Kur'an'da öyle bir kelime var ki sadece iki peygambere nasip
olmuştu. Bu mucizevi kelimeyi Peygamberimiz de tasdik etmişti. İşte o anahtar
kelime ve Peygamber diliyle dua:
Dr. Kerim Buladı, duanın
mucizevi ikliminin kapılarını
araladığı Duanız Olmasaydı isimli eserinde Kur'an- Kerim'in ve peygamberlerin
diliyle dua etmenin inceliklerini aktarıyor.
Eserde, Kur’ân ve hadislerde mü’minlere örnek olarak
öğretilen duaları bulacaksınız. Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in ve Kur’ân’da
isimleri zikredilen Peygamberlerin diliyle dua etmenin hazzını ve güzelliğini
yaşayacaksınız.
Mesnûn dualarla yalvarmanın ve yakarmanın bereketini
hissedeceksiniz. “Duanız olmasa Allah size ne diye değer versin!” gerçeğini
tekrar hatırlama imkânı bulacaksınız.
Peygamberler hangi cümlelerle dua ederdi?
“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhîrette de iyilik ver
ve bizi cehennem azabından koru.” “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra
kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok
bahşedensin.” “…Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kusurlarımızı ört. Canımızı
iyilerle beraber al.” “Rabbimiz! Peygamberlerin
aracılığı ile bize vaat
ettiklerini ver. Kıyamet gününde bizi rezil etme Şüphesiz sen, vadinden
dönmezsin.” “…Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim
canımızı al.” “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı dosdoğru
kılanlardan kıl. Ey Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” “Rabbimiz! Hesap görülecek
günde, beni, anamı- babamı ve inananları bağışla.” “Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü
aydınlatacak eşler ve çocuklar bağışla
ve bizi takva sahiplerine önder kıl!” “…Sen bizim dostumuzsun . Bizi bağışla ve bize merhamet
et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” “Ey Rabbimiz! Bizi, bizden önce iman
etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir
kin tutturma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyensin, çok merhametlisin.”
“Allah’ım! Senden beni hidayet yolunda sabit kılmanı, sana
karşı saygılı olmamı, iffetli yaşamayı, beni başkalarına muhtaç bırakmayacak
zenginlik vermeni istiyorum.” “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Benim
kalbimi dinin (İslam) üzere sabit kıl.” “Allah’ım! Acizlikten, tembellikten,
korkaklıktan, ihtiyarlıktan sana sığınırım. Allah’ım! Kabir azabından, hayatın ve
ölümün fitnelerinden sana sığınırım.” “Allah’ım! Cehennem azabından sana
sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Mesih Deccal’in fitnesine uğramaktan
sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnelerine karşı sana sığınırım.” “Allah’ım!
Beni bağışla. Bana merhamet et. Beni hidayet yolu üzerinden ayırma. Bana afiyet
ver. Beni rızıklandır.” “Allah’ım! Senden faydalı ilim, helal rızık ve makbul
amel istiyorum.” “Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, korkunla titremeyen
kalpten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” “Allah’ım!
Senin rahmetini umuyorum. Beni göz açıp yumuncaya kadar da olsa nefsimle baş
başa bırakma. Bütün işlerimi düzelt. Senden başka hiçbir ilah yoktur.”
“Allah’ım! Seni zikretmem, Sana şükretmem ve Sana layıkıyla ibadet etmem hususunda
bana yardım et.”
Sadece iki peygambere nasip olan anahtar kelime 'Besmele'nin
sırrı
Kur’ân-ı Kerim’de iki türlü besmele vardır. Birisi, sûre
başlarında yazılan ve sûreden bağımsız olarak bulunan besmele, diğeri Neml
Sûresi’nin 30. âyetindeki besmeledir. Neml Sûresi’ndeki besmelenin, bu sûrenin
bir parçası olduğu açıkça bilinmektedir. Bundan dolayı besmelenin Kur’ân âyeti
olduğunda şüphe yoktur. Bu durum, açık tevâtür ile ve âlimlerin ittifakıyla
kesin olarak bilinmektedir.[1]
Süleyman (a.s), Yemen’de Sebe’ denilen bir kavmin kraliçesine
yazdığı mektubuna “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” başlamıştır.[2]
Besmele, Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ’nın indirdiği âyetlerdendir. Süleyman
(a.s) dan sonra özellikle bu ümmete has kılınan bir sözdür.[3] Hz.
Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Davud oğlu Süleyman (a.s.) ve
benden başka hiçbir peygambere indirilmeyen bir âyet bana indirildi. Bu âyet
“Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm”dir.[4]
Sunacağımız şu hadisler, besmelenin önemini, Müslüman’ın
işlerine nasıl başlaması gerektiğini güzel bir şekilde izah etmektedir.
كُلُّ كَلَامٍ أَوْ أَمْرٍ ذِي بَالٍ لَا يُفْتَحُ بِذِكْرِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَهُوَ أَبْتَرُ أَوْ قَالَ أَقْطَعُ
“Allah azze ve cellenin zikri (besmele) ile başlanmayan her söz ya da
önemli iş sonuçsuz kalır.”[5] “Besmele her kitabın anahtarıdır.”[6]
Besmele ile ilgili âyetler ve hadislerde açıklanan
gerçeklerin ışığı altında Müslümanlar, meşrû olan bütün işlerine besmele ile
başlamaktadırlar. Zira işlere Allah adıyla başlamak güzel bir davranıştır.
İslam kültürü, bir kimsenin her işe Allah adı ile başlamasını
gerekli kılar. Eğer bu bilinçli bir şekilde ve samimiyetle yapılırsa şu üç
güzel sonucu doğuracaktır. Birincisi, bu, kişiyi kötülükten uzak tutacaktır.
Çünkü Allah ismi, onu, kötü bir niyet ve yanlış bir davranıştan alıkoyarak bu
konuda düşünmesini sağlayacaktır. İkincisi, kişi meşrû bir işe başlarken
Allah’ın adını anarsa, onun her hareketi tabiatıyla Allah’ın rızasına uygun
olacaktır. Üçüncüsü, o kişi, Allah’ın yardım ve nimetleriyle karşılaşacak ve
şeytanın aldatmalarından korunacaktır. Çünkü kim Allah’a yönelirse Allah da ona
yönelir.[7]
Besmelede geçen “Allah” gerçek ilâhın özel ismidir. Kur’ân,
bize bu en yüce ve en büyük Zatı, eksiksiz sıfatları ve güzel isimleriyle
tanıtmakta, bizim ve bütün kâinatın O’na olan ilgi ve alakasın bildirmektedir.
Kâinatı ve bütün varlıkları yaratan, devamlarını ve olgunlaşmalarını temin eden
yüce ismin sahibi “Allah” tır. “Allah” yüce ismi, Allah’ın zatına delalet eden,
yalnızca O’na ait olan özel bir isimdir. Allah, hakkiyle tapılacak olan yüce
Zatın ismidir.[8]
Besmelede en önemli husus, Allah’ın ismini okumak ve onu,
girişilecek işten önce zikretmektir. Bu öne alma, yardımın yalnızca Allah’tan
isteneceğini belirtmekte ve manayı yalnızca O’na ait kılmak içindir. Çünkü
bilindiği gibi her millet, en önemli işine, büyüklüğüne inandığı bir isimle
başlar. Arap müşrikleri de sözlerine veya işlerine “Lâtın ismi ile”, “Uzzânın
ismi ile” şeklinde putlardan birinin ismi ile başlarlardı. İnsanlar arasındaki
alış veriş ve diğer işlerde, özellikle açılış törenlerinde ve özel programlarda
“filancanın adına, filanın şerefine” gibi bunun değişik örneklerini görürüz.
İşte besmelede de fiilin (yapılacak işi ifade eden fiilin) cümlenin sonuna
bırakılarak Allah’ın isminin öne alınması, bütün bunları reddetmek ve başlamayı
yalnız Allah’ın ismine tahsis etmek içindir. Besmele,
“Ne kendim ve ne başkası yani, akla gelebilen hiçbir isim ile değil, ancak yüce
Allah’ın ismi ile şu işime başlarım, başlıyorum” demektir.[9]
Yapılan bu izah, dikkate şayandır. Müslüman, yapacağı bütün
işlere, her çeşit faaliyetlere, programlara öncelikle Allah’ın adıyla yani,
besmele ile başlamalıdır. Müslüman, vereceği konferansta, yapacağı hitapta,
katılacağı toplantıda, panelde, sempozyumda, kültürel ve sosyal etkinliklerin
tümünde, özel ve tüzel merasimlerde hep besmeleyi öne geçirmeli, besmeleyi
başlangıç yapmalı, besmeleyi baştacı kılmalıdır. Çünkü besmele Allah’a
saygının, Allah’a sevginin ve Allah’a itaatin bir ifadesidir.
Bir Müslüman besmele ile “şu işe başlıyorum” derken “ben bu
işi kendim için değil, Allah adına, O’nun emri ile ve ancak O’nun için
yapıyorum demiş olur.
Her işe Allah’ın adıyla başlanması, İslam’ın âdabındandır. Bu
gerçek, Kur’ân-ı Kerîm’in ilk olarak indirilen, “Yaratan Rabbinin adıyla
oku”[10] âyetinde Allah Teâlâ tarafından bildirilmiş ve Hz. Muhammed (a.s) a
talim edilmiştir. Bu edep düsturu, İslam dininin en önemli temel düşüncesini
özetler. Bu temel prensip, “O ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. O her şeyi
bilendir”[11] âyetidir.
Allah ilktir, her şeyden öncedir, başlangıcı yoktur,
varlıkları O yaratmıştır. Sondur, varlıkların yok oluşundan sonra da O bakidir.
Zâhirdir, varlığı bir çok delille gün gibi açıktır. Bâtındır, zâtının hakikati
duyular ve akıllarla idrak edilemez.[12]
Her varlık, varlığının sırrını Allah’tan alır. Her şeye, her
varlığa hayat veren O’dur. Her şey O’nun iradesi ile başlar ve son bulur. Her
başlangıç, her hareket, her yöneliş O’nun dilemesiyle ve takdiriyle meydana
gelir. Bu açıdan, her şeye O’nun ismi ile başlamak, her meşrû işi O’nun adını
anarak yapmak, Müslüman’ın temel hedefi ve gayesidir.
ŞEYTANI SİNEK GİBİ YAPAN TILSIMLI İFADE
Besmele ile Allah yüceltilmekte, O’na tazim ve saygı ifade
edilmektedir. Diğer taraftan Allah Teâlâ’nın rahmetinden kovduğu ve mü’minlerin
düşmanı olan şeytanı kahretme, küçültme ve aşağılama vardır. Ebû Müleyh (r.a.)
bir adamın şöyle söylediğini anlatır. “Resûlüllâh
(s.a.v.)’ın terkisine binmiştim. Resûlüllah’ın hayvanının ayağı tökezledi.
Bunun üzerine ben, ‘Şeytan helak olsun, mahvolsun’ dedim. Resûlüllah hemen bana
“Şeytan helak olsun deme. Çünkü sen böyle söylediğin zaman o büyüklenir. Hatta
kendisini bir ev gibi görür ve şöyle der: ‘kuvvetimle bunu yaptım (başardım).’
Fakat sen, “Bismillah” de. Zira sen böyle söylediğinde o küçülür. Hatta bir
sinek gibi olur.”[13]
Bu hadis-i şeriften de anlıyoruz ki, besmeleyi okuyan kimse,
bu hareketi ile Allah’ın şanını yüceltmekte ve şeytanı ise kahretmektedir.
Çünkü Şeytan, Allah’ın anıldığı yerde duramaz, vesvesesinde başarılı olamaz.
Allah Teâlâ’nın mü’minlere rahmet ve merhametle davranmasını hazmedemez ve bu
konuda aşırı derecede kıskançtır. Kendisi Allah’ın rahmetinden kovulduğu için,
Mü’minin Allah’ın rahmetine ve esirgemesine sığınmasına, Allah’a dayanmasına ve
O’na tevekkül etmesine dayanamaz.
Böyle kutsal bir cümleyi, Müslüman’ın hiç dilinden
düşürmemesi ve bütün meşrû işlerini onun kılavuzluğunda yapması gerekir. O’nun
adını, her şeyden önce söylemenin, hatırlamanın yolu, besmeleyi gönüllere
nakşetmekten geçer. Gönüllere nakşedilen besmele sayesinde Müslüman, her an
Allah’ı anar ve O’ndan hiçbir şekilde gafil olmaz. Müslüman, gaflet uykusundan
ancak besmelenin bereketi ve ilhamı ile uyanır. Besmele, Mü’minin dünya ve
âhiret saadetini elde etmek, Yüce Yaratıcısının rızasını kazanmak için yaptığı
samimi bir duası, naz ve niyazıdır.
________________________________________
[1] Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili,
İstanbul, 1971, I, 15.
[2] Bkz. Neml, 27/22-30.
[3] Bkz. Kurtubî, Ahkâmü’l-Kur’ân, Beyrut, 1993, I, 88.
[4] İbn Kesîr, İsmail b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm,
İstanbul, 1984, I, 33.
[5] Ahmed b. Hanbel, II, 359; Feyzü’l-Kadîr, V, 13.
[6] Feyzü’l-Kadîr, III, 191.
[7] Ebu’-A’lâ el-Mevdûdû, Tefhîmü’l-Kur’ân, trc. Komisyon,
İstanbul,1996, I, 40.
[8] Bkz.Yazır, Muhammed Hamdi, a.g.e., I, 18-19.
[9] Yazır, Muhammed Hamdi, a.g.e., I, 39-40.
[10] Alak, 96/1.
[11] Hadîd, 57/3.
[12] Ali Özek ve arkadaşları, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe
Açıklamalı Meâli,Medine, 1992, Hadid Sûresi, 3. âyetin izahı.
[17] Ebû Dâvûd, Edeb, 85; Ahmed b. Hanbel, V, 59, 71, 365;
İbn Kesîr, a.g.e., I, 34.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder