslâm ümmetinin dışındadırlar.
5. Avukatlara gelince; avukatın işi haramdır.
Ürdün'de iyi bir kardeşimiz bana geldi ve dedi ki: "Ben avukatım. Bu hususu şeriat fakültesindeki hocalara arzet -ben de o zamanlar Ürdün Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nde bulunuyordum.- "Benim işim hakkında bir hüküm versinler ve ben de verdiğiniz bu hükme bağlı kalacağım."
Şeriat fakültesinin hocaları olarak toplandık ve bu konuda ben hariç ittifakla ulaştıkları netice şu oldu:
Avukatlık mesleğiyle uğraşmak üç şartla helal olur.
a. Hakkında dava açılmak istenen meselenin yürürlükte olan kanundaki hükmü İslâm şeriatının hükmüne ters düşmemelidir.
b. Savunduğu müvekkilinin tamamen bu olayda haklı olduğuna ve kendisinin de hakkı savunduğuna kalbi kanaat getirmelidir.
c. Müvekkilinin, haklı olduğunu zannederek savunurken, mahkeme esnasında onun haksız olduğu ortaya çıktığı taktirde, onu savunmaktan ve avukatlığını yapmaktan çekilmelidir.
Bu görüşü oradaki hocaların tamamı kabul ettiler.
Ancak ben ise yakînen haram olduğuna inanıyorum. Allahu alem beşeri kanunların gölgesi altında avukatlık yapmanın, beşeri kanunlarla savunma hazırlamanın hâlâ haram olduğu kanaatindeyim.
Fakat orada bulunan âlimler avukatlığın, bu şartlar dahilinde mubah olduğu görüşüne vardılar.
Tabi, bu âlimlerin içerisinde, benden daha âlim olanlar, benden daha hayırlı ve takva sahibi olanlar vardı. Ancak yine de ben avukatlık işinin haram olduğuna inanıyorum.
6. Millet meclisleri diye isimlendirilen yasama ve şûra meclisleri, parlamento; Cemal Abdunnasır zamanında espri yaparak derlerdi ki:
"Millet meclisinin iki kapısı var. Birinci kapının üzerinde "Tartışan konuşan millet vekilerinin kapısı", ikinci kapının üzerinde de: "Dinleyen milletvekillerinin kapısı" yazılıdır.
Bir gün heyecanlı ve gayretli birisi gelir ve der ki; "ben hem dinleyici hem de tartışmacı olarak geldim" der ve Tartışma Kapısı'ndan içeri girer. Bir de ne görsün; önü sokak. (Yani burada tartışılanlar sokak laflarından ve cadde kavgalarından başka bir şey değil)."
Evet bizim memleketlerimizdeki parlamentolar böyle... Haşim er-Rıfai'nin de dediği gibi oyun ve dalavereden başka hiçbir şey değil. Haşim er-Rıfai, Abdunnasır, parlamento ve benzeri şeyler hakkında yazdığı "Hatırat Şiirleri"nde şunları zikrediyor.
Ey Nasır! işte milletvekillerini
Onları çocuk oyuncağı gibi
Dilediğin şekilde hareket ettirebilirsin
Senin arzulamadığın bir şeyde ağızlarını dahi açmazlar
Biz çok iyi biliyoruz ki onlar sırf
Konuştuğunda seni alkışlamak için
Oraya biriktirilmişlerdir.
Senden önce zulmetmek zehirli bir mantarken,
Şimdi zulüm senin elinde organizeli bir örgüt oldu.
Evet, millet meclisine gelelim, parlamentoya gelelim.
Parlamenterlere arapça "nüvvab" denir. Bu kelime vekil manasına gelen "naib"in mi yoksa musibet manasına gelen "naibe"nin mi çoğulu olduğunu bilemiyoruz. Çünkü bunların çoğu vekil değil, musibet!
Meclisteki milletvekillerinin İslâm kanunlarına ters düşen hiçbir kanunu, ister aslî, ister ferî meselelerde olsun onaylamaya hakları yoktur. Şayet kadın erkek eşitliği gibi İslâm'a ters düşen herhangi bir kanuna muvafakat ederlerse, İslâm dininden çıkarlar. İslâm'a muhalif olan en basit meselede bile milletvekilinin karşı çıkması gerekir. Şayet karşı çıkmaz ise o İslâm'a ters olan meseleye razı olursa ve onu imzalarsa işte bu davranışı İslâm'dan çıkmaktır. Çünkü millet meclisi yasama meclisidir, kanun koyma yeridir. Allah'ın kanununu bertaraf edip yerine yeni kanun koymak uluhiyyet makamına gölge düşürmeye kalkışır.
7. Halkın durumuna gelince;
küfür kanunlarına razı olmayan, kalbinden bu kanunlara kin besleyerek nefret duyanların günaha girmeyeceğini yüce Allah'tan ümid ediyorum.
Kendisine haksızlık yapılmış, zulm olunmuş bir kimse, hakkını alabilmek için çaresizliği dolayısıyla bu mahkemelere müracaat etmesinin hükmü nedir?
Hakkını alabilmek için küfür mahkemelerine baş vurması caiz midir, değil midir?
Ustad Mevdûdi, kişinin hakkının kaybolmasını, bu mahkemelere başvurarak elde etmesinden daha hayırlı olduğunu söylemektedir. Çünkü bu mahkemeler, tağuti sistemin mabetleridir. Sanıyorum ki üstad Seyyid Kutub da bu mesele hakkında aynı görüştedir.
Ancak bu konuda biz şöyle diyoruz:
"Eğer sana zulm olunmuş ve hakkın gasb edilmişse sen de zorda kalarak hakkını kurtarmak için bu mahkemelere istemeyerek başvurmuşsan yüce Allah'ın sana günah vermeyeceğini niyaz ederiz. Ama evla olan hakkını terk etmendir. Şüphesiz, hakkının zayi olması, bu mahkemelere sığınmaktan daha faziletli ve evla olandır. Fakat, bu mahkemelere müracaat ettiğin taktirde de -Allahu alem- günahkâr olmazsın.
İşte zikrettiğim bu hususlar yapmış olduğum uzun araştırmalarımın özetidir. Bu konular gerçekten çok uzun ve tafsilatlıdır.
Bu arada mucahid kardeşlerden birisi Abdullah Azzam'a parlamentoya girmenin hükmünü sorunca, üstad:
Millet meclisine sadece hükümeti denetleyelim ve bu meclis vasıtasıyla davamızı tebliğ edelim diye giriliyorsa; İslâm'a muhalif olan her şeye -cüz'i bir mesele dahi olsa- karşı çıkmak, bu tür hususlarda aleyhte oy kullanmak ve küfür adına yeminde bulunmamak şartıyla bir beis yoktur. Yani bu şartlarla caizdir. Benim düşüncem budur -Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır-.
Fakat Bakanlar Kurulu farklıdır. Yani kesinlikle caiz değildir. Çünkü bakanlar kurulu küfür kanunlarının geçerlilik kazandırılıp uygulamaya konulduğu yerdir.
Ancak, millet meclisi ise imkanlar nisbetinde devletin gözetlendiği, dileyenin istediğini konuşabildiği bir yerdir.
Ama bakanlar kurulu, zannımca - Allah bilir ya - girilmesi haram olan bir yerdir. Yukarıda da belirttiğim gibi yürütme organıdır.
Soru soran aynı kardeş, "inanarak parlamentoya girmenin hükmü" nü soruyor?
İnanarak olmaz. Bizler Avrupa'dan olduğu gibi alınarak başımıza musallat edilen kanunların uygulandığı bir toplumda yaşıyoruz. İstesen de, istemesen de bu kanunlar sana tatbik ediliyor. Eğer devlet, millet meclisinde konuşmasına müsaade ettiği murakıp bulundurmana izin veriyor ve o kimse de devlet şu şekilde hırsızlık yapmakta, falan bakan şunu çalmıştır, şu rezalette bulunmuştur gibi hainlikleri rüşvet olaylarını gündeme getirebiliyor bunların sorgulanmasını isteyebiliyorsa -inşallah- orada bulunması af olunur.
Soruyu soran, üstadın sözünü kesip tartışmaya başlayınca üstadın ona verdiği cevap:
Vallahi, bu husus davetin merhalesiyle ilgilidir. Meclise girmek faydalı mıdır, değil midir? Allah en iyi bilendir. Ey aziz kardeşim, öyle toplumlar var ki, müslümanlar susturulmuş, İslâm zayi edilmiştir. Müslümanlara, ne radyo ne de televizyon aracılığıyla seslerini duyurma imkanı bırakılmamıştır. Ve daha birçok baskı ve zulüm politikaları... İşte bu açıdan millet meclisi, müslüman halka hakkın duyurulabildiği minberlerden bir minber haline gelmiştir. Allah daha iyi bilir ya, uzun bir süreden beri kanaat getirdiğim düşüncem budur.
Bu konuda hata etmiş de olabilirim, isabet etmişte. Eğer isabet etmişsem yüce Allah'tandır. Yok eğer hata etmişsem benden ve şeytandandır.
Yüce Allah'tan bizlere hakkı hak olarak, batılı da batıl olarak göstermesini, hakka tabi olmayla, batıldan kaçınma ile rızıklandırmasını niyaz ederim. Şüphesiz yüce Allah kullarını işiten, onlara yakın olan ve dualarını kabul edendir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder