Peygamber Efendimiz’in (sav) insanlığı İslâm’a davet
sürecinin en zor yıllarında bir gece Mescid-i Aksâ’ya, oradan da semaya yaptığı
bu yolculuk, Hz. Peygamber için yüce Mevlâ’nın sonsuz kudretini müşahede etme
ve onun desteğine mazhar olarak risâlet görevinde manevi güç kazanma vesilesi
olurken, Müslümanlar için de Allah’a ve Hz. Peygamber’e bağlılığı pekiştiren
bir sınav olmuştur.
İsra Sûresi'nin ilk ayetinde bu kutlu
yolculuğun ilk aşaması şöyle dile getirilmektedir:
“Kendisine
ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece
Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren
Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (
İsra 1 )
Peygamber Efendimiz (sav) Mescid-i Haram'dan, Mescid-i
Aksâ'ya ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e
gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz
kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi.
Orada bütün peygamberler kendisini
karşıladı. Miraç'ını kutladılar.Hz. Peygamber (sav) burada peygamberlere iki rekat namaz
kıldırdı, bir hutbe okudu.
Bir rivayette Hz. İsa'nın doğduğu yer olan
Betlaham'a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü's-Sahra'nın
bulunduğu yerden Muallak Taşı'nın üzerinden Miraç'a yükseldi.
Hz. Peygamber
(sav) o gece semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema
tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz.
Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim'le görüştü.
Bundan sonra Hz. Cebrail ile
birlikte imkân ile vücub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-Müntehâ'ya
geldiler. Peygamberimiz (sav) orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil,
Fırat) dört nehir gördü. Sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği
Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti.
Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz (sav) bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakk'ın cemaliyle müşerref oldu. Yüce Allah tarafından alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz Muhammed Mustafa'nın (sav), Cenab-ı Hakk’ın yüksek huzuruna kabulü anlamına gelen ve varlığın özüne ve anlamına yolculuğu ifade eden İsrâ ve Miraç, Peygamberimiz'in şahsında insanlığın önüne açılan sınırsız bir yükseliş ufkudur.
Miraç'ın özünde her türlü kötülükten arınma, insanlığın
yararına değerler üretme, fedakârlık, paylaşma, sorumluluk, zamanın önemini
kavrama ve ilahî emirlere teslimiyet göstererek tertemiz bir kulluğa ve yüce
mertebelere erişme vardır. Dolayısıyla Miraç hadisesi bizlere, insanın, ilahî rızaya
ulaştığında idraki zorlayan nice üst derecelere yükselebileceğini, dünyevî
ortamdan sıyrılarak mânâ âleminde yükselmenin, ilahî rahmet ve huzura erişmenin
ancak gönül ve ruh temizliğinden, ahlakî erdemlerle bütünleşmekten, her şeyin
sahibi olan Yüce Allah’a bağlılık ve boyun eğmeden geçeceğini de hatırlatır.
İsra ve Miraç Mucizesi
Hem Kur’an’ın hem de bütün sahih hadis ve
tarih kaynaklarının haber verdikleri; Peygamberimizin (asm) en büyük
mucizelerinden birisi de İsra ve Miraç mucizesidir. Biz burada ilk önce
Kur’an’daki ilgili ayetlerden ve sahih kaynaklardaki hadislerden ve
rivayetlerden İsra ve Miraç mucizesinin nasıl gerçekleştiğini anlatacak,
ardından ise bu mucize ile ilgili akla gelebilecek bazı soruların cevaplarını
vereceğiz.
Kelime anlamı olarak “isra”, gece yürüyüşü, gece yolculuk etmek[1], “miraç” ise yükselmek, yükseğe çıkmak anlamlarına gelmektedir.[2] İsrâ ve Mirac hadisesi, Efendimizin (asm) peygamberliğinin on ikinci yılında[3], Mekke’de vuku bulmuştur.[4]
Hadise özetle şöyle cereyan etmiştir:
Receb ayının 27. Gecesi[5] Cenab-ı Hakk’ın daveti üzerine Cebrail
Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz (asm) Mescid-i Haram’dan
Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmiştir.
İsra ve miraç mucizesinin nasıl
gerçekleştiği Kur’an’da, İsra ve Necm surelerinde anlatılmıştır. İlgili ayetler
şöyledir:
BİZ YILBAŞINDA BACADAN HEDİYE GETİREN NOEL BABANIN DEĞİL, MİRAÇ TAN ‘’NAMAZ’’GETİREN HZ. MUHAMMED (sav)İN ÜMMETİYİZ…
BİZ YILBAŞINDA BACADAN HEDİYE GETİREN NOEL BABANIN DEĞİL, MİRAÇ TAN ‘’NAMAZ’’GETİREN HZ. MUHAMMED (sav)İN ÜMMETİYİZ…
“Bir gece, kendisine bazı
delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haram’dan, çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün
eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi işiten, her şeyi gören O'dur.”[6]
“O ufkun en yukarısında idi. Sonra
indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu.
Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi
yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And
olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâ’da gördü.
Ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru
kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin
âyetlerinden en büyüklerini gördü.”[7]
Miraç nasıl oldu?
Hazreti Peygamber (asm) Mescid-i
Haram’dan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet
bineği olan Burak ile geldi.[8]
Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın (as) makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı,[9] daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi.[10]
Orada içlerinde Hazreti İsa, Hazreti Musa ve Hazreti İbrahim’in de (Aleyhimüsselam) bulunduğu peygamberler topluluğu kendisini karşıladı.[11] Hazreti Muhammed (asv) bu peygamberlere imam olarak onlara iki rekat namaz kıldırdı.[12]
Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın (as) makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı,[9] daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi.[10]
Orada içlerinde Hazreti İsa, Hazreti Musa ve Hazreti İbrahim’in de (Aleyhimüsselam) bulunduğu peygamberler topluluğu kendisini karşıladı.[11] Hazreti Muhammed (asv) bu peygamberlere imam olarak onlara iki rekat namaz kıldırdı.[12]
Bu hadiseden sonra Hazreti
Peygamber’e (asm) iki kap getirildi ki; kabın birisinde şarap, diğerinde süt
vardı.[13] “Bunlardan hangisini istersen, al!" denildi.[14] Peygamberimiz
(asm) sütü seçti.[15] Cebrail (as), Peygamberimiz’e (asm): "Sen fıtratı
seçtin[16], eğer sen şarabı almış olsaydın, senden sonra ümmetin
azardı.[17]Sütü tercih etmekle sen de fıtrata yöneltildin, ümmetin de fıtrata
yöneltildi. Şarap size haram kılındı!” dedi.[18]
Semanın bütün tabakalarına
uğradı.[19]
Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. İsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim (Aleyhimüsselam ecmain) gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin!..”dediler, tebrik ettiler.[20] Sonra her gün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti.[21]
Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. İsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim (Aleyhimüsselam ecmain) gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin!..”dediler, tebrik ettiler.[20] Sonra her gün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti.[21]
Bundan Sonra Hz. Cebrail (as) ile
birlikte sidretü'l-müntehâ'ya geldiler.[22] Sidretü’l-müntehâ; kökü altıncı kat
gökte ve gövdesi, dalları yedinci kat göğün üzerinde, gölgesiyle bütün gökleri
ve cenneti gölgeleyen, yaprakları fil
kulakları gibi, meyveleri küpler kadar, bir ağaçtır.[23]
Refref ve Öteler Ötesindeki Buluşma
Cebrail (as), Peygamberimiz’i (asm)
yukarı götüre götüre, nihayet (kaza ve kaderi yazan) kalemlerin cızırtılarını
işitecek kadar yüksek bir yere çıkardı.[24]
Peygamberimiz (asm); cennetten, yemyeşil bir Refref (ipek döşek)'in birden ufku kapladığını gördü. Peygamberimiz (asm), onun (Refref’in) üzerine oturdu.
[25] Cebrail (as), Peygamberimiz’den (asm) ayrıldı. Peygamberimiz (asm); Aziz ve Cebbar olan Rabbine yükseltilip yaklaştırıldı.[26]
Peygamberimiz (asm); cennetten, yemyeşil bir Refref (ipek döşek)'in birden ufku kapladığını gördü. Peygamberimiz (asm), onun (Refref’in) üzerine oturdu.
[25] Cebrail (as), Peygamberimiz’den (asm) ayrıldı. Peygamberimiz (asm); Aziz ve Cebbar olan Rabbine yükseltilip yaklaştırıldı.[26]
Peygamberimiz (asm), Yüce Rabbinin:
"Korkma ya Muhammed, Yaklaş!" buyruğunu işitmeye başladı. Nihayet,
hiçbir kimsenin hiçbir zaman erişememiş olduğu yakınlık makamına, İlahî kabule,
İlahî ikram ve ihsana nail oldu![27] İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre,
Peygamberimiz (asm): "Ben, Yüce Rabbimi gördüm!" buyurmuştur.[28]
Peygamberimiz (asm) Miraç’ta Cenab-ı
Hakk’a selam yerine bütün mahlukatın ibadetlerini hediye etmiştir. Efendimizin
(asm) Cenab-ı Hak ile olan bu konuşması bütün müminlerin miracı olan
namazlarında okudukları tahiyyatın sözlerinden oluşmaktadır.
Bu konuşmanın meali şöyledir:
Bu konuşmanın meali şöyledir:
Peygamberimiz (asm) Cenab-ı Hakk’a
hitaben:
“Bütün tahiyyeler, bütün mübarek
şeyler, bütün salâvat ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah’a
mahsustur.”[29] şeklinde hitab vermiştir. Bunun anlamı“Bütün varklıkların
halleriyle ve dilleriyle yapmış oldukları ibadetleri ve tesbihlerini, bütün
çekirdekler ve nutfeler gibi mübarek şeylerin fitri mübarekliklerini ve
tesbihlerini, bütün insanlar gibi şuurlu varlıkların ibadetlerini ve bütün
peygamberler ve kamil insanlar olan evliyaların, asfiyaların ibadetlerini ve
tesbihlerini onların namına sana hediye ediyorum; sana mahsustur.” demektir.
Bu selamın üzerine Cenab-ı Hak da
Resulüne (asm): “Selâm olsun sana ey Peygamber!”şeklinde mukabele de
bulunmuştur. Bunun üzerine Allah Resulü (asm) de: “Bize ve Allah’ın salih
kullarına selâm olsun.” şeklinde cevap vermiştir. Bu konuşmaya
sidretü’l-müntehada tanık olan Cebrail (as) da Allah’ın şahitlik etmesini
emretmesi üzerine “Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet ederim. Ve
Muhammed’in (asv), Allah’ın elçisi olduğuna da şehadet ederim.” diyerek şehadet
etmiştir.[30]
Miraç’ta cereyan eden bu karşılıklı
sohbetteki sözlerin, müminlerin miracı hükmünde olan namazda okunması
sünnettir. Bu şekilde her mümin bütün şuurlu ve şuursuz mahlukatın ibadetlerini
kendi ibadeti içerisinde Cenab-ı Allah’a takdim etme şerefine ulaşmış olur.
Mirac’ta Peygamberimize Verilenler
Peygamberimiz’e (asm) Mirac mülakatı
sonunda şu üç şey verildi:
1. Elli vakit namaz sevabına denk,
beş vakit namaz verildi.
2. Bakara sûresinin son iki âyeti
verildi.
3. Peygamberimiz’in (asm) ümmetinden
olup da, Allah'a şerik koşmayanlardan mukhimat (büyük günahlar) bağışlandı.[31]
Nitekim bir hadiste bu hediyeler
şöyle ifade edilmiştir: “…Miraçta Hz. Peygamber (a.s.m)’e şu üç şey
verildi: Beş vakit namaz verildi, Bakara
Suresinin son kısmı (Amenerresul) verildi ve bu ümmetten Allah’a şirk koşmadan
ölen kimsenin günahlarının bağışlanacağı hususu (söz verildi).” (bk. Müslim,
İman, 279).
Bu müjde hiç bir müminin cehenneme
girmeyeceği anlamında değildir. Her günahın affedilebileceğini ve eğer günahkar
olsa bile iman ile ölmüşse cehennemde ebedi kalmayacağını bildirmektedir.
Sevabı günahlarından çok olan
müminler direk cennete gideceklerdir. Günahı ağır basanlar ise, bu günahlardan
temizlenmek için cehennemde bir müddet kaldıktan sonra tekrar cennete
gireceklerdir.
Yüce Allah:
"Yâ Muhammedi Bu namazlar, her
gün ve gecede, beş namazdır! Amma, her namaz için, on sevab vardır! Bu, yine,
elli namaz demektir.[32]
Bende söz bir olur, değişmez![33]
Her kim, bir hayr işlemek ister ve
onu yapmazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevab yazılır, yaparsa
on sevab yazılır.
Her kim de, bir kötülük yapmak ister,
onu yapmazsa, ona bir şey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa, bir günah
yazılır!" buyurdu.[34]
Bakara sûresinin son iki ayetinde de,
meâlen şöyle buyurulur:
"O Peygamber de kendisine
Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler).
Onlardan her biri:
Allah'a,
Allah'ın meleklerine,
Allah'ın kitablarına,
Allah'ın peygamberlerine inandı.
Peygamberlerin hiçbirini, diğerlerinin arasından ayırmayız! (Hepsine inanırız.)
Dinledik! (Emrine) itaat ettik!
Ey Rabbimiz! Mağfiretini dileriz!
Son varış(ımız) ancak Sanadır!
dediler.
Allah, hiçbir kimseye, gücünün
yettiğinden başkasını yüklemez.
(Herkesin) kazandığı (hayır) kendi
yararınadır.
Yaptığı (şer) de kendi zararınadır.
Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldık
ise, bizi tutup sorguya çekme!
Ey Rabbimiz! Bizden önceki(ümmet)lere
yüklediğin gibi, üstümüze ağır bir yük yükleme!
Ey Rabbimiz! Takat
getiremeyeceğimizi, bize yükleme!
Bizden (sâdır olan günahları) sil,
bağışla! Bizi affet! Bizi esirge!
Sen bizim Mevlâmızsın!
Artık, kâfirler güruhuna karşı da,
bize yardım et!"[35]
Mukhimat; insanı cehenneme sürükleyen
büyük ve tehlikeli günahlar, demektir.[36]
Peygamberimiz (asm), bir gün:
"İnsanı helake sürükleyen yedi
şeyden sakınınız!" buyurmuştu.
"Yâ Rasûlallah! Nedir bu
tehlikeli şeyler?" diye sordular.
Peygamberimiz (asm):
“Allah'a şerik koşmak,
Sihir (büyü) yapmak,
Yüce Allah'ın öldürülmesini haram
kıldığı nefsi, haksız yere öldürmek,
Faiz yemek,
Yetim malı yemek,
Savaş meydanından kaçmak,
Zinadan korunan, böyle bir şey
hatırından bile geçmeyen Müslüman kadınlarına zina isnad etmektir!"
buyurdu.[37]
Peygamberimiz’e (asm) Cennetin
Gösterilişi
Yüce Allah, Peygamberimiz’e (asm)
vahyedeceğini vahyettikten sonra, Peygamberimiz (asm), Cebrail (as) tarafından
cennete götürüldü.[38]
Cennetin eni, göklerle (altlarındaki)
yer kadar olup.[39] Peygamberimiz (asm) orada:
İnciden, yakuttan, zebercetten,..
köşkler,[40] cennetin toprağını da, misk kokar bir halde buldu.[41]
Peygamberimiz (asm), cennette; iki yanında içi boş inciden yapılmış kubbeler
(kubbeli evler) dizili bir ırmak da gördü[42] ki, inci, yakut çakılları ve misk
üzerinde akıp gidiyordu.[43]
Peygamberimiz (asm): "Ey
Cebrail! Nedir bu?" diye sordu. Cebrail (as): "Bu, sana Yüce Allah'ın
vermiş olduğu Kevser ırmağıdır!" dedi. Kevser ırmağının suyu da, baldan
daha tatlı ve sütten daha ak idi.[44]
Peygamberimiz’e (asm) Cehennemin
Gösterilişi
Peygamberimiz (asm); dünya semasında
kendisini güler yüzle karşılayan melekler arasında, yüzü hiç gülmeyen,
cehennemin bekçisi Malik adındaki bir melekle de karşılaşmıştı.
Peygamberimiz (asm), onun kim
olduğunu Cebrail (as)’dan sorup öğrenince, Cebrail (as)’a:
"Cehennemi bana göstermesini ona
emretmez misin?" diye sormuştu.
Cebrail (as) da:
"Olur!" diyerek, cehennemin
bekçisi Malik'e: "Ey Malik! Muhammed’e (asm) cehennemi göster!"
demişti.
Malik; cehennemin üzerinden örtüsünü
açınca, cehennem öyle kaynamaya ve kabarmaya başladı ki, Peygamberimiz (asm)
onun gördüğü her şeyi yakalayıp yakıvereceğini sandı. Hemen, Cebrail (as)’a:
"Ey Cebrail! Malik'e emret de,
onu yerine geri çevirsin!" buyurdu.
Cebrail (as) da, cehennemi yerine
çevirmesi için, Malik'e emretti. O da, cehenneme:
"Sakin ol!" dedi.
Cehennem, çıkmış olduğu yerine
girince, Malik onun üzerine örtüsünü tekrar örttü.[45]
Peygamberimiz (asm); cehennemdeki
susuzluk azaplarını, azap zincirlerini, azap yılan ve akreplerini, oradaki
azaplardan daha bazılarını da gördü.[46]
Peygamberimiz (asm), bir hadis-i
şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Eğer benim bildiğimi sizler de
bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız!"[47]
Peygamberimiz’in (asm) Mekke'ye
Dönüşü
Peygamberimiz (asm), Mekke'ye dönmek
üzere, Beytü'l-Makdis mescidinin kapısına bağladığı Burak'a binip Mekke'ye
döndü. Peygamberimiz AIeyhisselamın İsrâ ve Miracı, bir gece içinde, yatsı
namazı ile sabah namazı arasında vuku buldu.[48]
Abdulmuttalib Oğullarının
Peygamberimiz’i (asm) Aramaya Çıkışları
Abdulmuttalib oğulları, İsrâ ve Mirac
gecesinde, Peygamberimiz (asm)’ı bulamayınca, ara¬maya çıkmışlardı.
Hatta, Hz. Abbas, Zîtuvâ'ya kadar
gitti. Oralarda, yüksek sesle:
"Yâ Muhammed! Yâ Muhammed!"
diyerek bağırdı.
Peygamberimiz (asm): "Lebbeyk! =
Buyur!" diye karşılık verince, Hz. Abbas:
"Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmini
geceden beri zahmet ve meşakkate soktun!? Nerede idin?"dedi. Peygamberimiz
(asm):
"Beytü'l-Makdis'e gittim."
buyurunca, Hz. Abbas:
"Bu gecenin içinde mi?"
diye sordu. Peygamberimiz (asm):
"Evet. Bu gecenin içinde gidip
geldim!" buyurunca, Hz. Abbas:
"Her halde, senin başına ancak
hayır gelmiş olmalıdır!" dedi. Peygamberimiz (a.s.):
"Benim başıma hayırdan başka bir
şey gelmemiştir!" buyurdu.[49]
Sabah olunca Kabe'nin yanında
Mekkelilere Miraçı anlattı.[50] Onlar Peygamberimiz (asm)’den delil istediler.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam da onlara yolda gördüğü kafilelerinden
haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına
çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği
gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.[51]
Ama yine de Peygamberimiz (asm)’den
üst üste Miraç’a çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü
Vesselam Kudüs'e, Mescid-i Aksâ'ya uğradığını anlatınca Kureyşliler,“Bir ayda
gidilebilen bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz
ettiler; ardından da Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ'yı bize
anlatır mısın?” diye Peygamberimize (asm) soru yönelttiler. Peygamberimiz
Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
“Onların yalanlamalarından ve
sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim.
Derken Cenab-ı Hak birden Beytü'l-Makdis'i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her
şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü'l-Makdis'in kaç kapısı var?’
diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü'l-Makdis karşımda
görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.”
Bunun üzerine müşrikler:“Vallahi dos
doğru tarif ettin.” dediler, ama yine de iman etmediler.[52]
O esnada Hz. Ebû Bekir (ra)
çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir (ra), “Eğer bu
sözleri ondan duymuşsanız şeksiz şüphesiz doğrudur.” diyerek hemen tasdik etti
ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir (ra) “Sıddîk, tereddütsüz inanan” unvanını
aldı.[53]
Peygamberimiz (asm) Mirac’a Neden
Çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması
vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesidir.
Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak,
emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet
etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı
Hakk’ın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz'i,
diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakk’ın bazı
velilerle özel ve cüz'i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.
Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü
Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte,
kâinatın Rabbine, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakk’ın sohbetine
müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.
Peygamber Aleyhissalâtu Vesselamın
elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakk’a, diğeri de Hakk’tan halka.
Birisi Mirâcın bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan
risalet yönüdür.
Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam
bizi temsilen Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıktı; başta insanlar olmak üzere bütün
varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin
komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan,
varlıklardan Hakk’a bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakk’ın biz kullarından
istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve
esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi...
Peygamberimiz (asm), Allah ile Nasıl
Görüşebilir?
Soru: “Bize her şeyden daha yakın
olan Cenab-ı Hakk’a binlerce senelik mesafeyi aşarak, yetmiş bin perdeyi
geçtikten sonra Rabbi ile görüşmesi ne demektir?”
Cenab-ı Hak her şeye her şeyden daha
yakındır, fakat her şey O’ na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa
da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna
olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150.000.000 km.
uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece
yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım; bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek
anlamda Cenab-ı Hak her şeye yakındır, ama her şey ona sonsuz derece uzaktır.
Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla bir anda
binlerce perdeyi geçerek Miraç’a yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak
huzura varmıştır.
Bir İnsan Nasıl Göklere Çıkabilir?
Soru: “Bunun bir örneği var mıdır?
Bir uçak ancak 10.000-15.000 metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak
Ay'a ve Venüs'e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede
milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?”
Yerküremiz, yani Dünyamız yaklaşık
yüz seksen saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik
mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı
gibi döndüren bir kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin
çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet, bir insan bedenini
şimşek gibi Rahman'ın Arşına çıkaramaz mı?
Peygamberimiz (asm) Sadece Ruhuyla
Gitse Olmaz mıydı?
Soru: "Öyleyse neden Miraç’a
çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?"
Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen
âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini
gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini bildirmek
için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür.
Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi
gerekir.
Görünen âlemin anahtarı olan gözünü,
işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği
gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan
mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.
Zaten Cenab-ı Hak cennette bedeni
ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve
acılara beden kaynaklık etmektedir.
Öyle ise bu mübarek beden ruha
arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa
Cennetü'l-Me'vâ'nın gövdesi olan sidretü'l-müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü
Vesselamın bedeninin ruhuna arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.
Peygamberimiz (asm) Miraç’a sadece
ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o
âlemlere çıkabiliyor.
Peygamberimiz (asm) Kısa Zamanda
Nasıl Gidip Geldi?
Soru: "Birkaç dakikada binlerce
yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?"
Cenab-ı Hakk’ın sanatında hareket ve
hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı,
hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin
hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin
hızı 340 m/sn'dır.
Acaba Peygamberimizin (asm) lâtif
bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters
gelebilir?
Yine bir insan on dakika uyusa bazı
olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı,
rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki
daha fazla bir zaman gerekir.
Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye
göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir.
İşte Peygamber Efendimiz
Aleyhissalâtü Vesselam, şimşek gibi Kudüs’e gider. Oradan da bütün kâinatı
gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbi ile sohbet şerefine erer, Onun cemalini görür,
emirlerini alıp dönüp gelir.
Miraç’ın Benzeri Bir Olay Var mıdır?
Soru: "Peygamberimizin (asm)
Miraç’a çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri
var mı ki kabul edelim?"
Miraç’ın çok örnekleri vardır: Bir
insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir. Bir bilim adamı,
astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir.
İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit
Miraç ile kâinatı arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.
Kalb gözü açık bir veli, İlâhî
sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi
bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâ’ya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.
Yine nurlu bir cisme sahip olan
melekler bir anda yerden Arş’a, Arş’tan yeryüzüne gidip geliyorlar.
Cennette, cennet ehli müminler,
cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.
Bu kadar örnekler gösteriyor ki,
bütün evliyanın sultanı, bütün müminlerin imamı, bütün cennet ehlinin reisi ve
bütün meleklerin makbulü olan Peygamber Efendimizin (asm) bir anda Miraç’a
çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve
şüphesizdir.
Miraç ile Gelen Hediyeler
Yukarıda Miraç hadisesinin nasıl vuku
bulduğunu anlatırken, rivayetlerdeki Miraç ile bize verilen hediyelerden
bahsetmiştik. Bu hediyelerin bizler için önemini burada birkaç madde halinde
özetlemek istiyoruz:
Birincisi: Peygamberimiz
Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri,
cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakk’ın cemâlini gözleriyle müşahede etti.
Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o Yüce İnsan
(asm), mümin ruhlara manen şöyle diyordu:
“Sizin inandığınız, melekleri, âhireti,
Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur;
tereddüt ve şüphe etmeyiniz.”
Böylece müminler sonsuz bir imana
ermenin saadetine kavuştular.
İkincisi: İnsan her şeyi merak
ediyor. Uzayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki uzaydaki en büyük
yıldızlar O Ezelî Sultan’ın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.
Hakiki müminler de bu merak duygusunu doğru kullanarak şöyle
düşünüyorlar:“Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden
razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak,
bizden ne istiyor, anlasaydık.” derken, İki Cihan Serveri (asm) yetmiş bin
perde arkasından ezel ve ebed Sultanı’nın razı olacağı amelleri Miraç meyvesi
olarak getirdi ve insanlığa hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere
İslâm’ın diğer esasları ve ibadetleridir.
Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü
Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve
insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz (asm) kendi gözüyle cenneti
görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber
vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın
yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Aynen öyle de bütün cinler ve
insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve
değerlidir.
Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz (asm)
Miraç’ta Cenab-ı Hakk’ın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin
cennette müminlere de nasip olacağı müjdesini verdi.“Bulutsuz berrak bir mehtap
gecesinde ay nasıl görünüyorsa, bulutsuz bir günde güneş nasıl görünüyorsa,
müminler de cennette Rablerini öyle apaçık göreceklerdir.”[54] buyurarak, bu
ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.
Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli
bir meyvesi ve Kâinat Sahibi’nin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraç ile
anlaşıldı. Kâinata nispetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu
meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve
mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere,“Sen paşa oldun.” dense ne kadar
sevinir. Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare
insana birden, "Sonsuz ve baki bir cennette Rahman ve Rahîm olan Allah'ın
rahmetine gireceksin." dendiğinde, o insan ne kadar büyük bir mevki ve
makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında,
kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakk’ın ebedi mülkünde seyir ve seyahate
erecektir. Cenab-ı Hakk’ın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir
insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraç’ın bu
meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir.
____KAYNAKLAR
_____________________________________
[1]Feyruz Abadi, Kamûsu'l-muhit, c.
4, s. 343.
[2]İbn Esir, Nihâye, c. 3, s. 203.
[3]Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefa, c.
1, s. 218; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 48; Bedrüddin Aynî,
Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 39; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.
[4]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 214;
Belâzurî, c. 1 , s. 255; Beyhakî, c. 2, s. 354; İbn Abdilberr, c. 1, s. 40;
Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 219; İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 51; Kurtubı, Tefsîr, c.
15, s. 216; İbnSeyyid, c. 1 , s. 148; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 22;
Bedrüddin Aynî, Umde, c. 4, s. 39.
[5]Ebu'l-Ferec, c.1, s. 219.
[6]İsra, 17/1.
[7]Necm, 53/7-18.
[8]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148;
Buhârî, c. 4, s. 248; Müslim, c. 1, s. 145; Tirmizî, c. 5, s. 301; Beyhakî, c.
2, s. 362-363; Begavî, c. 2, s. 177; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53;
Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 8.
[9]Mesâf, Sünen, c.1, s. 221-222; İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 6.
[10]Nesâî, c. 1, s. 222; Kadı lyaz,
c. 1, s. 136.
[11]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s.214;
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 109-110.
[12]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s.
39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.
[13]İbn İshak, İbn Hişam, c 2, s. 39;
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 329; İbn E bi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 302;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 148; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 141; Müslim,
Sahih, c. 1, s. 145; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 300; Dârımf, Sünen, c. 2, s. 36;
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 256; Taberî, Tefsir, c. 15, s. 15; Beyhakî,
Delâil, c. 2, s. 387; Kadı Iyaz, c. 1, s. 136; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12,
s. 53; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; İbn Seyyid, c. 1, s. 144; Zehebî,
Târîhu'l-islâm, s. 244, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.109-110.
[14]Abdurrezzak.c.S, s. 329; Ahmed b.
Hanbel, c. 2, s. 282; Buharı, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Tabeıf,
Tefsir, c.1 5, s. 12.
[15]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s.
39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.
[16]Müslim, Sahîh, c. 1, s. 145; İbn
Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.
[17]Abdurrezzak, c. 5, s. 330; Ahmed
b. Hanbel, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Taberî, Tefsîr, c. 1 5, s. 15;
Beyhakî, c. 2, s. 357; İbn Esir, c. 2, s. 52; Zehebî, s. 244.
[18]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s.
39; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 15; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.
[19]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2,
s. 45; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 14; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3,
s. 111; Kastlânî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 2, s. 24.
[20]İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 303; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148;
Müslim, Sahîh, c. 1, s. 146; Beyhakî, Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 383; Begavî,
Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr,
Musannef, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.
[21]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14,
s. 303-304; Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 3, s. 148-149; Müslim, Sahîh, c. 1 , s.
146-147; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 384; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c.
2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l- usûl, c. 12, s.
53-54; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.
[22]Ahmed b. Hanbel, c. 4, s.
207-208; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 249.
[23]İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 304; M
üslim, c. 1, s. 146; Taberî, c. 27, s. 54; Beyhakî, c. 2, s. 384; Kadı lyaz,
eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 54; İbn Seyyid, c.
1,s.144; Zehebî, s. 266.
[24]İbn Sa'd.Tabakâtü'l-kübrâ. c. 1,
s. 213; Buhârî, Sahih, c. 1, s. 92; Müslim, Sahih, 11, s. 149; Beyhakî, c. 2,
s. 381; Kadı lyaz, c. 1, s.140, 148; İbn Esîr, c. 12, s. 56; İbn Seyyid, c.
1.S.145; Zehebî, s. 254.
[25]Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 449;
Buhârî, c. 6, s. 51; Taberî, c. 27, s. 57, Beyhakî, c. s. 372; Kurtubî, c. 17,
s. 98.
[26]Buhârî, c. 8, s. 204; Taberî, c.
27, s. 45; İbnEsîr, c. 12, s. 51; İbn Kayyım, Zâdü'l-Mead, c. 2, s. 53;
Kurtubî, c. 17, s. 98; Zehebî, s. 267; E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
3, s. 112.
[27]Kadı lyaz, c. 1, s. 160;
Diyarbekrî, c. 1, s. 312.
[28]Kadı lyaz, c. 1, s. 163.
[29]Buhari, Ezân: 148, 150; el-Amel
Fi’s-Salât: 4, İsti’zân: 3,
28, Da’avât: 16, Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60,
62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Nesâî, Tatbîk: 23,
Sehv: 41, 43-45, 56, 100-104; İbn-i Mâce, İkâme: 24; Nikâh: 19; Dârimî, Salât:
84, 92; Muvatta’, Nidâ’: 53, 55; Müsned, 1:292, 376, 382-4:409.
[30]Bediüzzaman Said Nursi, Şualar,
Altıncı Şua, s.92; On Beşinci Şua, s.642-646.
[31]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s.
422; Müslim , Sahih, c. 1, s. 157; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 393-394; Nesâî,
Sünen, c. 1, s. 224; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 373; Begavî,
Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s.179; Kadı I yaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 1 42; İbn Esir,
Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; Kurtubî, c. 17, s. 94; Zehebî, s. 255; Diyarbekrî,
Hamîs, c. 1, s. 312.
[32]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14,
s. 304; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 146-147; Beyhakî,
Delâil, c. 2, s. 384; Kadı lyaz.c.1, s. 138; İbn Esîr, c. 1 2, s. 54; Zehebî,
s. 266.
[33]Buhârî, Sahih, c.1, s. 93; Müslim,
Sahih, c. 1 ,s.149; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57.
[34]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14,
s. 304-305; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 147; Beyhakî, c.2,
s. 384; Kadı lyaz, c. 1, s.138; İbn Esîr, c. 12, s. 54.
[35]Bakara, 2/285-286.
[36]İbn Esîr,Nihâye, c. 4. s.19.
[37]Abdurrezzak, M usannef, c. 11 ,
s. 17;, Buhârî, Sahih, c. 195; Müslim, Sahih, c. 1, s. 92; Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 8, s. 20, 249.
[38]Buhârî, Sahili, c. 1 , s. 93;
Müslim , Sahili, c. 1, s. 149; Begavı", Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179;
İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 145.
[39]Al-i İmran, 3/133.
[40]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[41]Buhârî, c. 1, s. 93; Müslim, c.
1, s. 149; Begavî, c. 2, s. 179; İbn Esîr, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, c. 1, s.
145; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s.260.
[42]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s.
263; Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 92; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 449; Taberî, Târîh,
c. 2, s. 211.
[43]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[44]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 263;
Buhârî, c. 6, s. 92; Tirmizî, c. 5, s. 449; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, c.
2, s. 55; Tirmizi, c.5, s. 450; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s.
55.
[45]İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c.2, s.
45-46.
[46]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.
[47]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s.
210; Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 190; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 557; İbn Mâce,
Sünen, c. 2, s. 141; Dârimî, Sünen, c. 2, s. 216; Hâkim, Müstedrek, c. 4, s.
320; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 7, s. 52; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2. s.
335; Zehebî, Târîhu'l-islâm. s. 480.
[48]İbn İshak, İbnHişam, c. 2, s.43;
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 214-215; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 2;
Zehebî, Târıhu'l-islâm, s. 272; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110-111; Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ,
c. 1, s. 439; İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 56.
[49]İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1,
s.214; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 272.
[50]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2,
s. 43; İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 215; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s.
141; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 245-246; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
3, s. 110.
[51]Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s.
315-316; Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 22; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 56-57; İbn
Seyyid, c.1, s. 142; İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 44; Zehebî,
Târîhul-islâm, s. 243; İbn Sa'd, Tabakâtül-kübrâ, c. 1, s. 215.
[52]İbn Ebi Şevbe, Musannef, c. 14,
s. 306; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 309; Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vetâ,
c. 1 , s. 223; Zehebî, Târihu'l-islâm, s. 250.
[53]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s.
39-40; Zehebî, s. 248; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s.21.
[54]Buhari, Müslim, Tirmiz’den, Büyük
Hadis Külliyatı-5, s. 416/10133
Yazar: Yusuf Sıddık
Allah Resulü nün hayatından ne varsa o bizim için uymamız gereken emirler bütünüdür. O nun hayatı bizim için uymamız gereken bir rol modeldir.
İman sahibi her insan
özüyle sözüyle ve fiiliyatı ile uyum içersinde olan insandır. Bununda en önemli
kaynağı Hz.Kur’an ve Resulüllah(sav) sünnetidir. Rabbimiz bize neyi emretti ise
onu alacağız neden nehyetti ise ondan da kaçınacağız.
Modelini Peygamberi
hayata uyduranlar bu dünyada da kurtulmuştur öbür dünyada da kurtulmuştur. O
Resulü Kibriya bir Hadisi Şeriflerin de şöyle buyurmuşlardır;’’-Kim bir kavme
benzemeye çalışırsa oda onlardandır.’’Bu peygamberi hitab karşısında bizler bir
Müslüman olarak bu dünyadaki konumumuzu tayin etmek durumundayız. Bizim
inancımıza bizim yaşantımıza uygun bir hayat yaşamak durumundayız.
Kafamıza göre veya
birilerine özenerek bir hayat tarzı yaşamak istediğimiz gibi sorumsuzca hareket
etmek serbestiyetine sahip değiliz. Çünkü biz Müslüman’ız ve Müslüman’ca
yaşamak durumundayız. Bu günkü Müslüman Ömer Hayyam ın dediği kriterlere ne
kadar benziyor; Bir elde kadeh, bir elde Kur’an Ne helal dir işimiz, ne de
haram Şu yarım yamalak dünyada Ne tam kâfiriz, nede tam Müslüman… Onun için
yolumuzu ve yönümüzü iyi tayin etmek zorundayız. Kendimiz gibi olmak, kendimiz
gibi hayat yaşamak durumundayız.
Hz. Ömer(RA) ne güzel
söylemiş;
’’İnandığınız gibi
yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.’’Biz Rabbimize inanıyoruz
Elhamdülillah! O Yüce Rabbin emir ve yasaklarına harfiyen uymak zorundayız.
Zira iman davası kuru gürültüden ibaret değildir. Biz Âlemlerin efendisine iman
ediyoruz, o halde O’nun hayatını kendimize örnek almak zorundayız.
Biz Yüce Allah’ın
gönderdiği hayat rehberimiz Hz. Kura’n a iman ediyoruz. O halde Hz. Kur’an da
tarif edilen Müslüman modeline uymakla yükümlüyüz. Biz gün de 40 defa
namazlarımızda Fatiha yı okuyoruz ve diyoruz ki;’’-Ya Rabbi! Bizi doğru yola
ilet,(Ama biz ne olduğunu bilemeyiz.)Sen bizi nimet verdiklerinin yoluna, yani
Peygamber ve izinden gidenlerin yoluna ilet!(Bizi onlara benzet!)Ya Rabbi! Bizi
sapıtan ve gazaba uğrayanların yoluna iletme!(Bizi Yahudi ve Hıristiyanlar gibi
olmaktan onlara benzemekten muhafaza eyle. âmin)
BAKARA 285 – Peygamber, Rabbi
tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de.
Onlardan her biri Allah’a,
meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti.
“O’nun resullerinden hiç birini
diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler:
“İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ,
affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”.
BAKAR 286 – Allah hiç bir kimseyi güç
yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.
Herkesin kazandığı iyilik kendi
lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.
Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya
kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma.
Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere
yüklediğin gibi ağır yük yükleme.
Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz
şeylerle bizi yükümlü tutma.
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı,
merhamet buyur bize!
Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir
topluluklara karşı Sen yardım eyle bize
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder