3 Aralık 2014 Çarşamba

“Duanız olmasa Allah size ne diye değer versin!” gerçeğini tekrar hatırlama imkânı bulacaksınız.Sadece iki peygambere nasip olan anahtar cümle;


Kur'an'da öyle bir kelime var ki sadece iki peygambere nasip olmuştu. Bu mucizevi kelimeyi Peygamberimiz de tasdik etmişti. İşte o anahtar kelime ve Peygamber diliyle dua:

Dr. Kerim Buladı, duanın  mucizevi  ikliminin kapılarını araladığı Duanız Olmasaydı isimli eserinde Kur'an- Kerim'in ve peygamberlerin diliyle dua etmenin  inceliklerini  aktarıyor.

Eserde, Kur’ân ve hadislerde mü’minlere örnek olarak öğretilen duaları bulacaksınız. Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in ve Kur’ân’da isimleri zikredilen Peygamberlerin diliyle dua etmenin hazzını ve güzelliğini yaşayacaksınız.

Mesnûn dualarla yalvarmanın ve yakarmanın bereketini hissedeceksiniz. “Duanız olmasa Allah size ne diye değer versin!” gerçeğini tekrar  hatırlama  imkânı bulacaksınız.

Peygamberler hangi cümlelerle dua ederdi?
“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhîrette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru.” “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” “…Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kusurlarımızı ört. Canımızı iyilerle beraber al.” “Rabbimiz! Peygamberlerin  aracılığı  ile bize vaat ettiklerini ver. Kıyamet gününde bizi rezil etme Şüphesiz sen, vadinden dönmezsin.” “…Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al.” “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı dosdoğru kılanlardan kıl. Ey Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” “Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, anamı- babamı ve inananları bağışla.” “Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve  çocuklar bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!” “…Sen bizim  dostumuzsun . Bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” “Ey Rabbimiz! Bizi, bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyensin, çok merhametlisin.”
“Allah’ım! Senden beni hidayet yolunda sabit kılmanı, sana karşı saygılı olmamı, iffetli yaşamayı, beni başkalarına muhtaç bırakmayacak zenginlik vermeni istiyorum.” “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Benim kalbimi dinin (İslam) üzere sabit kıl.” “Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan sana sığınırım. Allah’ım! Kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım.” “Allah’ım! Cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Mesih Deccal’in fitnesine uğramaktan sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnelerine karşı sana sığınırım.” “Allah’ım! Beni bağışla. Bana merhamet et. Beni hidayet yolu üzerinden ayırma. Bana afiyet ver. Beni rızıklandır.” “Allah’ım! Senden faydalı ilim, helal rızık ve makbul amel istiyorum.” “Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, korkunla titremeyen kalpten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” “Allah’ım! Senin rahmetini umuyorum. Beni göz açıp yumuncaya kadar da olsa nefsimle baş başa bırakma. Bütün işlerimi düzelt. Senden başka hiçbir ilah yoktur.” “Allah’ım! Seni zikretmem, Sana şükretmem ve Sana layıkıyla ibadet etmem hususunda bana yardım et.”



Sadece iki peygambere nasip olan anahtar kelime 'Besmele'nin sırrı
Kur’ân-ı Kerim’de iki türlü besmele vardır. Birisi, sûre başlarında yazılan ve sûreden bağımsız olarak bulunan besmele, diğeri Neml Sûresi’nin 30. âyetindeki besmeledir. Neml Sûresi’ndeki besmelenin, bu sûrenin bir parçası olduğu açıkça bilinmektedir. Bundan dolayı besmelenin Kur’ân âyeti olduğunda şüphe yoktur. Bu durum, açık tevâtür ile ve âlimlerin ittifakıyla kesin olarak bilinmektedir.[1]
Süleyman (a.s), Yemen’de Sebe’ denilen bir kavmin kraliçesine yazdığı mektubuna “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” başlamıştır.[2] Besmele, Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ’nın indirdiği âyetlerdendir. Süleyman (a.s) dan sonra özellikle bu ümmete has kılınan bir sözdür.[3] Hz. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Davud oğlu Süleyman (a.s.) ve benden başka hiçbir peygambere indirilmeyen bir âyet bana indirildi. Bu âyet “Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm”dir.[4]
Sunacağımız şu hadisler, besmelenin önemini, Müslüman’ın işlerine nasıl başlaması gerektiğini güzel bir şekilde izah etmektedir.
كُلُّ كَلَامٍ أَوْ أَمْرٍ ذِي بَالٍ لَا يُفْتَحُ بِذِكْرِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَهُوَ أَبْتَرُ أَوْ قَالَ أَقْطَعُ
Allah azze ve cellenin zikri (besmele) ile başlanmayan her söz ya da önemli iş sonuçsuz kalır.”[5] “Besmele her kitabın anahtarıdır.”[6]
Besmele ile ilgili âyetler ve hadislerde açıklanan gerçeklerin ışığı altında Müslümanlar, meşrû olan bütün işlerine besmele ile başlamaktadırlar. Zira işlere Allah adıyla başlamak güzel bir davranıştır.
İslam kültürü, bir kimsenin her işe Allah adı ile başlamasını gerekli kılar. Eğer bu bilinçli bir şekilde ve samimiyetle yapılırsa şu üç güzel sonucu doğuracaktır. Birincisi, bu, kişiyi kötülükten uzak tutacaktır. Çünkü Allah ismi, onu, kötü bir niyet ve yanlış bir davranıştan alıkoyarak bu konuda düşünmesini sağlayacaktır. İkincisi, kişi meşrû bir işe başlarken Allah’ın adını anarsa, onun her hareketi tabiatıyla Allah’ın rızasına uygun olacaktır. Üçüncüsü, o kişi, Allah’ın yardım ve nimetleriyle karşılaşacak ve şeytanın aldatmalarından korunacaktır. Çünkü kim Allah’a yönelirse Allah da ona yönelir.[7]
Besmelede geçen “Allah” gerçek ilâhın özel ismidir. Kur’ân, bize bu en yüce ve en büyük Zatı, eksiksiz sıfatları ve güzel isimleriyle tanıtmakta, bizim ve bütün kâinatın O’na olan ilgi ve alakasın bildirmektedir. Kâinatı ve bütün varlıkları yaratan, devamlarını ve olgunlaşmalarını temin eden yüce ismin sahibi “Allah” tır. “Allah” yüce ismi, Allah’ın zatına delalet eden, yalnızca O’na ait olan özel bir isimdir. Allah, hakkiyle tapılacak olan yüce Zatın ismidir.[8]
Besmelede en önemli husus, Allah’ın ismini okumak ve onu, girişilecek işten önce zikretmektir. Bu öne alma, yardımın yalnızca Allah’tan isteneceğini belirtmekte ve manayı yalnızca O’na ait kılmak içindir. Çünkü bilindiği gibi her millet, en önemli işine, büyüklüğüne inandığı bir isimle başlar. Arap müşrikleri de sözlerine veya işlerine “Lâtın ismi ile”, “Uzzânın ismi ile” şeklinde putlardan birinin ismi ile başlarlardı. İnsanlar arasındaki alış veriş ve diğer işlerde, özellikle açılış törenlerinde ve özel programlarda “filancanın adına, filanın şerefine” gibi bunun değişik örneklerini görürüz. İşte besmelede de fiilin (yapılacak işi ifade eden fiilin) cümlenin sonuna bırakılarak Allah’ın isminin öne alınması, bütün bunları reddetmek ve başlamayı yalnız Allahın ismine tahsis etmek içindir. Besmele, “Ne kendim ve ne başkası yani, akla gelebilen hiçbir isim ile değil, ancak yüce Allah’ın ismi ile şu işime başlarım, başlıyorum” demektir.[9]
Yapılan bu izah, dikkate şayandır. Müslüman, yapacağı bütün işlere, her çeşit faaliyetlere, programlara öncelikle Allah’ın adıyla yani, besmele ile başlamalıdır. Müslüman, vereceği konferansta, yapacağı hitapta, katılacağı toplantıda, panelde, sempozyumda, kültürel ve sosyal etkinliklerin tümünde, özel ve tüzel merasimlerde hep besmeleyi öne geçirmeli, besmeleyi başlangıç yapmalı, besmeleyi baştacı kılmalıdır. Çünkü besmele Allah’a saygının, Allah’a sevginin ve Allah’a itaatin bir ifadesidir.
Bir Müslüman besmele ile “şu işe başlıyorum” derken “ben bu işi kendim için değil, Allah adına, O’nun emri ile ve ancak O’nun için yapıyorum demiş olur.
Her işe Allah’ın adıyla başlanması, İslam’ın âdabındandır. Bu gerçek, Kur’ân-ı Kerîm’in ilk olarak indirilen, “Yaratan Rabbinin adıyla oku”[10] âyetinde Allah Teâlâ tarafından bildirilmiş ve Hz. Muhammed (a.s) a talim edilmiştir. Bu edep düsturu, İslam dininin en önemli temel düşüncesini özetler. Bu temel prensip, “O ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. O her şeyi bilendir”[11] âyetidir.
Allah ilktir, her şeyden öncedir, başlangıcı yoktur, varlıkları O yaratmıştır. Sondur, varlıkların yok oluşundan sonra da O bakidir. Zâhirdir, varlığı bir çok delille gün gibi açıktır. Bâtındır, zâtının hakikati duyular ve akıllarla idrak edilemez.[12]
Her varlık, varlığının sırrını Allah’tan alır. Her şeye, her varlığa hayat veren O’dur. Her şey O’nun iradesi ile başlar ve son bulur. Her başlangıç, her hareket, her yöneliş O’nun dilemesiyle ve takdiriyle meydana gelir. Bu açıdan, her şeye O’nun ismi ile başlamak, her meşrû işi O’nun adını anarak yapmak, Müslüman’ın temel hedefi ve gayesidir.

ŞEYTANI SİNEK GİBİ YAPAN TILSIMLI İFADE
Besmele ile Allah yüceltilmekte, O’na tazim ve saygı ifade edilmektedir. Diğer taraftan Allah Teâlâ’nın rahmetinden kovduğu ve mü’minlerin düşmanı olan şeytanı kahretme, küçültme ve aşağılama vardır. Ebû Müleyh (r.a.) bir adamın şöyle söylediğini anlatır. Resûlüllâh (s.a.v.)’ın terkisine binmiştim. Resûlüllah’ın hayvanının ayağı tökezledi. Bunun üzerine ben, ‘Şeytan helak olsun, mahvolsun’ dedim. Resûlüllah hemen bana “Şeytan helak olsun deme. Çünkü sen böyle söylediğin zaman o büyüklenir. Hatta kendisini bir ev gibi görür ve şöyle der: ‘kuvvetimle bunu yaptım (başardım).’ Fakat sen, “Bismillah” de. Zira sen böyle söylediğinde o küçülür. Hatta bir sinek gibi olur.”[13]
Bu hadis-i şeriften de anlıyoruz ki, besmeleyi okuyan kimse, bu hareketi ile Allah’ın şanını yüceltmekte ve şeytanı ise kahretmektedir. Çünkü Şeytan, Allah’ın anıldığı yerde duramaz, vesvesesinde başarılı olamaz. Allah Teâlâ’nın mü’minlere rahmet ve merhametle davranmasını hazmedemez ve bu konuda aşırı derecede kıskançtır. Kendisi Allah’ın rahmetinden kovulduğu için, Mü’minin Allah’ın rahmetine ve esirgemesine sığınmasına, Allah’a dayanmasına ve O’na tevekkül etmesine dayanamaz.
Böyle kutsal bir cümleyi, Müslüman’ın hiç dilinden düşürmemesi ve bütün meşrû işlerini onun kılavuzluğunda yapması gerekir. O’nun adını, her şeyden önce söylemenin, hatırlamanın yolu, besmeleyi gönüllere nakşetmekten geçer. Gönüllere nakşedilen besmele sayesinde Müslüman, her an Allah’ı anar ve O’ndan hiçbir şekilde gafil olmaz. Müslüman, gaflet uykusundan ancak besmelenin bereketi ve ilhamı ile uyanır. Besmele, Mü’minin dünya ve âhiret saadetini elde etmek, Yüce Yaratıcısının rızasını kazanmak için yaptığı samimi bir duası, naz ve niyazıdır.
________________________________________
[1] Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1971, I, 15.
[2] Bkz. Neml, 27/22-30.
[3] Bkz. Kurtubî, Ahkâmü’l-Kur’ân, Beyrut, 1993, I, 88.
[4] İbn Kesîr, İsmail b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul, 1984, I, 33.
[5] Ahmed b. Hanbel, II, 359; Feyzü’l-Kadîr, V, 13.
[6] Feyzü’l-Kadîr, III, 191.
[7] Ebu’-A’lâ el-Mevdûdû, Tefhîmü’l-Kur’ân, trc. Komisyon, İstanbul,1996, I, 40.
[8] Bkz.Yazır, Muhammed Hamdi, a.g.e., I, 18-19.
[9] Yazır, Muhammed Hamdi, a.g.e., I, 39-40.
[10] Alak, 96/1.
[11] Hadîd, 57/3.
[12] Ali Özek ve arkadaşları, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meâli,Medine, 1992, Hadid Sûresi, 3. âyetin izahı.
[17] Ebû Dâvûd, Edeb, 85; Ahmed b. Hanbel, V, 59, 71, 365; İbn Kesîr, a.g.e., I, 34.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder