26 Ağustos 2015 Çarşamba

Şeytan Amerika, Allah’ın Diniyle İdare Olunmak İsteyen Müslümanlara Düşmandır


İslâm topraklarında İslâm’ı İslâm ile vurma projesiyle yola çıkanlar, İslâm adına yanlış yapanları hem organize ediyorlar ve hem de onların yanlışlarını dosyalayıp İslâm’a fatura etmeye çalışıyorlar. Şunu herkes bilsin ki; Müslümanlar yanlış yapabilirler ama İslâm’da yanlış olmaz. Müslümanların yanlışlarını İslâm’ın yanlışları diye insanlığa takdim edenler, İslâm’a ve Müslümanlara düşman olanlardır. Bunların başında da Şeytan Amerika gelmektedir.

“Şeytan Amerika” tabirini kullanıyoruz. Çünkü Amerika’nın insanlığa ve Müslümanlığa olan zararı, şeytanın zararından daha az değildir. Şeytan Amerika kendisine bağlı ve bağımlı terör örgütleriyle Müslümanları hizaya getirmeye çalışıyor.

Şeytan Amerika; zürriyet ve hürriyet düşmanı bir devlettir. İnsanların zürriyet ve hürriyetlerini teminat altına alan İslâm diniyle genelde insanların, özelde ise Müslümanların idare olunmalarına Şeytan Amerika asla ve kat’a müsaade etmez.

Amerika’nın yolu, sömürgeciliktir; talan ve yalandır. Çünkü Amerika, çapulcu bir devlettir. İslâm ise her türlü sömürgeciliğin yolunu kesen bir inkılâb-ı kebirdir. İslâm devlet olursa, İslâm’ın devleti olursa, Şeytan Amerika’nın sömürgeciliğine yol bulunmaz. Bunu bilen ve hesaba katan Amerika sadece ve sadece İslâm diniyle idare olunma talebi olan bütün Müslümanları imha etmeyi hedefine yerleştirmiş bulunmaktadır. Bunun için de İslâm topraklarını kullanıyor. Müslümanları Müslümanlara kırdırıyor. Müslüman kavim ve kabileleri birbirine düşman ediyor.

Müslümanların gafleti ve dalaleti yüzünden İslâm Coğrafyası Şeytan Amerika’nın Askeri Havaalanı’na dönüşmüş bulunmaktadır. Amerikan uçaklarının biri iniyor biri kalkıyor. Müslümanların coğrafyasında Müslümanların duyarsızlığı, mihmandarlığı sayesinde Amerikan conileri Müslümanları bombalıyorlar. “İslâm’a karşı İslâm” projesi, Şeytan Amerika’nın tuzağıdır. Bu tuzağa düşenler, kansız ve katilsiz çıkamazlar. Bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar olarak düşünüyor ve soruyoruz: Suriye’de Firavunî bir düzen var mı? Şüphesiz var ve yürürlüktedir. Suriye’de bir Firavun var mı? Beşşar Esed denilen bir Firavun var ve her gün varil bombalarıyla Müslümanları öldürüyor. Amerika ve a’vaneleri neden ve niçin Milyonlarca insanı öldürmüş olan ve halen öldürmeye devam eden Beşşar Esed adındaki bu Firavun’a dokunmuyorlar? Şunu bilelim ki; Beşşar Esed, Batı’nın ortaya çıkardığı bir Firavun’dur. Şu anda Şeytan Amerika uçaklarıyla Beşşar Esed denilen Firavun’u koruyor ve kolluyor. Bunu görmemek ve duymamak için kör ve sağır olmak gerekir. Firavunlar, Firavunları vurmazlar. Firavunlar, Firavunların zulümlerini durdurmazlar. Hakiki küresel bir Firavun olan Amerika’ya umud bağlayanlar, bir ömür boyu ağlayacak olanlardır. Çünkü Amerika’ya umud bağlamak, hayatı zulümle dağlamaktır.

İslâm coğrafyası küresel katil şeytan Amerika ile imtihan olunuyor. Şeytan Amerika karşısında Müslümanca bir duruş ortaya koyamayanlar, kendilerine ve gelecek nesillerine ihanet edenlerdir. Şeytan Amerika İslâm coğrafyasında çok şey değiştirdi ve birçok kimse de Amerika ile değişti. Mesela 36 yıl boyunca “Kahrolsun Şeytan Amerika” diyerek halkını ayakta tutan İran devletinin yetkilileri, sonunda İmam Humeyni’nin kabrinde kemiklerini sızlatırcasına “Yaşasın Amerika” dönemini televizyon ekranlarında ilan etmekten çekinmemişlerdir.

“Devir tilkiyle plan yapan, kurtla avlanan, sonra da oturup koyunla ağıt yakanların devri olmuş.”

Bilindiği gibi, İran İmam Humeyni ölünceye kadar; “Amerika bir Şeytan-ı Ekber’dir. Amerika’yla uzlaşan, Şeytanla uzlaşmış olur” diyordu. Peki İran nasıl bu duruma geldi? Önce Afganistanlı Müslümanların Şeytan Amerika’ya karşı ortaya koydukları direniş ve daha sonra da Suriye’deki Müslümanların Firavunî düzene ve Suriyeli Firavun Beşşar Esed’e karşı başlatmış oldukları kıyam, İran Devleti’ni dünya Müslümanlarına tefsir etti. İran bir İslâm devleti değil, bir mezhep/şia devletidir. Amerika’nın İran’la uzlaşması da İran’ın bir İslâm devleti değil, bir mezhep devleti olduğunu tescil etmesinden sonraya tekabül etmektedir. İran Cumhurbaşkanı Ahmedi Nejat, “Eğer Afganistan’da biz Amerikalılara yardım etmeseydik, onlar Afganistan’a bile giremezlerdi” itirafını alenen açıkça söylemekten bile çekinmedi. ABD’nin eski Dışişleri Bakanı, Bilderberg’in daimî üyesi Henry Kissinger’ de; “İran bize destek vermese, biz iki hafta bile Irak ve Afganistan’da kalamayız” diyordu. Hakeza İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Seyit Muhammed Ali Abtahi şöyle diyordu: “İran desteği olmasaydı, ABD Irak veya Afganistan savaşını hayal dahi edemezdi.” Bizim buradaki konumuz İran’ın devlet yapısının tahlili değil, Şeytan Amerika’nın İslâm coğrafyasını nasıl değiştirdiği ve dönüştürdüğüdür. Dileğimiz; İran’ın bir mezhep devleti olmaktan vazgeçip bir İslâm devletine dönmesi ve dönüşmesidir.

YENİ AKİT / Mustafa Çelik


21 Ağustos 2015 Cuma

Nihat Hatipoğlu PKK'lılara seslendi Nihat Hatipoğlu, terör eylemleri düzenleyen PKK'lıları İslam'a sarılmaya çağırdı.



Nihat Hatipoğlu PKK ya , "Hz. Yusuf gibi olmak varken, Nemrut gibi olmak niye?" diye sordu.


Artan terör olayları, şehit cenazeleri. PKK terörü yine ülke gündemine oturdu. Seçimleri bile geride bırakan can yakıcı sorun ekranların reyting rekortmeni hocası Nihat Hatipoğlu'nun da gündeminde. "Bu topraklarda yaşayan genç kardeşlerime" başlıklı yazısında genç yaşta terör örgütüne katılarak askerlerimizi şehit edenlere çağrı yaptı.

İşte Nihat Hatipoğlu'nun o yazısı;

"SEVGİLİ GENÇLER SİZİ TANIYORUM"

Biliyorum. Sizinle benzeşen ortamlarda büyüdük. İyi niyetli, alın terine değer veren, mert, cesur, dindar, sevgi gösterene sevgi gösteren, vicdanlı, aileye, Rabbine, namusuna, camiye, Kuran'a, peygamberine, değer veren insanlar olduğunuzu biliyorum.

Böyle olmanız gerekmiyor mu?

"KÜÇÜKKEN NAMAZ İÇİN CAMİYE GİDERDİNİZ"

Küçükken; Kuran kursuna, camiye, medreseye gider. Kuran öğrenirdiniz.

Ufak tefek günahlar dışında günahtan kaçınırdınız. Haram paraya tenezzül etmez, dostluğa, bir kahveye, bir selama çok değer verirdiniz.

Sizin için Peygamberimiz Hz.

Muhammed (s.a.v.) ebedi önderdi, özlenecek insandı.

Namaz için camiye giderdiniz.

Tam olmasa da namazınızı kılardınız.

Tasavvufa ilgi duyardınız. Kuran'ı Kerim sizin için hayat iksiri idi. Şu anda da biliyorum böylesiniz. Büyük çoğunluğunuz böyle. Yoldan savrulmuşlar hariç.

Ama sonra ne oldu ki; birdenbire, dini değerler yerine size yabancı olan bazı düşüncelerin aranızda yayılması için ortam oluşturuldu.

Benim bildiğim, sizin için din; dilden, mezhepten, meşrepten, ekmekten, tuzdan önce geliyordu. Çoğunuz için hâlâ öyle.

"KUCAKLAŞARAK, KONUŞARAK DERTLERİNİZİ ANLATMANIZI İSTERDİK"
Sizin; mühendis, mimar, vali, devlet başkanı, doktor, işadamı, bilim adamı, belediye başkanı, milletvekili, din alimi olmanızı isterdik. Kavgasız, kansız, gürültüsüz, kucaklaşarak, konuşarak dertlerinizi anlatmanızı isterdik.

Beraberce, birbirinize yumruk sıkmadan, ayrı-gayriye, farklılığa alışarak, vicdan besleyerek beraber yaşamanıza ne engeldir.

Gençler! Sizler ihanetten, gadirden, zulümden, zalimden, haksızdan yana olmazsınız. Olmamalısınız. Arkadan vurmazsınız. Kutsala düşman olmazsınız.

Din adına insan öldürmezsiniz.

Irk adına insan öldürmezsiniz. Dininizi terk etmezsiniz.

Gelin beraberce hassasiyetlerinize bakalım. Hatırlayalım beraberce.

"BU YAPTIĞINIZ ALLAH'A ŞİRKTİR"

1 - Siz Müslümansınız. Sizin bir dininiz var. Laf olsun diye değil, yaşansın diye bu dine girdiniz. Rabbiniz sizin sahibinizdir. Yaratıcınızdır. O ne istiyorsa onu yapmalısınız. Neden sakındırıyorsa sakınmalısınız. Dinin eveti evetiniz olmalı. Dinin hayırı hayırınız olmalı. İman bu. Allah'a inanacağım, ama kendime göre bir helal- haram kuracağım diyemezsiniz. Bu Allah'a din öğretmektir. Bu şirktir.

"ETRAFINIZDA DİNDEN VAZGEÇMİŞ İNSANLAR VAR"

2 - Yarın herkes yok olduğunda, Rabbinizle baş başa kalacaksınız.

3 - Hz. Muhammed (s.a.v.) sizin yol göstericinizdir. Siz veya biz veya başkası Hz. Muhammed'in (s.a.v.) yerine başkasını koymaya çalışırsa ebediyen İslam'la ilişkisini keser.

Mürted olur. Yani dinden çıkar.

4 - Kur'an-ı Kerim sizin baş tacınızdır.

Öyle olmalıdır. Dininiz İslam ise, bu böyle.

5 - Sevgiden, birlik ve beraberlikten, kardeşlikten yana olmalısınız.

6 - Selahaddin-i Eyyubi, Fatih Sultan Mehmet, Mevlana, Said Nursi ve benzer binlerce önderiniz var. Sizin hayalinizi bu insanlar süslemeli.

7 - Etrafınızda irtidat etmiş, dinden vazgeçmiş insanlar olabilir. Sizin onlarla ne işiniz olabilir.

"KENDİNİZİ İLİMİNİZLE İSPAT EDİN"

8 - Kendinizi; ilminiz, çalışkanlığınız, bilginiz, başarınız ile ispat ediniz. Siz bunları becerecek haldesiniz.

9 - Bilin ki öldüğünüz gün; dünyadaki sloganlar, arzular, düşünceler, davalar, kahramanlıklar, dostlar, düşmanlar hepsi yok olacak. Siz orada ALLAH ile baş başa olacaksınız. Orada çetin hesaba çekileceksiniz. Derdiniz Allah ise kurtaracaksınız. Derdiniz başka bir şey ise kaybedeceksiniz. Ne ırkınız, ne diliniz, ne mezhebiniz, ne babanız, ne anneniz, ne alkışlar, ne övgüler, ne yergiler, hiçbirinin size faydasız olmayacak... Hiçbirinin. Mezarlar açılsaydı ve ölenler konuşabilseydi, bugün buraya ne yazdımsa, ölüleriniz de size aynen onu diyeceklerdi.

"BABANIZ DEDENİZ BU ÜLKEDE BÜYÜDÜ"

10 - Bu ülke azizdir. Babalarınız, dedeleriniz burada büyüdü.

Yaşadı. Bu ülke, dünyadaki bütün mazlumların limanıdır. Bakın Suriyelilere, buraya sığındılar.

Iraklılar, Kürtler, Ezidiler, Yahudiler, Türkmenler... Hepsi baskıya uğradıklarında buraya sığındılar. Ve biz onlara; dillerine, dinlerine, ırklarına bakmadan gönlümüzü açtık. Bu ülke kaybederse hepiniz kaybedersiniz. Hepimiz kaybederiz.

Var olamazsınız. Var olsanız da payanda olursunuz.

11 - Suriye'yi, Irak'ı, Yemen'i, Afganistan'ı, üzüntü ve dehşetle görüyoruz. Gençler: Bu ülkelerin de sizin gibi gençleri vardı. İdealleri vardı.

Aileleri vardı... Endişeleri... Şimdi çoğu toprakta. Çoğunun mezarı bile yok.

Kefeni bile! Gençler; ülkemizin böyle olmasından ürkmüyor musunuz?

"ANNELERİ AĞLATMAYIN"

12 - Anneleri ağlatmayın.

Öldürdüğünüzde de: öldüğünüzde de anneler ağlıyor. Ya sizin anneniz, veya başka anneler..

13 - Sosyal medyadaki bu düşmanlık, üslup, nefret, kin nedendir? Nefret ettiğinizin cesedi önünüze konsa, içiniz rahatlayacak mı? Diyelim ki rahatladı.

Siz dünyada ebedi mi kalacaksınız.

Kazık mı çakacaksınız dünyaya. Yarın da siz onun gittiği yere gideceksiniz.

"HZ. YUSUF GİBİ OLMAK VARKEN NEMRUT OLMAK NİYE?"

14 - Hz. Yusuf gibi olmak varken, Nemrut gibi olmak niye?

15 - Kimden etkileniyorsunuz? Kim sizin akıl önderiniz. Sizin önderleriniz ahiretinizde sizden neyi sakındıracak.

Hiç bu hesabı yapıyor musunuz?

Bırakın sizi, kendilerine faydaları olacak mı?

16 - Hiç mi Allah'ın hesabını yapmıyorsunuz?

"SİZİN ELİNİZE BOMBA DEĞİL STETESKOP YAKIŞIR"

17 - Yüce Allah, Hz. Peygamber, Kuran, ezan, bayrak, ülke, insan, özgürlük hepimizin, hepinizin ortak değerleri değil mi? Bunlardan hangisinden rahatsızsınız.

Şehit cenazeleri, annelerin feryatları, genç insanların ölümü kime yarıyor.

Bu ülkede artık doğu- batı, kuzeygüney var mı? Bütün diller, ırklar, meşrepler, aileler birbirleriyle sarmaş dolaş olmuş değiller mi?

Dünya kan gölü halinde. Ülkeler yıkılıyor. Haritalar değişiyor. Bütün bunları görmüyor musunuz gençler!

Sizin ellerinize kalem, dosya, defter, cetvel , steteskop yakışır. Silah, tetik, el bombası değil.

"GELİN ALLAH'A YAR OLUN"

Gençler! Gelin. Allah'la yar olun.

Hz. Muhammed (s.a.v.) ile yoldaş olun. İslam'a, sevgiye, kardeşliğe çağıran birer dil olun. Gözyaşını silen birer el olun. Bu yolun dışındaki bütün yollar hüsrandır.

Sevgi, dostluk, barış, kardeşlik, tevazu, merhamet kasırgası estirmek zorundayız. Bu günlerdeyiz. Zor günlerdeyiz .Birbirimize muhtaç olduğumuz günlerdeyiz. Sizi birbirinize düşman edenler, bilin ki sizin de ecdadınızın da, geleceğinizin de düşmanlarıdır.

Gençler. Lütfen; Bu yazdıklarımı, politikadan, siyasetten, önyargılardan, düşmanlıklardan, kinden ve nefretten uzak durarak değerlendirin. Birer insan olarak, vicdan sahibi olarak, ülkeyi sevenler olarak, geleceğinizi sevenler olarak değerlendirin.

SABAH / Nihat Hatipoğlu


11 Ağustos 2015 Salı

EY MÜSLÜMAN: KURAN-I KERİMİ TANIMAYA ÇALIŞALIM


Soru 1 : Kur’an’ı Kerim kaç yılda inmiş, tamamlanmıştır? Cevap : Kur’an’ı Kerim 22 sene, 2 ay, 22 günde inmiştir.

Soru 2 : Allah(c.c.)’ın dilediği şeyleri Peygamberlerine bildirmesine ne denir? Cevap : Vahy denir.

Soru 3 : Kur’an’ı Kerim’de bulunan, adetleri 114 tane olan müstakil bölümlerine nedenir?
Cevap : Sure ismi verilir.

Soru 4 : Kur’an’ı Azimüşşan’da bulunan sureleri meydana getiren cümlecik yada bir kaç kelimeden oluşan, 6666 adet varolan Allah kelamlarına ne ad verilir? Cevap : Ayet denir.

Soru 5 : Kur’an’ı Kerim tek kitap olduğu gibi, tek ciltte toplanmıştır. Kur’an’ı Kerim’in
sayfalarını toplayan cilde verilen ve yalnız Kur’an’a ait olan özel isme ne denir? Cevap :Mushaf adı verilir.

Soru 6 : Kur’an’ı Kerim ayet ayet, sure sure inerken o gün için mevcut bulunan kemik parçası veya düz, yassı olan şeyler üzerine yazılırdı. Daha sonra tek bir kitap haline getirildi. İşte yüce kitabımızı ilk olarak kim zamanında ve nasıl Mushaf haline getirildi? Cevap : Hz. Ebu Bekir zamanında Zeyd b. Sabit tarafından Mushaf haline getirildi.

Soru 7 : Kur’an’ı Kerim insan gücünün imkan verdiği ölçüde anlamayı gaye edinen ve geniş şekilde açıklayan, gerektiğinde yorumlayan eserlere ne ad verilir? Cevap : Tefsir denir.

Soru 8 : Tefsir yapan alime ne ad verilir? Cevap : Müfessir adı verilir.

Soru 9 : Tefsir çeşitleri kaçtır ve nelerdir? Cevap : Tefsir çeşitleri ikidir; a- Rivayet tefsiri : Ayet ve hadislerle açıklama yapılan tefsirlerdir. b- Dirayet tefsiri : Ayet, hadis ve akli, felsefi, güncel yorumlarla yapılan tefsirdir.

Soru 10: Ayeti celilelerin mana ve ilahi işaretlerini, insan aklının imkanı ölçüsünde yapılan tercümelere ne ad verilir? Cevap : Meal adı verilir.

Soru 11: Kur’an’ı Kerim Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e nerede ve ne zaman nazil olmaya başlandı? Cevap : Mekke yakınlarında Hira mağarasında, 610 yılı Ramazan ayında nazil olmaya başladı.

Soru 12: Allah (c.c.)’ın varlığını ve birliğini, doğmadığını ve diğer özelliklerini özlü bir şekilde anlatan ve buna kısaca Tevhit suresi denilen surenin adı nedir? Cevap : İhlas suresi

Soru 13: Hz. Muhammed (s.a.v.)’e Nur dağında inmeye başlayan ve 23 senede tamamlanan, Arapça olarak indirilen ve tevatür yoluyla bize ulaşan, okunması dahi ibadet olan, dünyevi ve uhrevi tüm meseleleri bildiren Allah (c.c.)’ın kelamına ne ad verilir? Cevap : Kur’an’ı Kerim denir.

Soru 14: Kur’an’ı Kerim’de bir takım ayetler vardır ki; bunlardan birini okuyan veya işiten her mükellef için secde etmek vaciptir. Bu secdeye ne ad verilir ve Kur’an’da kaç defa zikredilmiştir? Cevap : Tilavet secdesi denir ve Kur’an’da 14 defa zikredilmiştir.

Soru 15: Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in 13 yıllık Mekke döneminde ve 10 yıllık Medine hayatında Kur’ân’ı Kerim’in tamamı indirilmiştir. Mekke ve Medine yaşantısında bildirilen surelere verilen isim nedir? Cevap : Mekke döneminde inen surelere MEKKİ, Medine döneminde inen surelere MEDENİ sure adı verilir.

Soru 16: Kur’an’ı Kerim’de hakkında en çok ayet inen kavim hangisidir? Cevap : İsrail oğulları.

Soru 17: Kur’an’ı Kerim’deki ilk surenin ismi nedir? Cevap : Fatiha suresi.

Soru 18: Kur’an’ı Kerim’deki son sure hangisidir? Cevap : Nas suresi.

Soru 19: Kur’an’ı Kerim’in kalbi olarak zikredilen surenin ismi nedir? Cevap : Ya-sin suresi.

Soru 20: Kur’an’ı Kerim’deki en uzun sure hangisidir? Cevap : Bakara suresi.

Soru 21: Kur’an’ı Kerim’deki en kısa sure hangisidir? Cevap : Kevser suresidir.

Soru 22: Kur’an’ı Kerim’de besmele kaç defa zikredilmiştir? Cevap : 114 defa.

Soru 23: Kur’an’ı Kerimde ismi geçen sahabe kimdir? Cevap : Hz. Zeyd (r.a.).

Soru 24: Hurf’u Seb’a nedir? Cevap : Kur’an’ı Kerim’in yedi harf üzerine inmesidir.

Soru 25: Kur’an’ı Kerim’in hangi suresinin her ayetinde “ALLAH” kelimesi vardır? Cevap :Mücadele suresi.

Soru 26: Allah (c.c.) kelimesi Kur’an’da kaç defa zikredilmiştir? Cevap : 2697 defa.

Soru 27: Kur’an’ı Kerim’de tek ismi zikredilmiş kadın kimdir? Cevap : Hz. Meryem.

Soru 28: Kur’an’ı Kerim’in son inen ayeti hangi surenin kaçıncı ayetidir? Cevap : Maide suresinin 3. Ayetidir.

Soru 29: Kur’an’ı Kerim’de surelerin başında besmele vardır. Ama bir surenin başında besmele yoktur. Hangi surenin başında besmele yoktur? Cevap : Tövbe suresi.

Soru 30: Hangi surede besmele iki defa zikredilmiştir? Cevap : Neml suresi.

Soru 31: Kur’an’ı Kerim’i tefsir eden alimlerimizden üç tanesinin ismini yazınız. Cevap : Ömer Nasuhi Bilmen, Seyyit Kutup, Bursalı İsmail Hakkı, Muhammet Ali Sabuni, Mevdudi, Mahmut Ustaosmanoğlu, Elmalılı Hamdi Yazır, Konyalı Mehmet Vehbi Efendi.

Soru 32: Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e göre hangi sureyi okumak Kur’an’ı Kerim’in üçte birini okumaya bedeldir? Cevap : İhlas suresi.

Soru 33: Kur’an’ı Kerim’de konuştuğundan bahsedilen böcek hangisidir? Cevap : Karınca.

Soru 34: Kur’an’ı Kerim’i usulüne göre okumayı belirleyen kuralların tümüne ne ad verilir?Cevap : Tecvit.

Soru 35: Sahabeler karşılaştıklarında ve ayrılacakları zaman birbirlerine devamlı olarak okudukları bir sure vardı. İmamı Şafi hazretleri “Kur’an’dan sadec bu sure nazil olsaydı, insanlara dünya ve ahiret mutluluğu için yeterdi.” Diyerek manasını ve önemini anlattığı bu surenin ismini ve manasını söyleyiniz. Cevap : Asr suresi. Manası; “Asra yemin olsun ki, muhakkak insanlar hüsran içindedir (zarardadır). Ancak iman edip salih amel işleyenler,birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunların dışındadır.”

Soru 36: Kur’an’ı Kerim Peygamber Efendimize nerede ve ne zaman nazil olmaya başlamıştır?Cevap : Mekke yakınlarında Hira mağarasında, 610 yılı Ramazan ayında nazil olmaya başlamıştır.

Soru 37: Ayet el Kürsi hangi surededir?
Cevap : Bakara suresinde.

Soru 38: Allah’ü Teala kimin suçsuz olduğuna dair ayet indirmiştir? Cevap : Hz. Aişe (r.anh.).

Soru 39: Hüküm ayetleri Mekke’de mi yoksa Medine’de mi nazil olmuştur? Cevap :Medine’de.

Soru 40: Kur’an’ı Kerim2de kaç cüz vardır?
Cevap : 30 cüz.

Soru 41: Kur’an’ı Kerim’deki en uzun ayet hangisidir? Cevap : Bakara suresi 282. Ayetidir.

Soru 42: Kur’an’ı Kerim’in ilk okunduğu mescit hangisidir? Cevap : Medine’de “Beni Zerik” mescidi.

Soru 43: Kur’an2ı Kerim’de “Cennet” kelimesi kaç defa zikredilmiştir? Cevap : 66 defa.

Soru 44: Kur’an’ı Kerim’de “cehennem” kelimesi kaç defa zikredilmiştir? Cevap : 126 defa.

Soru 45: Bakara suresinden sonra hangi sure gelir? Cevap : Al-i İmran suresi.

Soru 46: Mekke’de Kur’an’ı Kerim’i ilk kez açıktan okuyan kimdir? Cevap : Abdullah bin Mesut (r.a.).

Soru 47: Kur’an’ı Kerim’e göre insanlar ve cinler niçin yaratıldı Cevap : Yalnız Allah’a kulluk etmeleri için.

Soru 48: Kur’an’ı Kerim’de en yüce sure hangisidir? Cevap : Fatiha suresi.

Soru 49: Kur’an’ı Kerim hangi halife zamanında “Mushaf” halinde toplandı? Cevap : Hz. Ebu Bekir (r.a.).

Soru 50: Kur’an’ı Kerim hangi halife zamanında çoğaltılıp dağıtıldı? Cevap : Hz. Osman (r.a.).

Soru 51: Kitap, Furkan, Mushaf, Bürhan, Hablullah, Hablülmetin, Kelamullah, Zikr, Hüda, Nur, Şifa hangi kutsal kitabın isimleridir? Cevap : Kur’an’ı Kerim’in.

Soru 52: “Hepiniz topyekün Allah’ın ipine sarılın, ayrı ayrı olmayın”. Ayette geçen “Allah’ın ipi” tabirinden kastedilen nedir? Cevap : Kur’an, Kur’an hükümleri, Mesajullah.

Soru 53: Halife Hz. Ebu Bekir’in emriyle kitap haline getirilen Kur’an’ı Kerim’i toplama komisyonunun başkanı olan sahabe kimdir? Cevap : Hz. Zeyd bin Sabit.

Soru 54: Kur’an’ı Kerim’de din kelimesi hangi manada kullanılmıştır? Cevap : Ceza, mükafat, hüküm, hesap.

Soru 55: Fatiha suresinde sapanlar olarak nitelendirilenler kimlerdir? Cevap : Hıristiyanlar.

Soru 56: Hz. Ömer Rasülullah’ın arkasında namaz kılarken hangi ayet okunurken hiddete kapılarak yüksek sesle “Ben orada olsaydım, mutlaka Firavunun boynunu vururdum” demiştir? Cevap : Naziat suresi.

Soru 57: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine Fussulet suresini okurken sarılıp etkilenen ve Islam’ı kabul ederim korkusuyla, eliyle Peygamber (s.a.v.)’in ağzını kapayarak; “Aramızdaki yakınlık adına rica ederim, daha okuma” diyen kişi kimdir? Cevap : Utbe b. Rabia.

Soru 58: Tebuk seferine katılmadığı için Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabın kendisiyle(hakkında ayet nazil oluncaya kadar) 50 gün konuşmadığı sahabe kimdir?
Cevap : Kab b. Malik.

Soru 59: İfk hadisesini açığa çıkaran ayet hangisidir? Cevap : Nur suresi ayet 11 ve 12.

Soru 60: Bildiğiniz gibi Kur’an’ı Kerim 30 cüzden müteşekkildir. Her müslümanın yatarken okuması tavsiye edilen “Muavizeteyn” surelerinin isimleri nelerdir? Cevap : Felak ve Nas sureleri.

Soru 61: Peygamberimiz (s.a.v.)’in genellikle yatsı namazında okuduğu sure hangisidir?Cevap : Vettini suresi.

Soru 62: Peygamberimiz (s.a.v.)’in sıkıntı anında okuduğu sure hangisidir? Cevap :Elemneşrah suresi.

Soru 63: Peygamberimiz (s.a.v.) kıyamet günü cennette bizzat okuyacağı sure hangisidir?Cevap : Muhammed suresi.

Soru 64: Kıyamet günü Allah (c.c.)’ın bizzat okuyacağı sure hangisidir? Cevap : Rahman suresi.

Soru 65: Ayeti kerimelerle iktidara yürüyüş ve gerçekleştirilmesi hangi surede ve kim örnek alınmıştır? Cevap : Yusuf suresi ve Yusuf (a.s.) örnek alınmıştır.

Soru 66: Abdestin farz olduğunu belirten ayet hangisidir? Cevap : Maide suresi 5 ve 6.

Soru 67: Osmanlı Devletinin son dönemlerinde yetişmiş İslam bilginlerindendir. Kadıyetiştiren Mektebi Nüvvab’ı bitirmiş, Beyazıt medresesinde dersler vermiştir. Meşihat Dairesi’ndeki görevinin yanında Mektebi Nüvvab, Mektebi Mülkiye, Medrese tül Vaizin ve Medrese-i Süleymaniye’de dersler vermiştir. 2. Meşrutiyetin ilanından sonra Antalya’dan mebus seçilmiş ve özellikle 2. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle ilgili hal fetvasının yazılmasında oynadığı rolle tanınmıştır. İttihat ve Terakki cemiyetinin ilim şubesinde de görev almıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra Ankara İstiklal Mahkemesinde de yargılanmış ve berat etmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığının kendisinden istediği Kur’an tefsirini Hak Dini Kur’an Dili adıyla yazmıştır.

Bu İslam alimi kimdir?
Cevap : Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır.

Soru 68: Seyyit Kutub’un tefsirinin adını söyleyiniz. Cevap : Fizilali Kur’an.

Soru 69: Muhammed Hamdi Yazır’ın tefsirinin adını söyleyiniz. Cevap : Hak Dini Kur’an Dili.

Soru 70: Kur’an’ı Kerim’in bir çok adı vardır. Furkan, Kitap, Zikir, Tenzil bunlar arasındadır. Kur’an’ın birde sıfatları vardır. Bunlardan bazılarıda, Mübin,
Kerim, Nur, Hüda, Rahmet, Şifa, Mev’ize, Büşra, Beşir, Nezir ve Aziz’dir. Bu isim ve sıfatlara göre Kur’an’ı Kerim’in dikkat çeken beş hususu vardır. 1- Tedricen, ayet ayet, sure sure inmiştir. 2- Vahiy ile Cebrail vasıtasıyla getirilmiş olması. 3- Hem lafzı hem de manasıyla mucize olması. 4- Allah’ın kelamı olması, söylemediğimiz 5. Hususu da siz söyleyiniz. Cevap :Kendisi ile ibadet edilmesi.

Soru 71: Allah’ü Teala her dönemde bir şeriat (bir kitap) indirmiştir. Kur’an’ Kerim son peygamberin kitabıdır. Büyün insanların barış içersinde insanca yaşayacakları bir ortamı meydana getiren ve ahiret saadetinin teminatı olan bu kitabın 114 suresi bulunmaktadır. Okundukça ve yaşandıkça insanlığı yücelten ayetler Mekki v Medeni olarak ikiye ayrılır.Bütün insanlığın uymakla mükellef olduğu Mekki ve Medeni ayetlerin konusu nedir? Cevap :Mekki ayetlerin konusu “İtikat”, Medeni ayetlerin konusu ise “Hüküm”dür.

Soru 72: Kur’an’ı Kerim’de “Zehraveyn”(iki çiçek manasına gelen) diye bilinen iki sure vardır. Bu surelerin ikiside Medeni surelerdir. Konusu ise hüküm ayetleridir. Bu iki surenin adını yazınız. Cevap : Bakara ve Al-i İmran sureleridir.

Soru 73: Hanımı ve kendisi büyük İslam düşmanlarındandır. Karı koca bu iki kişinin dünyada iken kazandıklarının kendilerini kurtarmayacağını, cehennemde de kendilerinin elim bir ateşin vadedildiği ve adamın hanımının ise cehennemde odun taşıyılıcığı yapacağını konu eden sure hangi suredir? Cevap : Tebbet (veya Mesed veya Lehep) suresidir.

Soru 74: Kur’an’ı Kerim Berat gecesi indirilmiştir. Hadid suresi 23. Ayette de “Dünyada olacak her şey, dünya yaratılmadan evvel, ezelde “oraya” yazılmış, takdir
edilmiştir. Bunu size bildiriyoruz ki, hayatta kaçırdığınız fırsatlar için üzülmeyesiniz ve kavuştuğunuz kazançlardan, Allah’ın gönderdiği nimetlerden mağrur olmayasınız. ” Denilmektedir. İfadelerde geçen “oraya” kelimesi neresi anlamına gelmektedir? Cevap : Levh-i Mahfuz.

Soru 75: Sevapta ve günahta en küçük bir şeyin unutulmayacağı hangi ayetle anlatılır?Cevap : Zilzal suresi 7 ve 8 ayetler

Soru 76: Mealini okuyacağımız ayet hangi surededir? Allah’ü Teala buyuruyor ki; “Eyinsanlar! Zannın çoğundan sakınınız. Zira zannın çoğu günahtır. Birbirinizin
suçunu araştırmayınız. Kimse kimseyi çekiştirmesin. Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz. Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah tövbeleri daima kabul edendir, acıyandır.” Cevap : Hucurat suresi.

Soru 77: Kur’an’ı Kerim İslam dünyasında 7 kıraat üzere okunmaktadır. Bizim şu anda elimizde bulunan ve okuduğumuz Kur’an’ı Kerim hangi kıraat imamının rivayet üzerine yazılmıştır?Cevap : Kıraatı Asım

Soru 78: Namaz mü’mini kötülüklerden alıkoyar. Kul Rabbine en yakın halini secdede yaşar. Ve o kulun miracıdır. Kul namazı ile terbiye olur. Kur’an’ı Kerim’de de Allah (c.c.) zekat, kurban ve benzeri ibadetleri namaz ile birlikte zikretmiştir. Çünkü kul namaz ile zekatını verir, kurbanını keser hale gelecektir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in gözümün nur dediği bu güzel ibadet Kur’an’ın hangi suresinde Kurban ile beraber zikredilmiştir? Cevap : Kevser suresi

Soru 79: 1632 yılında “dünya dönüyor” dediği için idamla yargılanan Galile Galileu’dan 1000 yıl önce dünyanın döndüğünü haber veren Kur’an ayeti hangisidir? Cevap : Yasin 40

Soru 80: Aşağıda bazı özellikleri ile tanımaya çalışacağımız sure Kur’an’ı Kerim’de hangi suredir? a-Bu sure Medenidir, b-Ey iman edenler niçin yapmadığınızı söylersiniz, c-Allah yolunda bir bütünlük içinde cihadı emreder, d-İsa (a.s.) diliyle, Peygamberimizin Ahmet ismi ile müjdelenmesi, e-Kafirler istemese de Allah (c.c.)’ın nurunu tamamlayacağı, f-İman ve cihadın elim bir azaptan kurtaracak karlı bir ticaret yolu olduğu, bu surenin bazı özelliklerindendir. Cevap : Saf suresi

Soru 81: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir yılda en büyük destekçileri olan hanımını ve amcası kaybetmişti. Peygamber efendimiz (s.a.v.) ve bütün müslümanlar üzülmüşlerdi. Bu yıl siyer kitaplarında hüzün yılı olarak zikredilmiştir. Peygamberimizi ve müslümanları teselli etmek için Allah (c.c.) üç sure indirmiştir. Bu surelerin isimleri nelerdir? Cevap : Yusuf, Hud ve Yunus sureleri

Soru 82: Kur’an’ı Kerim’de yer alan bazı surelerin iki veya daha fazla isimleri vardır.

Bunlardan biri de Mü’min suresidir. Mü’min suresinin diğer ismi nedir?
Cevap : Gafir suresi

Soru 83: Muavizeteyn surelerinin isimleri nedir? Cevap : Felak ve Nas sureleri

Kaynak: http://cubbeliahmedhoca.com/kuran-i-kerim-ile-ilgili-sorular-ve-cevaplar.html


MÜSLÜMAN GENÇ KIZ HANIMEFENDİ OLMAK ZORUNDA! ÇÜNKÜ? İslam’ı temsil etmektedir.Bu sebeple dolayı, taşıdığı misyonun ağırlığını omuzlarında hissetmelidir.Zaten, ona “cennet anaların ayakları altında” diyerek saygı ifadesi olan hanımefendilik unvanını peygamberimiz vermiştir.




Önce hanımefendi kelimesinin sözlük manasına bakalım: Saygıyı bildirmek için kadın adlarının sonuna konulan sözdür.Zarafeti, kibarlığı, güzelliği, olgunluğu, iffetli, ismetli ve özel olmayı anlatır. Bu özelliği taşıyan bayanlar için kullanılır.

Siz hiç hayatınızda bir “hayat kadını” için hanımefendi kelimesinin kullanıldığını duydunuz mu?
Ne kullanılır?Hafif meşrep, havai ve burada telaffuzu uygun olmayan bir yığın vs. vs kelimeler.

Öyleyse Müslüman genç kızın hanımefendi olması gerekir?

Çünkü?İslam’ı temsil etmektedir.
Bu sebeple dolayı, taşıdığı misyonun ağırlığını omuzlarında hissetmelidir.Zaten, ona “cennet anaların ayakları altında” diyerek saygı ifadesi olan hanımefendilik unvanını peygamberimiz vermiştir.
Bütün peygamber, evliya, asfiya annelerinin ve ezvac-ı tahiratın hayatlarına baktığımız zaman onların hanımefendi olduğunu görüyoruz

Eğer bir genç kız Müslüman’ım diyorsa örneği o hanımlar olmalıdır.

Yani Hz. Aişe, Hz.Hatice, Hz.Fatıma, Hz.Meryem, Hz.Hacer,  Hz.Rabia ve isimleri sayılamayacak kadar çok olan Müslüman kadınlardır.
Peki, onların hangisi hafif meşrepti?
Hangisi yarım tesettürlüydü?
Elinde sigara ağzında çikletle sokakta geziyordu?
Parklarda ya da orada burada eşi bile olsa el ele dolaşıyordu?
Eğlence yerine gidiyor icabında düğünlerde halay çekiyordu?
Erkeklerle gibi giyinmeye, gezip tozmaya özeniyordu?
Onlar eşlerine itaatkâr değil miydi?
Cenneti ayaklarının altına alan bu hanımefendiler hayatın akışını değiştiren evlatlar yetiştirmediler mi?
Yüzmidört milyon evliya ve asfiyanın neslinden geldiği Hz. Hasan (ra) ile Hz. Hüseyin (ra)’ı yetiştiren Hz. Fatıma (ra) ağırbaşlı, vakur, olgun, eşine itaatli, saygılı ve cenazesinin bile gece gömülmesini isteyecek kadar iffetli hanımefendi değil miydi?

Evet, tekrar ediyorum bir genç kız “Ben Müslüman bir genç kızım” diyorsa onların yolundan gitmeli ve kendisine onları örnek almalıdır.

Hz. Hatice gibi itaatkâr.
Hz. Aişe gibi ilim aşığı.
Hz. Meryem gibi iffet sembolü.
Hz. Hacer gibi sabırlı.
Abdülkadir Geylani hazretlerinin annesi Fatıma Hanım, Bediüzzaman’ın annesi Nuriye Hanım gibi olmalıdır.

Yoksa “sosyal aktivite” adı altında her yere girip çıkan, başına lütfen bir mendil takan. Boynu gözükerek şal dolayıp olmadık mekânlarda gezen, modern olmak bahanesiyle ötekilere benzeyen “özgürüm” “Ben de hayatımı yaşayacağım” diyenler Müslüman genç kız kimliğine bürünemezler.
Efendim biz modern Müslüman olarak daha çok İslam’a hizmet edeceğiz deniliyorsa; Bediüzzaman bu konuda harika bir tespitte bulunuyor:
“Umur-u diniyede (dini emirlerde) müsamaha veya teşebbühle (benzemekle) medenilere yanaşmayın. Çünkü, aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı ( erişme yolunu) te’min edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak ( katılırsınız) edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.”

Başka bir yerde de “bir dane bir lokma bir öpmekte batma” diyerek küçük bir tavizin bile insanı götüreceğini söylüyor. Başın bir batman saçı kaldırdığı halde gözün tek bir kılı kaldırmadığını vurgulanıyor.

____Gülay Atasoy_________

BÜYÜK KAYIP GIYBET : Amel defterin açılıyor, bir bakıyorsun ne kıldığın namazların var ne de o sıcak ve uzun günlerde tuttuğun oruçların! O kadar zorlukla nefsine,şeytana ve şeytanlaşmış insanlara karşı işlediğin salih amelleri Gıybet eetiğin için diğer günahkar insanlara vermekle kalmayıp onların günahlarını da üstlenmişsin. Meğer ne de cömertmişsin be !



Bir düşün. Hayatın boyunca namazlarını kaçırmadın, Ramazan orucunu tuttun -hatta nafile orucunu da tuttun- tesettürüne her zaman dikkat ettin, Kur’an okumadan uyuduğun bir günün dahi yok.

Ve sonra çocuğunun bile yarar sağlamayacağı (Mümtehine,3),kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyeceği (Enbiya, 47) gündesin. Amel defterin önünde. Sen bir parça da olsa umutlusun. Sonra amel defterin açılıyor, bir bakıyorsun ne kıldığın namazların var ne de o sıcak ve uzun günlerde tuttuğun oruçların! Şaşırıyorsun. Bir de bakıyorsun ki işlemediğin günahlar senin defterinde kayıtlı. Sen tam soracak iken;

Kıyamette bir kimse, sevap defterinde, yapmadığı ibadetleri görür. “Bunlar seni gıybet edenlerin sevaplarıdır” denir. [Harâiti] hadisi aklına gelir.

Meğer ne de cömertmişsin (!), o kadar zorlukla nefsine,şeytana ve şeytanlaşmış insanlara karşı işlediğin salih amelleri diğer günahkar insanlara vermekle kalmayıp onların günahlarını da üstlenmişsin.

İşte bundan büyük kayıp olur mu! Geri dönüş var mı bu saatten sonra? Böyle bir halde olmaktan Allah’a sığınırız.

Peki bize baldan daha tatlı gelen bu günahı nasıl terkedeceğiz? Öncelikle bu günahın ne olduğunu bilmeli , onu tanımalıyız değil mi?

Gıybetin Mânâsı

Gıybet, duyduğu takdirde hoşlanmayacağı bir şeyi kardeşinin arkasından söylemendir. Bu söyleyeceğin şey onun bedeniyle, soyuyla, ahlakıyla, fiiliyle, sözüyle, diniyle, dünyasıyla veyahut kıyafetiyle ilgili olabilir.

Günümüzde gıybet eden bir kardeşimize ‘Gıybet etme’ dediğimizde ‘Ama ben doğruyu söylüyorum,burada olsa onun yüzüne de derim’ ifadesiyle karşılaşıyoruz. Halbuki bilmiyor, arkasından doğru da olsa hoşlanmayacağı bir şey ise söylediği gıybete girer. Yalan söyleseydi yani iftira atsaydı hem gıybetin hem de iftiranın günahını yüklenmiş olurdu. Böyle yaparsa ancak kendini aldatmış olur.

Aişe (radıyallahu anha) bir kadından söz ederken,”Boyu kısadır” deyince Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem);


“Onun gıybetini yaptın” buyurdu. (Ahmed – Müsned, Ebu Davud)

Diyelim ki biz bir kardeşimizin gıybetini yapmıyoruz fakat gıybet yapılınca da kendimizi gıybeti dinlemekten alıkoymuyoruz. O zaman da gıybet yapmış gibi oluyor muyuz?

Evet,oluyoruz.

Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur ;

“Her kim, yanında bir mümin kötüleniyor, o da gücü yettiği halde kardeşine yardım etmiyorsa, Allah onu kıyamet günü mahlukatın önünde rezil eder.” (Taberani, Ahmed – Müsned)

Yani gıybet etmediğimiz gibi bir başkasının da gıybet yapmasına izin vermeyeceğiz. Gıybet edeni ‘gıybet etme’ diyerek uyaracağız, devam ederse de yanından ayrılacağız. Ama öyle durumlar olur ki gıybet edene ‘etme’ diyemeyiz. Bu gıybet eden kişi aile büyüğümüz, hocamız vs. olur. O zaman bulunduğumuz yeri terketmemiz gerekir. Eğer terk de edemiyorsak kalbimizle buğzedip “Allah’ım beni, gıybet edeni ve edileni bağışla” diye dua etmeliyiz.

Rabbimiz de gıybeti kitabında şu şekilde yasaklamıştır:

‘Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.’(Hucûrat Suresi 12)

Bakın Cenab-ı Hakk neye benzetiyor gıybeti! Demek gıybet bizim hafife aldığımız kadar da küçük bir günah değil.

Bediuzzaman Said Nursi (Allah ondan razı olsun) gıybet için şu tasviri yapıyor :

“Gıybet, zayıf ve zelillerin silahıdır.”

Eğer gıybet edersen sen zayıfsın, zelilsin (yani hor görülen,aşağılanansın)!

Peki insanı gıybet yapmaya götüren sebepler nelerdir ?

Bu sebepleri İmam Gazali’nin ‘Dil Belası’ adlı kitabından alıntı yaparak 11 maddeyle özetleyeceğim inşaAllah.

İnsanı gıybete götüren sebepler çoktur. Bu on bir maddenin sekizi herkesi ilgilendirir. Üç tanesi ise din ehli ve havasla alakalıdır.

1.Öfkesini gidermek için gıybet

2.Arkadaşlara uymak için gıybet

3.Kendini savunmak için gıybet

4.Yanlışı başkasına nisbet ederek gıybet

5.Övünmek için gıybet

6.Haset ve kıskançlıkla gıybet

7.Eğlenmek için gıybet

8.Alay için gıybet

Din Ehlini ve Seçkin İnsanları Gıybete Sürükleyen Sebepler:

1.Hayret ve şaşkınlık ifadesiyle gıybet

2.Şefkat görünümünde gıybet

3.Allah için kızma adına yapılan gıybet

Peki dili gıybetten korumanın çaresi nedir? Genel çareleri söyleyip detaya inmeyeceğim. 3 maddeyle özetleyebiliriz:

1. Allah’ın gazabından korkmak (İnsan gıybet hakkındaki ayetlere, hadislere canı gönülden inanırsa, başına gelecek tehlikelerden korkar ve gıybet etmez)

2. Kendi nefsinin ayıbını görmek (İnsan kendi kusurlarıyla uğraşınca başkasının kusurunu görmeye zamanı olmaz.)

3. Kendi gıybetinin yapılmasını istemediği gibi başkasının da gıybetini yapmamak.

Kısacası gıybet eden, ayetlere ve hadislere bakınca ne kadar da kendi için akılsızca, kardeşi için ise alçakça bir iş yaptığını anlar.

Rabbim gıybetin her türlüsünden bizi korusun, bu dünyada kazanmış görünüp de ahirette kaybedenlerden eylemesin.

Not:
Bu yazıyı yazmamda kitabıyla vesile olan İmam Gazali’den ve bu kitabı bana tavsiye eden (kitabın adı ‘Dil Belásı’) bu sayfayı yöneten kardeşlerimizden Rabbim ebeden razı olsun.

İmam Gazali’nin bu kitabı bir okyanus ise bu yazı belki bir damla olabilir, bu nedenle kitabı alıp okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

Gönderen: Hanife N. Ç. / Türkiye

Gıybet İle İlgili Kur'an da Ayetler

Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi, 12)

Nur (24/15) “Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.”

Nur (24/4) “Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkârdırlar.”

Nisa/148: Allah, zulme uğrayanların dışında, çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz. Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.

Hümeze/ 1: Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayan, insanları arkadan çekiştirip, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin (hümeze ve lümezenin) vay haline!

HADİS-İ ŞERİF

* Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine: "Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: "Ya benim söylediğim anda varsa, (Bu da mı gıybettir?)" dedi. Aleyhissalatu vesselam:

"Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun.

Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir."

* Hazreti Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, sana Safiyye'deki şu şu hal yeter!" demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve"Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad edecekti" buyurdu. Hazreti Aişe ilaveten der ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi: "Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz veya fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!"

* Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı. "Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum. "Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir."

* Müstevrid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim bir müslüman(ı gıybet ve şerefini payimal etmek) sebebiyle tek lokma dahi yese, Allah ona mutlaka onun mislini cehennemden tattıracaktır. Kime de müslüman bir kimse(ye yaptığı iftira, gıybet gibi bir) sebeple (mükafaat olarak) bir elbise giydirilirse, Allah Teâla Hazretleri mutlaka, onun bir mislini cehennemden ona giydirecektir. Kim de (malı, makamı olan büyüklerden) bir adam sebebiyle bir makam elde eder (orada salâh ve takva sahibi bilinerek para ve makama konmak için riyakarlıklara girer)se Allah Teâla Hazretleri Kıyamet günü onu mürâiler makamına oturtarak (rezil eder ve mürailere münasib azabla azablandırır.)"

* Sa'id İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını (manevi şahsiyetini) rencide etmektir."

* Muaz İbnu Esed el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim bir mü'mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse, Allah da onun için, Kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, Kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder."

* Hazreti Cabir ve Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anhüma anlatıyor:"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:"Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur."

* Hazreti Huzeyfe raadıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir."Müslim'in rivayetinde "nemmâm cennete girmeyecektir" şeklinde gelmiştir.

* İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bana kimse, ashabımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin. Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak istiyorum."

* Bir gün boyu kısa bir kadın bazı meseleler sormak üzere peygamberimize gelir. Müşkillerini öğrenerek çıkıp gittikten sonra Hazreti Aişe:
-Ne kısa boylu bir kadın! Diye söylenir.Bunun üzerine efendimiz:''Gıybet ettin ya Aişe der.''

* Yine Allah resulü buyururlar:''Gıybetten sakının ! çünkü onda üç afet vardır:
Gıybet edenin duası kabul olunmaz.
Yaptığı hayrat kabul edilmez.
Gıybet edenin üzerinde günahlar birikir.

Bir de bu iş, basın-yayın yoluyla yapılıp, milyonlara mal ediliyor, milyonlar ona şahid tutuluyorsa, bu dalâleti irtikap edenlerin dünya-ukba felaketleri bir yana, topyekün milletin ciddi sarsıntılara maruz kalması kaçınılmaz olacaktır.

Bir insan hakkında söylenen “aval aval yüzüme baktı..” demek kadar da olsa duyduğu zaman muhatabın hoşuna gitmeyecek bir söz gıybettir ve haramdır. Yalan söylemek, zina etmek, hırsızlık yapmak ve namazı terketmek gibi haramdır.

Allah'u Teala öyle bir ölçü koyuyor ki insanların ırzını ve haklarını olmadıkları yerde bile koruyor.Rabbmizi yasak koyuyor; ko nu şa maz sın!....
O kişi yanında yoksa ve hoşlanmayacağı bir şeyse ki; onun elbisesi, arabası, hal tavır ve darvanışları, konuşmaları da buna dahil konuşmak yasaktır.

Ancak bazı hususlar var.Mesela bir adamın künyesi Topal Naci.Yani adam topal olduğu veya olmadığı halde künye olarak kalmış ve o lakabı kullanmadan kimse tanımıyor ise, o adamı bulmak için bunu söylemekte bir beis yoktur.

Bir adamın fitnesinden milleti sakındırmak için de yaptığı yanlışları (halki ilgilendiren) anlatmakta bir beis yoktur.

Önemli bir mesele için soruşturulan bir insan için mesela kızını ona verecek olan bir baba damadını araştırıyor ve size soruyor:''bu nasış adamdır?'' diye.Sizde bildiğiniz kötülüklerini 'gıybet olur' diye anlatmadınız, bu sefer siz sorumlu olursunuz, vebalini siz çekersiniz.Burada da anlatmak caizdir.

Mahkemede şahitlik yapıyorsunuz, gerçeklerin ortaya çıkması için doğal olarak bilidiğinizi anlatmak zorundasınız, bu da gıybet olmaz...

Gıybet meselesi çok önemlidir.Mevla Teala kul hakkına karışmamaktatır.Eğer dünyada helallik aldıysanız ne ala, yok eğer ahirete kaldıysa haliniz (halimiz) yaman demektir.Resulullah Efendimiz'in şu hadisi bu korkunç tabloyu açıklıyor:

''Her kim bir müslümanı kötülemek için, şerefini düşürmek, insanlar içinde rencide etmek için bir kelam ederse sırat köprüsünde tevgif edilecek (dur denilecek) taki o kişi dediğinden sıyrılana kadar (helallik alana kadar.''

Cübbeli hocamızın dediği gibi orası boğaz köprüsünde baklemeye benzemez, altı cehennem kıldan ince kılıçtan keskin, düştün mü havada dumanın çıkar.
Aman müslümanlar dikkat edelim.Kul hakkından kaçınalım.Ahirette Rabbimiz bizi affetmeye bahane arayacak ve affedecek, bizi batırırsa kul hakları batıracak.

MÜSLÜMAN KADININ İFFET KALESİ; HİCAB : Örtünmek hicaba bürünmek,tüm semavi dinlerde dahil olmak üzere,her toplumda iffetli kadınların fıtratında bulunan bir özelliktir.Saklamak ve (gözlerden) saklanmak,şahsiyet ve onur sahibi tüm kadınların en bariz özelliklerinden bir tanesidir.




Kadın, ilk insanın yaratılışından beri erkekle birlikte var oldu. Varlık âleminde yeni nesillerin yetişmesinde erkek kadar pay sahibi oldu. Fakat yine de erkek tarafından ezilen, hor görülen, yok sayılan, zulme uğrayan hep o oldu. Buna rağmen kendini kaybetmedi. Çünkü o biliyor ki; kadın olmazsa aile olmaz. Toplum olmaz. İnsanlık olmaz.

İşte Hz. Peygamber (s.a.s), kadının da erkek kadar bu hayatta yaşama hakkı ile birlikte değişik hakları, görevleri ve yükümlülükleri bulunduğunu.. Onun da inanmaya, sevmeye ve sevilmeye muhtaç olduğunu.. Erkeğe oranla daha güçsüz yaratılmasına rağmen, dünya hayatında aile yuvasını cennete ya da cehenneme çevirebilecek güçte olduğunu.. Ancak o olmadan da mutlu bir hayattan söz edilemeyeceğini ifade buyurmuş ve ona altın değerinde genel ve özel öğütlerde bulunmuştur.


Bir toplum yozlaşmış,çürümeye yüz tutmuş ve tüm ahlaki değerlerden yoksun olmuş olsa bile,o toplumun iffetlileri kendilerini korur ve gizlerlerdi. iffetli bir kadın,kabuğunda gizlenmiş bir inci gibidir.Onu sahibinden başkası bilmez,tanımaz ve görmez. Tarih boyunca da kadın,haya ve iffet noktasında darb-ı mesel olmuş,haya denilince akla ilk kadın gelir olmuştur.

İslam,her yönüyle fıtrata mutabık bir din olması hasebiyle,kadınların fıtratına ve maslahatına en uygun olanı bilmiş ve onları hicab ile mükellef kılmıştır.Allah subhanehu ve taala, Müslüman bir hanıma,onu yabancı bakışlara kurban etmeyecek ve hayalperestlerin rüyalarına meze yapmayacak kadar en yüksek değeri vermiş,onu sakınmış ve korumuştur.Böylece,hafif meşrepli,iffetsiz bir kadına benzetmemek ve bu yolu kapatmak için örtünmesini istemiştir.Ve şöyle buyurmuştur;

(Ey peygamber!Hanımlarına,kızlarına ve mü’min kadınlara örtülerini üzerlerine almalarını emret!)
(33-56)

Hicab; iffet,asalet ve vakar eylemidir.Hicab içindeki bir hanım lisan-ı hal ile şunları söyler;ben iffetliyim yabancı bir erkek bana dokunamaz. Ben asilim, çünkü sana göstermeyecek ve senden gizleyebilecek kadar büyük güzelliklere sahibim. Ben vakarlıyım, çünkü içinde bulunduğum örtü,benden kötü söz ve fiilleri yapmama engel oluyor ve beni düzgün bir birey haline getiriyor.

Hicab ne kadar bu özellikleri sağlıyorsa,onun zıddı olan teberrüc (açılıp-saçılma) da o kadar bayağı,aşağılık ve hafiflik örneği sergiliyor. Açığa vurulan her bir zinet ile kişi, bir haya duygusundan yoksun kalır. Açılıp saçılma ilerledikçe haya,aynı oranda azalır.İşte toplumların ifsad oluş noktası buradan başlar. Kadından..

Eğer bir toplumu ifsad etmek istiyorsanız o toplumun kadınlarını ifsad etmeniz yeterlidir. Aynı şekilde toplumun ıslahı da kadının ıslahından geçmektedir.Çünkü,toplumu oluşturan fertleri yetiştiren bir anne,bir kadındır.Kadın için değer ve ahlak ölçüsü neyse yetiştirdiği bireyler içinde değer ve ahlak ölçüsü o olur. İffet ve haya ile donanmış bir kadın bu noktada topluma önderlik ve örneklik eder. Bu vasıflardan hali olan bir kadın ise kendini bozduğu gibi içinde bulunduğu toplumuda ahlaki anlamda bozar ve zarara uğratır.
Bu sebepledir ki bozukluğun doruk noktasına ulaşmış,kokuşmuş batı medeniyeti,İslam toplumunu tanklarla,tüfeklerle yenemeyeceklerini anladıklarında içten bozarak ifsad etme metoduyla kadını hedef edinmişler ve bu bağlamda, Müslüman hanımın iffet kalesi olan hicab mefhumunu tahrif ve tebdil etmişlerdir.

Önce kadının yüzündeki örtüyü kaldırmış daha sonra tedricen tüm örtüden sıyırmışlardır. Örtüsüzlüğü medeni olmakla eş tutmuş,sefih ve aşağılık bir hayatı modernizim ve ilericilik adı altında kadınlara sunmuşlardır. Böylece İslam toplumunda teberrüc hızla yayılmış,toplumsal bir ifsad ve çöküntü yaşanır hale gelmiştir. Ve vakıada görüldüğü gibi Müslümanlar hala bu ifsaddan kurtulamamış ve bir türlü ayağa kalkamamışdır…

Bu noktada Müslüman bir hanıma büyük görevler düşmektedir. Müslüman toplumların refahı ve kurtuluşu için her kadın kendi nefsini ıslaha mecburdur.Herkes kendi sorumluluğunu bilip bu çerçevede hareket etmelidir. Tembellik,iç huzursuzluk,yaşadığı maddi ve manevi sıkıntılar onu rahavete düşürmemeli,yıkmamalı yeniden ayağı kalkmalı büyük bir azimle ileriye atılmalıdır. Şunu bilmeli ve sürekli murakabe etmelidir ki ‘ben bozulursam toplum da bozulur,ben düzelirsem toplumda düzelir..’

Eğer evli değilse Müslümanlara hangi kabiliyetiyle faydalı olacaksa o noktada çalışmalı,sahih bir akide ve Salih bir menhece sahib olan biriyle hayatını birleştirmeli ve bu noktada gelen teklifleri değerlendirmelidir. Muhakkak ki Müslüman bir kadının evlenmesi iki büyük hayrı celbeder. Birincisi;kendi alanında yaptığı hizmet ikincisi;eşine destek ve motive kaynağı olarak islama dolaylı olarak hizmet. Eğer evli ise eşine karşı İslami hizmette son derece fedakar ve sabırlı olmalıdır. Eğer bir anne ise evladının kalbine sağlam bir akide,güzel bir ahlak,cihad ve mücahidlerin sevgisini yerleştirmelidir.

Hepimiz önce kendi nefsimizden sonra da elimizin altındaki yavrularımızdan mesulüz ve hesaba çekileceğiz. Bu noktada Allahtan korkmalı, hizmette hırslı ve gayretkar olmalıyız.

Allah'ım!
Bizi şerlerden, bozuk fikirlerden, sapık inanç ve yanlış yollardan koru. Aklımızın ve kalbimizin zayıflığını, ifsada hazır noktamızı sana şikayet ediyoruz. Bize basiret ver. Bizi ıslah et, ümmeti de bizim elimizle ıslah et.
Allahumme amin, ya rabbel alemin…

Havle Malik


GencMuslumanlar.com



MÜSLÜMAN GENÇLERE : Bu yazım itikadı sağlam, musalli, temiz ahlaklı ve yüksek karakterli Müslüman gençleredir.


Selamün aleyküm...

Birinci nasihat: Müslüman olmak size yeter, İslamcı olmayınız.

2. İslam dinine uymayacak şekilde Türkçülük, Kürtçülük, Çerkezcilik vs yapmayınız. Türk olunuz, Kürt olunuz, Çerkez olunuz ama ...çü, ...çi olmayınız. Modern İbn Sebe'lerin, Moiz Kohen Tekin Alp'lerin tuzaklarına düşmeyiniz.

3. Gerçek Müslümanlık yüksek ahlak ve karakter ile olur. Ahlakınızı düzeltmek, karakter terbiyesi almak için kendinize kâmil mürşidler bulunuz ve onlar tarafından yetiştiriliniz.

4. Mükemmel ve mükemmil (olgun ve olgunlaştıran) olmayan bir zatı kendinize mürşid edinirseniz yanarsınız. Bu konuda çok dikkatli olunuz. Görebiliyorsanız istihare yapınız.

5. Bin yıllık millî ve islamî yazımızı okumayı ve yazmayı öğreniniz.

6. Ehl-i Sünnete uygun şekilde itikadınızı, fıkhınızı, ahlakınızı, ilmihalinizi öğreniniz. Ehl-i Sünnet dışı kitapları okumayınız.

7. İstanbul Osmanlı görgü ve terbiyesini öğreniniz ve hayata geçiriniz.

8. Nefs-i emmârenizi en büyük düşman biliniz ve ona savaş ilan ediniz. Kendi iradenizle nefs-i emmareden nefs-i levvâme derecesine çıkmak için her cehdi ve gayreti gösteriniz. (Ondan sonraki derece ve rütbelere ancak kamil mürşid terbiyesiyle çıkılır.)

9. Namazları sakın hafife almayınız. Cemaat sünnet-i müekkede-i 'ayndır, şer'î özürsüz terki caiz değildir. Cemaate gitmeyenler, en az haftada bir kere bir camiye sabah namazı kılmaya giderek başlasınlar.

10. Dinde reformculuktan, dinde yenilikten, dinde değişimden, mezhepsizlikten, telfik-i mezahipten, light Islam'dan, ılımlı İslam'dan, Fazlurrahmancılıktan, BOP'çuluktan, Diyalogçuluktan, diğer bütün tahrip ve tahrif hareket ve cereyanlarından uzak durun. Ehl-i Sünnet, Cadde-i Kübra, Sevad-ı Azam yolu ve dairesi içinde bulunun.

11. Futbol kulübü, siyasî parti tutar gibi cemaatçilik, tarikatçılık, grupçuluk, holiganlık, militanlık yapmayın, fanatizmden uzak durun. (Tarikatli olabilirsiniz ama tarikatçı olamazsınız.)

12. Allaha karşı olan bütün ibadetlerinizde, işlerinizde ihlaslı, yüzde yüz samimî olunuz. Farz namazları, oruçları açıkça eda edebilirsiniz ama nafile olanları sakın kimseye göstermeyiniz, bildirmeyiniz.

13. Parayı, malı, dünya zevklerini çok sevmeyiniz. Parayı, malı, zenginliği çok sevenler iyi ve olgun Müslüman olamaz.

14. Asıl faziletin (erdemin, üstünlüğün) ölçüsü şudur: Dostlar değil, düşmanlar ve karşıtlar kabul edecek. Faziletli bir genç olmak istiyorsanız, öyle bir hayat sürün ki, size karşı olanlar, dinsizler sizin için "Bu biraz gericidir, tutucudur ama doğrulukta, dürüstlükte, iyilik yapmakta, adalette, insafta, güven konusunda onun aleyhinde hiçbir şey söyleyemeyiz" desinler.

15. Müslüman bir gence şımarıklık, hoppalık, züppelik, soytarılık, serserilik, şaklabanlık, itlik yakışmaz. Yaşınız yirmiyse, sizin kırk yaşındaki olgun bir insan gibi olmanız ve görünmeniz gerekir.

16. Haram yemekten ateşten kaçar gibi kaçınız.

17. Verdiğiniz sözleri tutunuz. Tutamayacaksanız, söz verdiğiniz kimseye durumu bildirip helallik isteyiniz.

18. Hakikî din hocalarına ve hakikî şeyhlere çok hürmet ediniz ama onları sakın ha, sakın ha erbab haline getirip putlaştırmayınız.

19. Şeriat kurallarından kıl kadar ayrılmayınız.

20. Resûlullah Efendimizin (Salat ve selam olsan ona) Sünnetine sımsıkı sarılınız. (Namazları başınızda takke, imâme, İslamî bir serpuş olduğu halde kılınız.)

21. Hemen tartılınız. Kilonuz boyunuzun son iki rakamını geçmesin. Mesela boy 175 ise, kilo 75'ten fazla olmayacak. Hattâ 70 olacak.

22. Acıkmadan sofraya oturmayınız, bir şey yemeyiniz, doyunca sofradan kalkınız. Doyduktan sonra yemeye devam etmek haramdır. (Bazen Ramazan iftarında, bir davette biraz fazla yenebilir ama istisnaî olarak.).

23. Üniversiteli Müslüman bir gencin babası çok zengin. Sınıfını iyi derece ile geçen oğluna: "Yavrum senden çok memnunum, sana Porsche marka bir spor araba alacağım" deyince oğlu babasının elini öptükten sonra : "Muhterem velinimetim babacığım, size çok minnettarım, çok teşekkür ederim ama üniversitedeki arkadaşlarımın bir kısmı fakirdir. Onların yanında böyle bir arabaya binmem doğru olmaz. Mütevâzı ve ucuz bir otomobil benim neyime yetmez..." cevabını vermelidir.

24. Yetişmek ve olgunlaşmak isteyen bir genç, Hüccetülislam Zeynüddin İmamı Gazalî hazretlerinin İhyâu Ulûmi'd-Dîn adlı dört ciltlik kitabını başucunda bulundurmalı ve her gün (Kırk bölümdür, herhangi bir bölümünden) birkaç sayfa okumalı, öğrendiklerini hayatına uygulamalıdır.

25. Namaz kıldığı, oruç tuttuğu için kendisine 'ucb ve gurur gelmemeli, kimseyi hor görmemelidir.

26. Magazin haberlerinden, her türlü dedikodudan, futbol çılgınlıklarından, cemaat holiganlıklarından, her türlü mâlâyâniden uzak durmalıdır.
* (İkinci yazı)
Recmi İnkâr Edenler

Birtakım reformcu, yenilikçi, değişimci, Fazlurrahmancı, BOP'çu, Kemalist, mezhepsiz, oryantalist, şu'cu veya bu'cu ilahiyatçıların ve İslamcıların İslam'da recm haddi (cezası) yoktur iddiaları temelsizdir, asılsızdır, esassızdır.

İslam'da recm vardır. Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) recm cezasını uygulamıştır. Bütün güvenli, muteber kaynaklarda geçmektedir.

Recm inkarcıları samimî iseler cahildirler.

Bilip de inkar ediyorlarsa münafıktırlar.

Recm suçunun sabit olması (ispat edilmesi) o kadar zordur ki, bu had/ceza tarih boyunca çok az uygulanmıştır.

Bir ceza ki, onu Resulullah uygulamıştır, Müslümanların bu konudaki hükme uymaları farzdır. Çünkü, mü'minler (iman edenler) Resulullaha itaat etmekle, onun getirdiklerini almakla, yasakladıklarını dışlamakla yükümlüdür.

Recm konusunda bütün icazetli ulemanın, fukahanın icmaı vardır. Bu icmâı reddeden dinden çıkar.

Recm vahşi bir cezaymış... Böyle diyerek Şeriatin bir hükmünü tahkir, tezyif eden, hafife alan kişi İslam ile olan bağını çözmüş olur.

Ne sirkat haddi (Hırsızlara verilen şer'î ceza), ne recm, ne de öteki hadler vahşîdir. Aksine adaletin tam kendisidir.

İslam hırsızın elini kesmekten çok hırsızlığın kökünü keser.

Bir ara Sabataycılar, Kriptolar "Ben Müslümanım ama Şeriatçi değilim" şeytanî sloganını ortaya atmışlardı. Şeriatsiz İslam olmaz. Çünkü Şeriat Kur'andan, Sünnetten, icmâ-i ulema-i ümmetten çıkartılmış hükümlere verilen addır.

Zina yapan mahsun kimselere, bu suçları şer'an ispat edildiği takdirde Şeriatin verdiği ceza haktır, mahz-ı adalettir. Bir İslam toplumu şer'î hükümlere uyduğu ve onları hayata uyguladığı takdirde ayakta durur. Aksini yaparsa dejenere olur, tefessüh eder, çürür, dağılır ve yıkılır.


Mehmet Şevket EYGİ

İSLAMDAKİ SÜSLÜMANLAR 'Kim bu 'Süslümanlar? Allah'ın emrettiği tesettür & Tesettürü Cazibe için Kullanmayın




Üniversite gençliğinin ‘Süslüman’ adını verdiği bir grup var… İyi eğitimli, genç, güzel, zengin ve başörtülüler. Abartılı yaşam tarzlarını, ‘marka’ eşyalarını, altın USB ya da gül kabartmalı gözlüklerini, tasarımcı imzası taşıyan ‘kombinlerini’ sürekli Instagram’da paylaşıyorlar...

Bir iş yemeği; ben ‘havalı’ yemeklerin fotoğraflarını çekerken yanımdaki hanımla başlıyoruz bir Instagram muhabbetine. “Şu günlerde Süslümanlar’dan başka bir şeye bakamıyorum” diyor genç hanım; “Başka hiçbir şey bu kadar ilgimi çekmiyor!”

‘Süslüman’ın zihnimde süslü ve Müslüman kelimelerini birleştirmesiyle bu şahmeranın büyüsüne kapılıyorum: Kim ki bu süslümanlar?
“Şahsen tanımıyorum. Tesettürlü, başörtülü genç kadınlar. Çok zengin bir hayat sürüyorlar ve sürekli bunu gösterme hevesindeler. Giysiler, aşırı abartılı. Renkler çok parlak! Partiler, fazla kokoş. Mekânlar uçuk; zehirlenmiş gibiyim, sürekli fotoğraflarına bakıyor, yorumları okuyorum. Hele o yorumlar! Mimarlık okuyorum, bizim okulda herkes ‘süslümanları’ izliyor”

Günler sonra bahsedilen Instagram hesaplarından birine ‘bir bakayım’ dedim. Öyle “Bir arkadaşa bakıp çıkacaktım” kolaylığında değilmiş iş… Artık ben de zehirlenmiştim.
İlk önce bir hesapla başladım.
Tuba Ünsal’ın farklı bir versiyonunu izliyor gibiydim… Ünsal kumsala havlu ve votka koyuyorsa, bu kız havlu yanına, lüks marka bir soda, ‘Ted Baker’ iPad çantası da koyuyordu.
Yine pek çok ünlü popüler simamız misali, tüm @ işaretleri ve hashtagler birilerine; belirli markalara işaret ediyordu. 
“Bugünkü kombinim çok sevgili @bilmemkim’den” gibi... Sonra seksek ya da ‘Buna ‘evet’ diyorsan bir sonraki hesaba geç’ gibi bir tür oyun başladı. Her ‘Bilmemkim’in hesabında, bir ayrı şaşırtıcı dünya… Öyle bir zenginlik ve öyle bir hayat tarzı ki… Bir gün, -türbanı saymazsak- ABD’de bir beyzbol maçına gittiğine iddiaya girebileceğim kıyafetlerle Fenerbahçe maçında, diğer gün Jennifer Lopez konserindeler… Lopez konserinde türban üzeri, Lopez maskeleri takılmış. “Hocanıza şikâyet edeceğim” yorumuna da “Ooo duamızı ettik, hocamızdan iznimizi aldık da geldik” yanıtı verilmiş…

‘UMRE KOMBİNİM’
“My sis ile sinema keyfi” başlığı; dev ekran karşısında masaya uzatılmış pofuduk terlikler; masada salep, onlarca çeşit ve marka çikolata.
Ya da ‘İşte böyle bir pazar’ başlığının üzerinde hem yerli, hem yabancı Elle ve Vogue’lar yanında ‘Moda ve Zihniyet’, ‘Allah Beni Böyle Yaratmış’ gibi kitaplar, bir de Aysha.
Devam edeyim; bir gün bir bakanla, bir gün çok ama çok zengin bir işadamıyla yemekteler. 
Bir gün giysiler “İşte Umre kombinim” diye ‘etiketleniyor’, üç gün sonra ‘gece gezmesi’ adlı bir fotoğraf yükleniyor; başörtüsüne uygun can alıcı renklerde spor ayakkabılar, her yerinde dev kurukafalar barındıran altın rengi kazak, kürk yelek ve haki bir pantolon… 
Sevgililer Günü’nden Anneler Günü’ne her türlü özel gün, pastalarla kutlanıyor. Sevgililer Günü için daha çok yan yana kızlar ya da üzeri kalpli köpüklerle bezenmiş kahve fotoğrafları var… ‘Kapanma’ partisi, taç giyme merasimleri, bunlar için yaptırılan pastalar; dini vecibeleri canlı yayında eğlenceye dönüştürme hali…



KIZ GÜCÜ VE MARKALAR
Fotoğraflara yapılan yorumlar ise daha da ilginç. ‘Emotion’lar ustalıkla kullanılıyor bir kere; pembe kurdeleler, alkışlar, kalpler, el ele kızlar... İngilizce kısaltmalar da gırla. Herkes kendi kombinini tanıtıyor; yiyip içtiğini, kullandığını daha doğrusu ‘markaları’ yazıyor ya da ‘tag’liyor; yani etiketliyor. Bu nedenle de yorumların bir kısmı internet alışveriş bloglarını andırıyor… 
“Ne güzelsin, ne şahanesin, bayılıyorum, beni de yanına alsana”lardan geçilmiyor! Bir kısmı ise “Allah seni sahibine bağışlasın” tadında; dualar da var… Sık sık ‘kız gücünden’, ‘Voltran’ı oluşturmaktan (evet ifade bu) bahsediliyor. 
Her ama her konuda bir ‘marka’ vuku buluyor. 

İKON VE İKONCANLAR…
Bir de tabii ki tartışmalar… Çünkü birtakım başörtülü kadınlar ‘ikon’, bir kısmı da ‘ikoncan’. Sadece kendi tasarladığı kıyafetleri modellerle paylaşanlar olduğu gibi, kendini model olarak kullanan da çok. Ama tabii buradaki cesur ‘kombinler’ her zaman ‘hoş’ karşılanmıyor. 
Katar Emiri’nin eşi Sheikha tarzı bağlanan türban mesela Instagram’da kıyamet kopartabiliyor; çünkü boyun açık kalıyor! İşte bu durumda Hadis-i Şerifler Instagram’a düşüyor. 
İsim vermiyorum, hesap adı söylemiyorum, fotoğrafların da yüz görünenlerini seçmiyorum; bu yüzden anlatmakta güçlük çekiyorum ama çekirdek çıtlar gibi hissediyorum. 
Pencere önünden kalkamıyorum! 
Bir taraftan zenginliği izliyorum, bir taraftan ‘aslında’ yeni içine giriyormuşum gibi hissettiğim bir hayat tarzını. En yakın türbanlı arkadaşım, 2004 yılında Türkiye’de iki kere üniversite kazanıp, önce devlet, sonra özel üniversiteye ‘gidemeyen’, bu yüzden de ABD’de bir dönem birlikte okuduğum Ayşe idi. O da zengin, o da güzel bir kızdı… Ama bu kızlar, Ayşe’den bir hayli farklı. Eski bir liseli deyimiyle bahsettiklerim Ayşe’nin yanında Etiler’deki ‘tiki tayfa’ sanki…

LUCCA DEĞİL, KURUÇEŞME’DEKİ HUQQA
Lucca yerine alkolsüz, nargileli, modern Huqqa’daki localarına giden genç kızların fotoğraflarını; “Bu gözlükle aşk yaşıyorum” diye paylaşılan üzeri kabartma güllerle kaplı gözlüğü, hani türban üzerindeki güneş gözlüğünü görmesem “Aaa Kim Kardashian” diyebileceğim kızı izlemek bana dozunda bir hayret veriyor. 

BESTE UYMUŞ DA GÜFTE KÖTÜ
Yanlış da anlaşılmasın; fotoğraflarını izlediğim kızları bayağı seviyorum; her biri harbiden yorumlardaki gibi ‘nur yüzlü’; zarif, uzun, incecik, hanımefendi, düzgün genç kızlar… 
Açıkça altını çizeyim, dini inançla ilgili bir şey yazmıyorum; beni rahatsız eden ‘bir uyarlama’ gibi duran haller. Kimi zaman bir Beyonce klibini Petek Dinçöz’den izler gibiyim! Beste iyi de güfte tutmuyor. Bu halde de bir ‘tek tiplik’ var. 
Galata’daki Mavra kafenin garsonu Murat’ın “Bizim marjinallerimiz böyledir, birbirine benzer” demesini hatırlatıyor. Kurt Cobain’in depresyon hırkası sırtında, baharda bile başında düşük bir bere, dar kotlu, ‘rayban’ yakışıklıları nasıl ki tek tipse bu kızlar da ‘bir tip’. 

DİNDARLAŞMA DEĞİL SOSYALLEŞME ARACI



Eklerimizin Yazı İşleri Müdürü Gülay Altan, Esra Elönü’nün bir yazısını uzatıyor; “X semtte genç kızları zengin ve para göbeği sağlam adamlara 2. eş olmaya ikna eden yaşam koçları varmış” diye başlayan “Muhafazakâr hatun dergilerine kapak kızı olmak için şalıyla yırtınan kızların olduğu..” diye devam eden bir yazı… 

Sonra Esra Elönü’nün Didem Arslan Yılmaz’ın bir programındaki görüntülerini izliyorum; sanki onun bazı sözleri açıklayıcı oluyor: 

“Din zenginlerin eğlencesi olmuşsa, bu, muhafazakârlığa tekabül ediyor. Muhafazakâr kadın dergilerinde de başörtüsü teşhirciliği yapıldığını düşünüyorum. Bu dergilerin burjuva kesime, hatta muhafazakâr erkeklere hitap ettiğini düşünüyorum. Overlokçu’da çalışan bir kıza hitap ettiğini de düşünmem.

 Başörtüsünün dindarlaşma değil sosyalleşme aracı olduğu; başörtüsünün de kanallandığı ve katmanlaştığı görüşündeyim. Yeni dönüşmüş bir kadın imajı var; ‘Başörtülü kadın böyle olmalı artık böyleyiz demek başka’; tek yönlü bir şey!” 


“Dindarlaşma değil sosyalleşme aracı olarak başörtü cümlesi”yle biraz netleşiyor görüntü...


AKŞAM / NİLAY ÖRNEK -




SÜSLÜMAN NEDİR ?






SÜSLÜMAN NEDİR ?

Süslüman çoğaldı bakın sokakta,
Flörtüyle gezer kızın, oğlun hovarda,
Kimisi caddede, kimisi parkta,
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Başını kapatmış acayip topuzlu,
Ayağı beş karış tak tuk topuklu,
Giydiği kıyafet Paris pamuklu,
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Bir karış mini etek palyaço surat,
Kalabalık içinde hayasız turat,
Tersine akar mı hiç bu asi FIRAT
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Müslüman da izliyor televizyonu,
Hangi dizi var bugün, günün vizyoru,
Sende gel izle bozma misyonu,
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Oğlum küpe takmış, kime benziyor?
Kızım açık gezip neye benziyor?
Bu hayasız dünya sele benziyor.
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Mağaza önünde tek sıra durduk,
Fakirlik hat safha voleyi vurduk,
Zengini zengin etmeyi çok iyi bildik,
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Adımdır Müslüman Kuran okumam,
Karışmayın bana namazda kılmam,
Vallahi kimsenin kölesi olmam!
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Modanın arkasında namaz mı kılınır?
Kıbleyi şaşırma hesap sorulur.
Sen modacı olda bir yol bulunur.
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Modacının adına SÜSLÜMAN denir?
Kumaştan kemiği kemir ha kemir,
Bu acı gerçekler böylece yenir.
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Farz emirler nereye gidiyor böyle,
Fikrini ve amacını bana da söyle,
Nefis ve şeytanla aşk, olmaz ki öyle,
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?

Mağazalar belirler benim örtümü,
Bu olaylar psikolojik, güdü-dürtü mü?
Tesettürün güneşi birden söndü mü?
Çağdaşlığın adına mı MÜSLÜMAN denir?
Size soruyorum SÜSLÜMAN nedir?
__________
Mustafa Kuş






Modacıdan `Süslüman` tepkisi
Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu`nun, "İnstagram güzellerinin, takipçilerinin olduğu bir çağda, bazıları defile yapacak. Yiyin için, eğlenin. Sıratı geçen sizsiniz. " diyerek eleştirdiği modacıdan cevap geldi.




Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu`nun 27 Nisan tarihli yazısında eleştirdiği `Tarz-ı Bahar Defilesi`nin organizasyonunu düzenleyen stil editörü Esra Seziş Kiğılı`dan, kendilerine yöneltilen `Süslüman` eleştirilerine cevap geldi. Kiğılı, eleştirilere "Ben hakkıyla tesettürü yaşayamıyorum, çünkü gencim ve nefsim ancak bu kadarına izin veriyor" diye yanıt verdi.




Cumhuriyet Gazetesi`nden Ayşe Ferhangil`in izlenimlerini aktardığı, önceki gün Kandilli’deki Cemile Sultan Korusu’nda gerçekleştirilen Tarz-ı Bahar defilesi`nin organizasyonunu düzenleyen stil editörü Esra Seziş Kiğılı, "İlerleyen yaşlarında dikkat çekmeyen kıyafetler giyeceği günleri beklediğini söyleyerek tesettürün asıl amacının dikkat çekmemek olduğunu" söyledi. Kiğılı, farklı bir değerlendirme de yaparak, “Müslüman özendirici olmalı, temiz, şık, bakımlı, duru olmalı” dedi.



"SÜSLÜMAN" KELİMESİNİ HAKARET OLARAK KABUL EDİYORLAR

Defilede koleksiyon sergileyen muhafazakâr modacılardan Safiye Ekiz de "Süslüman" kelimesini hakaret olarak kabul ettiklerini ve kendilerini "modern çağın gereklerinden yararlanan Müslüman kadınlar" olarak tanımladıklarını ifade ettti. "Müslümanlığımı eleştiremezler. Kıyafetimi uygun bulmayabilirler ancak emeğime dil uzatamazlar" diyen Ekiz sözlerine “Onlar da pantolon giyiyor, sıkma baş takıyor. Ben de öyle yapıyorum. Tesettürün kurallarını bana göstersinler. Böyle bir kural Kuran’da yok" diye konuştu.



DAHA GENCİM NEFSİM İZİN VERMİYOR

Defilenin sahibi Kiğılı, Yeni Şafak’taki köşesinden, defile organizasyonu ‘Yiyin için, eğlenin. Hayat size güzel. Cenneti kazanan sizsiniz. Mutluluk en çok sizin hakkınız, diğerleri yani ölenler, yani savaştan kaçanlar sizin sorumluluğunuzda değil. Zaten sizi mutsuz edecek hiçbir haberi okumuyor, dünyada olan bitenler ile ilgilenmiyorsunuz.’




Sözleriyle eleştiren Fatma Barbarosoğlu`na cevaben, “Namaz kıldığımı, Umreye gittiğimi, Suriyeli çocuklar için neler yaptığımı biliyorlar mı? Ben hakkıyla tesettürü yaşayamıyorum, çünkü gencim ve nefsim ancak bu kadarına izin veriyor” dedi.

Süslüman erkekler : Sözgelimi; dindar erkek, kendi giyim tarzından alışkanlıklarına tüm yaşam biçimini modernizm lehine değiştirdiğini bile fark etmez. Kendini hâlâ 1980’lerin tutarlılık ve kararlılığında yaşayan takvalı bir mü’min zanneder.




Öncelikle bu yazıyı kaleme almamda kadın okurlardan gelen yoğun isteğin etkili olduğunu açıklamak zorunda hissediyorum kendimi. Bilinçaltı yorumcuları bunda, bir tür savunu veya kendimi koruma isteğimin etkili olduğunu iddia edebilirler.

Bilhassa erkek cephesinden gelebilecek taarruzlara karşı önceden alınmış/alınmak zorunda kalınmış bir tedbir olduğu vehmine de kapılırlarsa onları, bu düşüncelerinden dolayı anlayışla karşılayacağımı söyleyebilirim. Hiçbirinin, bu tür duygu dalgalanmaları için suçluluk hissetmesine gerek yok…

Süslüman suizan ederse, başlıklı yazımızdan sonra ulaşan çoğu okuyucu, bu kritiğin cenah erkekleri bağlamında da yapılmasını rica edince artık bu yazıyı yazmak bir vazifeye dönüşmüştü! Okurlarımız, öteki mahallenin dindar kadınlarla ilgili olumsuzlayıcı tutumlarını sorgulayan analizin bir de cenah erkekler için yapılmasını hararetle isteyince bize, buna boyun eğmek düştü…

Başörtülü kadınlar, iki yönden gelen eleştiri ve suçlamaların odağında bulunmaktan aşırı tepki verebiliyor. Kendini hiçbir tarafa beğendirememe, her daim eleştirilme, inandığı gibi yaşamak istemesinin bedelini ödeme gibi durumlarla karşılaşır olmasının bir tür abartılı refleksler doğurması da mümkün ve anlaşılır!

Aynı değerlere inandığı erkeklerin iş, eğitim ve sosyal hayatta kimliklerinin fark edilip cezalandırılması her zaman uzak bir ihtimal olmuştur. Oysa, başında; modeli, cinsi ne olursa olsun örtü taşıyan kadın, inancın referans alındığı bir düşünce sistemine sahip olduğunu göstermektedir. Bazılarının, siyasi simge diyerek gelenekten değil inançtan beslenen örtüyü kast ettiklerinden bu kadınların cezalandırılmaları da çok kolaydır.

Bir yandan İslami düşünce sistemine karşı olanların bu camiayı yıpratma çabası içinde başörtülü kadınlarda açık arayan bakış açısı; diğer yandan dindar erkeklerin sorgulamaları örtülü kadın için yıpratıcı bir etki oluşturur.

Mahalle erkeklerinin kendi hayatlarına dikkat etmek geçirmek yerine, başörtülü kadının hayatını gözden geçiren tutumu başörtülü kadında bıkkınlıkla birlikte savunma mekanizmasını da harekete geçirmekte gecikmez.

İslamcıların yaşam biçimindeki değişikliklerde de dindar erkekler sadece camia kadınlarını görür gibi bir tavır takınmışlardır.

Statü ve para kazanan dindar erkek, takvadan sekülerizme kayan yaşam biçimini gereklilik ve normal seyr olarak yorumlarken başörtülü kadındaki her değişikliği dikkatle takip etmiştir.

Sözgelimi; dindar erkek, kendi giyim tarzından alışkanlıklarına tüm yaşam biçimini modernizm lehine değiştirdiğini bile fark etmez. Kendini hâlâ 1980’lerin tutarlılık ve kararlılığında yaşayan takvalı bir mü’min zanneder.

Yaşadığı değişim, yavaş ve istenir olduğu için inancıyla çelişen hayat tarzını mantıksallığa büründürerek içselleştirir. Ancak, bu bakış açısını sadece dindar erkeklerle sınırlı tutar. Kadınlara gelince eski düzenek ve yaşam biçimini sürdürmesini, takva ehline uygun bir hayat tanzim etmesini bekler.

Dindar erkeği tek tip tek yaşam biçimine sahip olarak tanımlamak onlardan bir kısmına haksızlık etmek anlamına gelir. Dindarların İslamcılıktan muhafazakarlığa evrildikleri bir sosyolojik düzenekte muhalifliğini koruyan az sayıda erkek var kuşkusuz. Bu tip erkeklerin, dindar kadınları eleştirirken daha çok görüntüsel yargılarda bulunmalarına modern görünümlü erkeklerin katılması ise ilginç bir çelişki oluşturur.

Briyantinli saçları, dar, ve düşük bel pantolonları, slim fit kesim gömlek ve tişörtleri, şortlarıyla şekilsel olarak hiçbir şekilde tanımlayıcı veya belirleyici bir unsuru barındırmayan erkeklerin...

Sözde; dindar kimlikleri deşifre olmasın, her kesime aynı şekilde ulaşsınlar adına iş yerlerine frapan, abartılı cesarette giyinen genç kadınlar almaktan hiç de rahatsızlık duymazlar. En azından halkla ilişkiler uzmanı, müşteri temsilcisi veya asistanın bu görüntüye sahip olması tercih edilir.

Gayri meşru ilişki yasak olduğundan sözde nikahlarla eskort kızlarla birlikteliklerini vicdanlarında meşrulaştırmaya çalışanlarla, imam nikahlı gizli eşinin varlığını herkesten saklayanlar da ciddi bir yekun tutar.

Cebi para, sırtı koltuk görmüş bu zatı muhteremler, yaz geldiğinde bol yıldızlı tatil beldelerinde haşemalı eşlerinin yanında sonradan görme erkek pozisyonunda mini mayolarıyla arzı endam etmekten de hiç rahatsızlık duymazlar!

Elbiselerine, aksesuarlarına her ay kim bilir kaç ailenin geçinmesine yetecek kadar harcama yapan dindar erkeklerin sayısı da hiç az değildir.

İşte bu tür örneklerini sıklıkla görebileceğimiz bu erkekler, başörtülü kadınların yargılanmasına gelince kendilerini yıllar öncesinin dindar erkeği zannettiğinden olsa gerek heyecanlarını hiç yitirmezler. Oysa, İslamcılık köprüsünün altından çok sular akmış; ne İslamcı erkekler ne de İslamcı kadınlar eskisi gibidir artık…
MİLAT / Sabiha Doğan

LEVH-İ MAHFUZ VE KUR’AN : Kur’an “Âlemlerin Rabb’inden indirilmiş” İlahî bir kelâmdır. O, Hz. Muhammed’e inzal edilmeden önce “Bir levh”de, değişik bir ifade ile “Ümmü’l-Kitap”ta muhafaza altına alınmıştır. Ona temizlerden başkası asla dokunamaz! Ondaki bilgilerinden, ancak Allah’ın dilediği kadarı ihata edilebilir. Semavî kitapların da içerisinde yer aldığı bu “Ana Kitap”, İslâm kültüründeki yaygın adıyla Levh-i Mahfuz’dan başkası değildir.


“Allah Tealâ kaleme yazmasını emretti yahut “Yaz!”, dedi. Kalem: ‘Neyi yazayım?’ dedi. Allah Teâlâ: ‘Kıyâmete kadar olacak şeyleri yaz,’ buyurdu. Çünkü Cenab-ı Hakk da şöyle demişti: “İşledikleri her şey defterlerdedir; her küçük ve büyük mutlaka yazılmıştır .

Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta olmasın.(Neml Suresi, 75)

LEVH-İ MAHFUZ VE KUR’AN 
Prof. Dr. Mehmet Zeki DUMAN


….“Şüphesiz o, şerefli [1]bir Kur’an’dır, korunmuş bir levhada bulunmaktadır…” [2]; “Şüphesiz o,

âlemlerin Rabb‘inden indirilmiş son derece değerli bir Kur’an’dır, Bir kitapta

muhafaza altına alınmıştır, temiz olanlardan başkası ona Dokunamaz!” [3]

“O, Ana Kitapta’dır; katımızda yüce ve hikmetlidir.” [4]

ÖZET

Levh-i Mahfuz, var olacak her şeyin, yaratılmaya başlamadan önce “kalem” ile kaydedilip muhafaza altına alındığı mükemmel bir projesi niteliğindedir. Göklerde ve yerdeki her şey; insanların, hatta tüm canlıların yaratılış süreçleri, diyalektikleri, kaderleri, ölü bedenlerin toprakta kaybettikleri ve korunanlar… Kıyamet süreci ve Ahiret hayatı… hakikatleri itibariyle orada soyut bir biçimde kayıtlıdırlar. Eşyanın yaratılma sürecine girmesiyle birlikte bu soyut proje, tıpkı mükemmel bir filmin karelerinin projeye uygun olarak detaylı bir biçimde sahneye aktarıldığı gibi, zaman ve mekân içerisine somut bir gerçek olarak yansıtılmış ve yansıtılmaktadır… Levh-i Mahfuz’un hakikatini idrak beşer için mümkün değildir. Fakat başta Kur’an ve Hadisler olmak üzere, kaynaklarda açıklandığı ölçüde, bu ezelî ilmin mahiyeti ve muhtevası hakkında bilgi edinmek mümkündür. İşte bu makalenin amacı, kadim olan İlm-i İlahî’nin, yaratılmışlar cihetine bakan bu sembolik ifadesini, imkân ölçüsünce, Kur’an ve Hadisler açısından tanıtmaktır…

Anahtar Kelimeler

Levh, Kalem, Levh-i Mahfuz, Ümmü’l-Kitab, Kitâbinmubîn, İmaminmubîn

Giriş

Bu üç ayette, “mecîd”, yani “şan ve şerefi yüksek”, “hikmetli” ve mu’ciz vasıflara sahip Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Muhammed’e inzal edilmeden önce “korunmuş bir levh’de, diğer adıyla, “Ümmü’l-Kitab’ta” muhafaza altına alınmış “yüce bir kitap” olduğu açıkça belirtilmiştir. Bu ayetlerde dikkat çeken diğer bir husus ise, Kur’an’ın, doğrudan doğruya Âlemlerin Rabbi’nden (tenzilün min rabbi’l-âlemin) veya Allah katında “aliyy” ve “hakîm” olan bir kitaptan indirilmesidir…

İncelendiği zaman, “mesnetsiz…” olarak nitelendirilebilecek bir takım farklı görüşler belirtenler olsa da, bizce ve tahkik ehli birçok ilim adamına göre, hiç şüphe yok ki, Kur’an’ın indirildiği Allah katındaki bu levh, diğer adıyla “Ana kitap”,İslâmî literatürdeki yaygın adıyla “Levh-i Mahfuz”dan başkası değildir. Kur’an oradan, onun, ileride açıklanacağı üzere, maddî harflere, kelimelere, cümlelere büründürülerek indirilmiş hissî ve zahirî bir parçasıdır. Tıpkı kalbimizdeki/belleğimizdeki/ezberimizdeki Kur’an’ın metni gibi… O, “Hakk” olarak, ama manevî yapısı ve hakikatiyle değil, aslî hüviyetini koruyan şekliyle insanlık âlemine bir gerçek/hakk olarak yansıtılması suretiyle inzal edilmiştir: “Ve bi’l-hakki enzelnahu ve bi’l-hakki nezele”, “Biz onu ‘hakk’ olarak indirdik, o da ‘hakk’ olarak inmiştir…” [5]ayeti buna delildir. Kanaatimizce bu ayet, Allah katındaki levh’de bulunan Kur’an ile elimizdeki Kur’an’ın, belki soyut ve somut /hakikat ve hakk farkına rağmen, aynadaki görünen ve görüntü misali, dil, lafız, nazım ve mana olarak aynı olmasa bile, gayrı da olmadığını söylemektedir. Nitekim her ikisi de Allah tarafından korunmuşluk vasfına sahiptir; birincisi Levh’de ikincisi ise evrende… [6] Kıyâme suresinin 16-19. ayetlerinin de bunu desteklediğini düşünmekteyiz. Bunu takip edecek olan makalemizde – inşallah! – bu hususa genişçe yer verilecektir. Tabiî ki, Allah’daki /Levh-i Mahfuz’daki asıl dlup bizdeki, yani belleğimizde, dilimizde, kalbimizde, yazılı sahifelerde bulunan Kur’an ise, O’ndan indirilendir. Birincisi tamamen Allah’a aittir ve O’nun esma ve sıfatları gibi hakikat itibariyle bilinemez mahiyettedir. Bizdeki Kur’an ise, Allah’ın kelam, semi’, basar gibi sıfatlarının yaratılmışlarda tecelli edip somut bir biçimde yansıdığı gibi, “Ümmü’l-Kitap”tan akseden görünümüdür. Cibril’in, Hz. Peygamber ve bizlerin okuyacağı, anlayacağı; dil, yazı vb. iletişim araçlarıyla bir yerden bir yere nakledebileceği şekle indirgenmiş/inzal edilmiş somut bir görünüm olarak değerlendirilebilir.

Kur’an-ı Kerim, az önce de geçtiği üzere, aslı itibariyle Allah’ta, diğer bir ifade ile Levh-i Mahfûz’da, bizlere intikal eden somut şekliyle de evrende “mahfuz” vasfına da sahiptir, koruma altındadır. Onu, başta “emin” [7] vasfına sahip Cibril olmak üzere, “bi eydî seferatin kirâmin berareh” [8] , “yazıcı meleklerin tertemiz elleriyle”; “fî suhufin mükerrmetin, merfûatin mutahhare” [9] pâk/tertemiz, son derece kıymetli/mükerrem sahifeler üzerine yazıp peygamberlere indirmekle görevli olan elçiler ise, fıtraten “temiz”, ahlâken “yüce” ve “güvenilir”dirler… Melekler, ne onu alırken asıl kaynak olanLevh-i Mahfûz’a ne de ondan indirirken, indirilen pasajlara, yani Kur’an nüshalarına hiçbir biçimde zarar ver(e)mezler! Kötü niyetli, şeytan ruhlu kimseler ise, özellikle İblis onun semtine bile erişemeyeceklerdir… Allah’ın dilemesi hariç, [10]kıyamete kadar hiç kimse, zerre kadar da olsa, Kur’an’a, tahrif, değiştirme, iptal gibi amaçlarla dokunamayacaktır. Zira Hz. Peygamber’e inzal edilip tebliğ edildikten sonra da onun koruyucusu yüce Allah’tır… [11]

Levh-i Mahfuz’un hakikatini ve gerçek mahiyetini, lahutî ve erişilmez olduğu için Allah’dan başka, melekler ve peygamberler de dâhil, hiç kimsenin bilemeyeceği muhakkaktır. Aşağıda nakledileceği üzere, bir kısım ilim, irfan ve fikir sahibi kimseler Levh-i Mahfuz’un neliği hakkında tavsifî bir takım bilgiler vermiş olsalar da, bunlar, büyük çoğunlukla zandan ve tahminden öteye geçemektedirler. Kur’an açısından, öylesi zannî bilgilerin hakikat karşısında hiçbir bilgi değeri bulunmamaktadır. [12] Gabya ait olduğu için onu tam olarak idrak etmek, ihata etmek de mümkün değildir. Allah izin vermedikçe, vahiy elçisi Cibril ve diğer mukarreb melekler de dâhil hiçbir beşerin ona muttali olması ve oradan bilgi alması da imkânsızdır. Zira “Vela yuhitune bi şeyin min ılmihi illa bimaşae…” ayeti buna da işaret etmektedir. “Onun dilediğinden başka ilmini hiç kimse ihata edemez…” [13]

Kanaatimiz odur ki, Levh-i Mahfuz’un hakikatini, mahiyetini ve muhtevasını bütünüyle idrak etmek beşer için; özellikle, idrak yetileri sınırlı olan insan için mümkün değildir. Böyle bir şeyi tahayyül etmek bile imkânsızdır… Onun ne olduğunu ve muhtevasını tam olarak, ancak Allah bilir. Fakat yüce Allah’ın bir kısım ayetlerinde ondan bahsettiğini ve içeriği hakkında bilgiler verdiğini de bilmekteyiz. Sıhhat derecesi tam olarak bilinmiyor olsa da, bir kısım hadislerde de Levh-i Mahfuz’dan söz edilmiştir. O nedenle Kur’an ve hadislerden hareketle düşünen kimseler için Levh-i Mahfuz hakkında ipucu niteliğinde de olsa bilgiler yok değildir! Bu ipuçlarıyla Levh-i Mahfuz’un künhüne /hakikatine vakıf olunamaz, ama onun mahiyeti ve içeriği hakkında az çok bilgi sahibi olmak da imkânsızdır denilemez… Biz bu makalemizde, Kur’an’dan ve hadislerden aldığımız bilgileri titizlikle incelemek, anlamaya çalışmak suretiyle Levhî Mahfuz ve ondan indirilen Kur’an’ın mahiyeti hakkında imkân ölçüsünce tespitler ve değerlendirmeler yapacağız. Öncelikle İslâmî literatürdeki Levh-i mahfuz adı ve bu adın oluşumu hakkında kısa bir bilgi vermek istiyoruz. Sonra bu kavramın sözlüklerde, Kur’an’da, hadislerde ve bunlarla ilgili diğer kaynaklarda açıklanan mahiyetini idrakimiz ve dilimiz ölçüsünce tanıtacağız. Daha sonra da Levh-i Mahfuz’un ne olup olmadığını, tam olmasa da, anladığımız kadarıyla, tanıtmaya çalışacağız. Şunu da belirtmeliyiz ki, Kur’an’daki “levh” ve o anlamdaki tabirlerle kast edilen şeyin Levh-i Mahfuz olduğu hususunda bizim şüphemiz bulunmamaktadır. O nedenle biz bundan sonraki kullanımımızda farklı isimler yerine hep “Levh-i Mahfuz” tabirini kullanacağız.


A. İSLÂMÎ LİTERATÜRDE LEVH-İ MAHFÛZ


1. “Levh-i Mahfûz” Adı

“Levh-i Mahfuz”, yazı yazmaya uygun “yassı ve düzgün satıh/yüzey” anlamına gelen levh ile “korunmuş, muhafaza altında bulundurulan” anlamındaki mahfuz kelimelerinden oluşmuş Türkçe bir isim tamlamasıdır. “Levh-i Kaza ve Kader” olarak da adlandırılan Levh-i Mahfuz, olmuş ve olacak her şeyin ind-i İlâhî’deki varlıkları/vücudları, ilmen mevcudiyetleri[14] olarak tarif edilmektedir.

“Kur’an’ın Aslı”, diğer bir ifade ile “İnzal Öncesi Kaynağı” denilince, İslâm Kültürü’nde ilk akla gelen ve yaygın olarak kullanılan terim, hiç şüphesiz Levh-i Mahfuz terimidir. Oysa bu terim, bu şekliyle, yani isim olarak Kur’an’da hiç geçmemektedir. Kur’an’da, sadece bir ayette isim cümlesi hâlinde “O, korunmuş bir levhada’dır” anlamında kullanılmıştır. Daha sonra bu ifade, İslâmî kaynaklarda el-Levhu’l-Mahfuz ve Levh-i Mahfuz şeklinde isme dönüştürülmüş; yaratılmış ve yaratılacak her şeyin kaynağı ve bilinen bir kitap için özel isim olarak kullanılmış, hâlen de kullanılmaktadır. Müfessirlerin ekseriyetinin kanaatine göre Kur’an’daki “Kitab” [15] ve “Kitab-ı Mübin” [16] tabirleriyle de kast edilen Levh-i Mahfûz’dur. Tağyir ve tahrife karşı korunmuş olan bu kitap Kur’an’da “mestur/yazılmış” ve “meknun/gizlenmiş” [17]olarak da tavsif edilmiştir.

İslâmî literatürde ve Kur’an’da “Allah’ın Vahy Ettiği Bütün Kitapların Kaynağı,” [18] “Tanrısal Bilgi Hazinesi,” [19]“Allah’ın Bilgisi”, [20] “Allah’ın Bilgi Hazinesi,” [21] “Ulvî Âlemde Evrenin İlk ve Lâhutî Varlığı,” [22] “Nefs-i Küllî” [23]ve “Levhinmahfuz,” [24] Ümmu’l-Kitab, [25] İmam-ı Mubîn, [26] “Kitâb-ı Mubîn olarak da nitelendirilip adlandırılanLevh-i Mahfûz tefsirlerde, hadis mecmualarında, tasavvufî ve felsefî eserlerde genişçe yer verilip çeşitli bakış açılarına göre değerlendirilmiştir. Bu çalışmamız, daha ziyade Kur’an, Hadis ve tefsirler çerçevesinde olacağından, bu kavramın tasavvufî ve felsefî izahlarına fazla girmeyeceğiz; yapacağımız birkaç alıntı ile az da olsa, okuyucuya bir hatırlatmada bulunmakla yetineceğimizi belirtmek isterim. [27]



2. Lügâtte “Levh” / “Levh-i Mahfûz”

Çoğulu elvâh olan levh kelimesi, lâha / yelûhu fiilindendir. Lâha ortaya çıktı, göründü; yıldız ve benzerleri için, parladı, ışık saçtı; ısındı, yanıp kavruldu gibi manalara gelmektedir. el-Levh, ister tahta, ister kemik, düz ve yassı taş, isterse başka bir şeyden olsun, üzerine yazı yazılabilen düz ve enli olan her şeye verilen addır. Nitekim levh’in yassı ve enli şey /safîhaanlamı, Kamer suresinin on üçüncü ayetinde: “zati elvâh” tabiriyle tahta; Burûc suresinin yirmi ikinci ayetinde ise,“korunmuş bir levhtedir” şeklinde yazı malzemesi anlamında kullanılmıştır. Resûlullah (sav): “Falanı çağırın!” dedi. O da,divit ve levh ile gelince, “Yaz: “Lâ yestevi’l-kâ’ıdûn…” buyurdu. [28] Başka bir hadiste, sahifelere yazılmış ve iki kapak arasında cem edilmiş Kur’an için: Ma beyne’l-levhayn tabiri kullanılmıştır. [29] Bu vb. ayet ve hadislerde geçen levh(çoğulu elvâh) kelimesi sahife, kâğıt yerine kullanılan, fakat keyfiyeti bir kısmında meçhul soyut ve somut yazı malzemeleri veya onlara tekabül eden eşya anlamında da kullanılmaktadır. Hareket ettirildiğinde parladığı için kılıç ve mızrak gibi silahların ucuna da elvâhu’s-silâh tabir edilir. Susuzluk anlamına da gelen levh, lâm harfinin zamme/ötüre okunmasıyla el-lûh, gök ve yer arasındaki hava; bilhassa levvâh, yakıcı kavurucu atmosfer anlamında kullanılmıştır. [30]Nitekim Müddessir suresinde cehennemin özelliklerinden söz edilirken: “levvâhatun lil beşer”/“O, deriyi bir çırpıda yakıp kavuran bir ateştir.” [31] denmiştir.

3. Kur’an’da “Levh” ve “Levh-i Mahfûz”

Kur’an-ı Kerim, kendi ifadesine göre, Ramazan ayında [32] ve mübarek bir gece [33] olan Kadir gecesinde [34] Leh-i Mahfuz’dan Hz. Muhammed’e Cebrail vasıtasıyla indirilmeye başlamıştır. Bu tarih M. S. 610 yılı, Ramazan ayı ve (kesin olmamakla birlikte) 17. Pazartesi gününe tekabül etmektedir.

“Levh-i Mahfuz” tabiri Kur’an’da hiç geçmemektedir. Ama levh kelimesi, Kur’an’da isim olarak toplam beş ayette kullanılmıştır. Bunlardan biri, Nuh’un, gemisini inşa ettiği tahtalar (zat-ı elvâh); [35] üçü, Allah’ın, Tur-ı Sîna’da Hz. Musa’ya imlâ ettirdiği ayetlerin üzerine yazıldığı düz ve yassı yazı malzemeleri (elvah); biri de şan ve şeref sahibi Kur’an’ın kendisinde muhafaza altına alındığı levh hakkındadır. Şimdi bu ayetleri ve bunlardaki levh kelimesini daha yakından tanımaya çalışalım:

a. Levh’in Tahta Anlamı

“Biz Nuh’u, tahtalar ve büyük çivilerle (zatı elvah ve düsür) inşa edilmiş bir gemiye bindirdik…” [36]

Müfessirlerin ortak kanaatine göre bu ayette geçen “disâr” (çoğ. düsûr) kelimesi, gemicilikte kullanılan büyük, kalın demirden çivi (mismar) anlamındadır. Bu kelime liften örülmüş, gemilerin parçalarının birbirine bağlamak için kullanılan kalın ip, halat anlamına da gelmektedir. “Elvah” ise, levh kelimesinin çoğul formudur; enli ahşap /tahta anlamında kullanılmıştır. [37]

b. Levh’in Yazı Malzemesi Anlamı

– “Biz, levhalara (fi’l-elvah) onun için öğüt maksadıyla her şeyi yazdık; orada gereken her şeyi de açıkladık, sonra dedik ki: ‘Bunlara sıkı sarıl; kavmine de bunları en iyi biçimde alıp değerlendirmelerini söyle! Yakında fasıkların yurdunu size göstereceğim!” [38]

– “Musa, öfkeyle dolu ve üzgün bir vaziyette kavmine dönüp geldiğinde: ‘Siz, benden sonra ne kötü işler yapmışsınız! Yoksa Rabb‘inizin emrinin /cezasının gelmesi için bir aceleniz mi vardı?’ dedi ve elindeki levhaları yere bıraktı (ve elkâ’l-elvah) , kardeşinin başını tutup kendine doğru çekerek silkelemeye başladı…” [39]

– “Musa’nın öfkesi dinince levhaları yerden aldı (ehaze’l-elvah). Onlardaki bir nüshada, ‘Rablerinden korkan kimseler için, hidayet ve rahmet vardır’ (ibaresi yazılıydı.)” [40]

Bu ayetlerin üçünde de Hz. Musa’dan ve onun Tur’da Rabbi ile buluşmaya gittiğinde [41] Rabbinin ona Tevrat’ı imla ettirip yazdırdığı, kavmi ve kardeşi Harun ile tartışırken Hz. Musa’nın elinden yere bıraktığı ve yine Hz. Musa tarafından yerden alınan levhalardan söz edildiği açıktır. Zira bu gerçek, hem ayetlerin metinlerinden hem de bağlamlarından anlaşılmaktadır. Bu konuda hiçbir kuşku bulunmamaktadır. Fakat bu levhaların madeninin ne olduğu konusu tartışılmaktadır. Müfessirlerden kimine göre pişirilmiş tuğladan, kimine göre de yazı yazılabilen yumuşak taştandır. [42]Hatta bu levhaların zümrütten, yakuttan, zebercetten, ağaçtan ve Allah’ın Musa için yumuşattığı taştan olduğu dahi söylenmiştir. [43] Bizce bu levhaların neden olduğu pek de önemli sayılmaz. Zira konumuz bu değildir. Bizce önemli olan ve bilinmesi gereken, bu levhaların üzerine yazı yazılan yassı, düz yüzeylere sahip yazı nesnesi olduğudur.

c. Beşer İçin Mahiyeti Meçhul “Korunmuş Levha” Anlamı

“Şüphesiz o, şan ve şerefi yüce bir Kur’an’dır, korunmuş bir levhada bulunmaktadır.” [44]

Âyetteki mahfûz kelimesi, farklı bir kıraatte Kur’an kelimesinin sıfatı olarak değerlendirildiği gibi, levh kelimesinin sıfatı olarak da değerlendirilmiştir. Birinci kıraate göre, “Kur’an korunan bir lavhda’dır;” ikinciye göre ise, “Korunmuş Kur’an bir levhadadır.” Bizce birinci kıraat ve mana metne daha uygun düşmektedir…

Bu ayette tekil formu ve korunmuş vasfı ile geçen levh’den maksat, Kur’an’da “Ümmü’l-Kitap” ve “Kitabinmeknun” olarak da zikredilen Levh-i Mahfuz olduğunda pek çok müfessir ittifak hâlindedir. Mesela Maverdî, Zemahşerî, Razî, Kurtubî, Kadı el-Beydavî, Nesefî, İbnü Kayyim, İbn Kesir, Şevkânî’yi sayabiliriz. Bir kısım müfessirler ise, buradaki levh’e doğrudan doğruya Lehvh-i Mahfuz dememekle birlikte bunu ima etmişlerdir… Yeri geldikçe bu müfessirlerin düşüncelerinden söz edilecektir…

Görülüyor ki, lügatte farklı manalara da gelen levh kelimesi, Kur’an’da, sadece tahta ve – ister soyut olsun ister somut – üzerine yazı yazılabilecek düz, yassı ve pürüzsüz yazı malzemesi ve Levh-i Mahfuz, yani peygamberlere indirilmiş olan suhuf ve kitaplar da dâhil, olmuş ve olacak her şeyin ind-i İlâhî’deki varlıkları/vücudları; muhafaza altına alınmış hakikatleri anlamında kullanılmaktadır.



4. Hadislerde Levh-i Mahfûz

Levh-i Mahfûz, levh kelimesi ve türevleri hadislerde takdir-i İlahî’nin ezelde yazıldığı soyut cevher ve üzerine yazı yazılabilen düz satıh, yazı nesnesi anlamında kullanılmıştır. Bu konuda şu rivayetleri örnek gösterebiliriz:

Ahmed b. Hanbel’in naklettiğine göre Rasulüllah (sav) Levh-i Mahfûz hakkında şöyle demiştir: “Hiçbir şey yok iken Allah vardı. Daha sonra Allah Levh’i (mahfûz) yarattı ve yaratılacak olan her şeyi, kıyâmete kadar olacak durumlarıyla birlikte oraya kaydetti.” [45]

İbn Abbas ve Ebû Hureyre’den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: Rasulüllah (sav) dedi ki: “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona, “Yaz!” dedi. O da: “Neyi yazayım?” deyince: “Kaderi” (başka bir rivayette): “Kıyâmete kadar olacak şeyleri…” (Başka bir rivayette): “Ebediyete kadar olan ve olacak her şeyi yaz” buyurdu. O da ebediyete kadar olacak şeylerin hepsini yazdı.” [46]

Rasulüllah (sav) diğer bir hadisinde de: “Allah, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce, arşı su üzerindeyken, varlıkların miktarlarını takdir etmiş bulunuyordu” demiştir. [47]

Bu üç hadisin, Kalem suresindeki “Nûn ve’l-kalemi vemâ yesturûn…” [48] ayetinde kendisine yemin edilen “kalem ve onun yazdıkları” ibaresiyle de mâna yönünden ilgisinin olduğu söylenebilir…

Nisa suresinden 18. ayetinin de içerisinde yer aldığı pasaj indirildiği zaman Rasulüllah (s.a.v.) “Bana Zeyid’i çağırın, divitve levh alsın da gelsin”, buyurdu… Zeyd, divit ve levh ile gelince, ona: “Yaz: “Lâ yestevi’l-kâ’ıdûn…” buyurdu… [49]

Resulüllah’ın (s.a.v.) vefatından kısa bir süre önce: “Bana levha (el-levh) ve divit getirin de benden sonra yolunuzu şaşırmamanız için size tavsiyelerimi yazayım!” [50] dediği rivayeti de bu meyanda hatırlanabilir…

Hz. Ebu Bekir döneminde cem edilen ve İmam Mushaf olarak nitelendirilen Kur’an-ı Kerim’in içeriğinden söz edildiği zaman “İki kapak arasındaki Kur’an…” anlamında “Ma beyne’l-levhayn” tabirinin kullanıldığı da yine rivayetler arasında bulunmaktadır… [51]

Kaynaklarda yer alan bu hadisler ve rivayetlerden, Lev-i Mahfûz’un, Allah’ın ilk yarattığı ve ebediyete kadar yaratacağı her şeyi miktarlarıyla birlikte üzerine yazıyla kaydettiği bir kader kitabı olduğunu levh’in ise, yazı malzemesi, üzerine yazı yazılabilen düz satıh; kağıt, tahta, kürek kemiği, tabaklanmış deri ve Kur’an’da olandan farklı olarak kapak (kitap kapağı), tabii ki, üzerine yazı yazılma imkânı olan bir kapak anlamlarında kullanılmış olduğunu görmekteyiz.

5. Tefsirlerde Levh-i Mahfûz

Konuya, müfessirler açısından genel bir bakışla göz atıldığında -ki, çoğu birbirinden nakildir- Kur’an’da kitâb, el-kitâb, ummu’l-kitâb, kitab-ı mubîn, imam-ı mubîn, ve kitab-ı meknûn şeklinde isimlendirilen Levh-i Mahfûz hakkında, birbirinden farklı ve detaylı; hatta gereğinden fazla bilgilere ve tahminî nitelendirmelere yer verildiği görülmektedir. Meselâ Taberî, Zemahşerî ve Razî gibi pek çok müfessire göre Levh-i Mahfûz, yedi kat semânın üzerinde, Arş’ın sağ tarafında; içerisinde yaratılmışlarla ilgili bilgilerin bulunduğu, semâvî kitapların asıl kaynağı, şeytanların erişip dokunmasından korunmuş yazılı bir levha veya sâhifedir. [52] Bu levha, Allah’ın kaleme: “Yaz!…” emriyle vücuda gelmiş veya sefera adı verilen değerli yazıcı meleklerin elleriyle [53] yazılmıştır. [54] Bir kısım müfessirlere göre ise, Levh-i Mahfûz, Allah’ın bilgi hazinesidir. O, Allah’a bakan yönüyle Levh-i Mahfûz’u da kuşatan şekilsiz, vasıfsız ve ancak Allah’ın dilediği kadarı ihata edilebilen nihayetsiz kelâmıdır; [55] evrene bakan yönüyle, varlık âlemini ifâde eden ses, söz ve harften mücerred /soyut bir kelamdır. [56] “Âlemin yaratılışından sonuna kadar ne olup bitecekse Allah hepsini takdir ve kaza edip yazmış, mahlûkat da olduğu gibi zuhura gelmiş, sabit olmuştur…” [57]

Müfessirimiz Elmalılı Hamdi Yazır demiştir ki: “Gâib ve şâhid, ma’kûlât ve mahsûsât, külliyât ve cüziyyât, büyük küçük, sükût ve istikrar, hareket ve sükûn, hayat ve memât, hâsıl olmuş ve olacak, gizli ve açık her şey bütün tafsilâtı, bütün inceliğiyle gayet beliğ olarak bu kitapta kayıtlıdır. Hem müfredâtı, hem silsilesi nizamâtı ile indallah ma’lûm ve mazbuttur.” [58]

Hasan Basri Çantay soyut varlıkların Levh-i Mahfûza yazılmasını şöyle tavsif etmiştir: “Âlemde cereyan eden ve edecek olan her şey onda yazılmış, nakşolunmuştur; fakat o nakış, bu gözlerle görülemez. ‘Levh-i mahfûz ağaçtan, demirden yahut kemiktendir; kitap da kâğıttan, yapraktan bir şey olacaktır’ zannına kapılmak doğru olmaz. Bil’akis kat’î surette anlaşılmak gerekir ki, Allah’ın o levhi, o kitabı mahlûklarınkine aslâ benzemez, zatı ve sıfatları halkın zatına ve sıfatlarına benzemediği gibi…” [59]

İmam-ı A’zam Ebu Hanife ise, “el-Vasiyye” adlı eserinde Levh-i Mahfûz’un mahiyetini, Kamer suresindeki 52 ve 53. ayetlerden iktibas edilmiş gibi gözüken şu hadisle açıklamıştır: “Allah Tealâ kaleme yazmasını emretti yahut “Yaz!”, dedi. Kalem: ‘Neyi yazayım?’ dedi. Allah Teâlâ: ‘Kıyâmete kadar olacak şeyleri yaz,’ buyurdu. Çünkü Cenab-ı Hakk da şöyle demişti: “İşledikleri her şey defterlerdedir; her küçük ve büyük mutlaka yazılmıştır.” [60]

Bir kısım müfessirler ise, Levh-i Mahfûz’u, sanki onu gören olmuş gibi, somut bir varlık olarak değerlendirmiş ve onun mâdeni/orijini, eni, boyu, rengi; yazan kalemlerin yapısı, mürekkebinin cinsi vs. hakkında Kur’an’dan ve sahih hadislerden açık ve sahih hiç bir delile de dayanmaksızın, salt indî/sübjektif görüşleriyle bir takım malûmat vermekten çekinmemiştir! Sözgelimi, İbn Abbas’a nispet edilen bir rivayete göre, Levh, bembeyaz bir incidendir. Yüksekliği, yer ile gök arasındaki yükseklik; genişliği ise, doğu ile batı arasındaki genişlik kadardır. Sınırları inci ve yakut ile çevrilmiştir. Sayfaları kırmızı yakuttandır. Kalemi nurdandır. Arşın sağ tarafına yerleştirilmiştir. Her bir harfi Kaf Dağı(!) büyüklüğündedir. Kıyamete kadar olmuş ve olacak her şey ona yazılmıştır. Onu koruma görevi, Allah’ın meleği İsrafîl’e verilmiştir… [61] O, İsrafîl’in iki gözü önünde durmakta ve gözünü ondan hiç ayırmamaktadır… [62]

Âlusî, Seyyid Kutub ve İzzet Derveze gibi bir kısım müfessirler ise, tefsirlerinde, bu nevi afakî bilgilere az da olsa yer verdikten sonra: Kur’an ve sünnet, levh’in mahiyeti hakkında herhangi bir beyan içermemektedir. Biz ise, bunun yapısını kavramaktan aciziz. Biz onun, sadece söylemek istediğini anlar, gerisinin üzerinde durmayız. Burada anlamamız gereken husus ise, Kur’an’ın korunmuş olup değiştirilmesinin ve bozulmasının imkânsız olduğu ve her şeyin ona dayandığıdır. Bize düşen, Kur’an ve sahih hadislerde açıkça belirtilmeyen konularda susmak ve onu olduğu gibi kabul edip iman etmektir, diyerek açık ve net delillerle ispatı mümkün olmayan böylesi konularda, sıhhati meşkûk/şüpheli rivayetlerle görüş belirtmenin doğru olmayacağına işaret etmişlerdir. [63]

Görülüyor ki, hepsini kaydetme imkânımız olmadığı için sadece bir kısmının görüşlerini, azamî ölçüde birleştirerek naklettiğimiz müfessirler Levh-i Mahfûz hakkında oldukça farklı bilgiler vermektedirler. Buna rağmen müfessirlerin üzerinde birleştikleri ortak noktayı şöyle tespit etmek mümkündür: Levh-i Mahfûz, yaratılmışlarla ilgili, olmuş olacak tüm bilgileri kapsayan, semavî kitapların asıl kaynağı olan ve şeytanların erişip dokunmasına karşı muhafaza altına alınan yazılı bir levhadır. Levh-i Mahfûz’un Allah’ın bilgisi, Allah’ın bilgi hazinesi; Allah’a bakan yönüyle Levh-i Mahfûz’u da kuşatan şekilsiz, vasıfsız ve ancak Allah’ın dilediği kadarı ihata edilebilen nihayetsiz kelâmı; [64] evrene bakan yönüyle, varlık âlemini ifâde eden ses, söz ve harften mücerred /soyut bir kelam olarak nitelendirilmesi de dikkatten kaçmamalıdır…



6. Tasavvuf Erbabı Açısından Levh-i Mahfûz

Sufiyye ıstılâhı olarak “levh”, el-kitabu’l-mubîn ve en-nefsu’l-külli olarak telakki edilir. [65] Cürcanî’den nakledildiği üzere, bu disiplinde de şu dört çeşit levh’ten söz edilmektedir: 1. Akl-ı evvel levhi, [66] mahv ve ispattan evvelki kaza (takdir) levhidir. 2. el-Levhu’l-mahfûz, kendisinde levh-i evvelin külli bilgilerinin tafsil edilip sebeplerine bağlandığı nefs-i natıka-i külliyedir. Buna levh-i kader de denilir. 3. Cüz’î nefsin semâvî levhi, bu âlemdeki her şeyin, şekli, hey’eti ve miktarıyla birlikte kendisinde nakşedilmiş olan levh’tir. Bu levh, dünya seması olarak da isimlendirilir. Birinci levh âleminruhu, ikincisi kalbi durumunda olduğu gibi, bu da âlemin hayâli mesabesindedir. 4. Levh-i heyulâ, görünürler âlemindeki şekillere karşılık olan levh. [67] “Sufiyye ıstılâhı olarak (lehv-i mahfûz) da, Kitab-ı Mubîn ve Nefs-i Külliye demek olan dört kısmından ikinci kısmını teşkil eden levh-i kader’dir ki, bunda levh’in birinci kısmı olan levh-i kaza’nın külliyatı tafsil üzere bulunur ve esbabına taalluk eder.” [68]

Nahcuvânî demiştir ki, “lehv-i mahfûz, her şeyi kuşatan İlm-i İlâhî’nin ve mutlak surette tahrif ve tağyirden korunmuş olan levh-i kaza’nın bulunduğu İlâhî bir nurdur. Yaratılmışlara nispet edilen müşahede makamlarında tecellî etmektedir. Kevn ve fesâd, yani dünya âleminde cereyan eden hâdiseler levh-i kazada mutlak surette tespit edilmiş ve değiştirilmek, bozulmak gibi damgalamalara karşı korunmuştur. Artık Kadîr, Hakîm, Alîm olan Allah katında söz ve hüküm değiştirilmez. Mülk ve Melekût âlemlerinde gerçekleşen tasarrufât ise, orada sayılarıyla, çizgileriyle birlikte, tam da olacağı şekliyle resmedilmiş olup, hiçbir şey oradakinin dışında ve tespit edilenden başka olarak gerçekleşmemektedir. “el-Kur’anu’l-Mecîd” de oradan seçilmiş ve onun içerdiklerinin umumunu icmalî olarak ihtiva etmektedir. Sermedî gâyeye ve onun, ehadiyet cezbesinin çekiciliğine erişen kimse, Hakk’ın, yüce ilminden levh-i kazasında tafsil ettiği Kur’an’ın rumuzlarından esrar ve mearife vâsıl olur. Ancak bu yüce mertebeye erişenler, azın da azı durumundadırlar. Ama sen, güzel Allah’da bu ümidini sürdür ve sakın, Allah’ın rahmetinden ümidini kesme. Çünkü Allah’ın yardım ve rahmetinden, ancak ebedî hüsrana uğramış kimseler ümitlerini keserler!… [69]

Te’vilât-ı Necmiye’de Levh-i Mahfûz, Peygamber’in ve evliyanın varislerinden olan âriflerin kalbi olarak bildirilmiştir: “Hayır (Kur’an bir beşerin uydurması değildir), kâfirlere ve münafıklara okunmakta olan Kur’an, söyledikleri şeylerden yücedir; şanlı ve şereflidir. O, kalb-i Muhammedî’nin levhinde ve ârif, muhibb (seven) ve âşık olan evliyânın varislerinin kalplerinde sabit kılınmıştır; kâfir, hevâsına düşkün ve düzenbaz nefislerin ve insan bedeninin en uç noktalarına kadar sirayet eden diğer güçlerin elleriyle tahrif edilmekten korunmuştur. Allah Teâlâ demiştir ki: “Şüphesiz biz onu, (hâfızların sînelerinde ve mü’minlerin kalplerinde) korumaktayız!…” [70]

İbn Ârâbî’ye göre de levh-i mahfûz, kalb-i Muhammedî’dir: “Bütün ilimleri ihtivâ eden Kur’an, kalb-i Muhammedî demek olan Levh-i Mahfûz’dadır. Azameti ve ihatasıyla mecîd’dir o… Bu levh, tebdil, tağyir ve şeytanların sû-i zan (tahyil) ve süslü yalanları (tezviratı) oraya atmalarından korunmuştur.” [71]

İsmail Hakkı Bursavî şöyle demiştir: “Rasulüllah (sav), vahyin nüzulü esnasında acele eder ve Cibril ile yarışır, onu geçerdi. [72] Zira o, Cibril’in nüzûlünden önce indirilecek ayetleri kalbinde hazır bulur ve oradan okurdu. Çünkü levh-i kalb levh-i Zat’tır. Levh-i Mahfûz ise, onun suretidir. İşte, anlatılan bu manaya göre, herhangi bir şey hususunda Zat’tan zuhur olmadıkça levhten zuhur olmaz. Böylece Cibril, levh suretinden emir ve nehiy mahalline iner. Bu sebeple onun makamı “Sidre”dir. (Ötesine hiçbir mahlûkun varamayacağı Arş mevkii) menzili ve durağı ezelîdir.” [73]

Anlaşılıyor ki, “Sufiyye” ıstılâhında el-Levhu’l-mahfûz, levh-i kaza da denilen levh-i evvelin külli bilgilerinin tafsil edildiği, sebeplerine bağlandığı levh-i kader’dir. Buna Kitab-ı Mubîn ve Nefs-i Külli de denilmektedir. Artık Alîm olan Allah katında söz ve hüküm değiştirilmez. Tüm âlemlerde gerçekleşen tasarrufât, orada sayılarıyla, çizgileriyle birlikte, tam da olacağı şekliyle resmedilmiştir… “el-Kur’anu’l-Mecîd” de oradan indirilmiştir. Bir kısım sufîlere göre ise, Levh-i mahfuz, Peygamberlerin, evliyanın ve onların varisleri durumunda olan ariflerin kalbidir…

7. İslâm Filozoflarına Göre Levh-i Mahfûz

Kimi Filozoflara göre el-aklu’l-faal, kimine göre de en-nefsu’l-kullî olarak târif edilen levh-i mahuz, Gazalî’nin Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserinde şöyle tanıtılmıştır:

“Levh-i Mahfûz’dan maksat, göklerin ruhlarıdır. Âlemdeki cüzlerin orada nakşedilmesi, ezberlenen şeylerin insanın beynine verilmiş olan hafızada nakşedilmesine benzer. Ancak bu, onun katı, yaygın bir cisim olup çocukların tahtaya yazı yazması gibi, üzerine objelerin yazılmış olması anlamında değildir. Çünkü bu yazma, onun çokluğunu ve üzerine yazılanların ihata edilmesini gerektirir. Yazılan şeylerin sonu olmazsa, üzerine yazılan şeylerin de sonu olmaması icap eder. Ayrıca sonsuz objelerin sayılı çizgilerle cismin üzerinde bulunması da târif edilemez.” [74]

Aralarında Farabî’nin de yer aldığı bazı filozoflar, uyuyan kimsenin uykusunda görüp de gördüğü rüyanın, daha sonra olduğu gibi çıkmasını da, insanın Levh-i Mahfûz ile olan alakasından ve orada olanları okumasından kaynaklandığı kanaatindedirler. Buna göre, “Uyuyan bir kişi, bir şeye muttali olunca o şey, ya ayniyle ezberinde kalmış olacaktır veya muhayyile gücü onu, hızlıca taklide yeltenecektir. Zira muhayyile gücünün tabiatında objeleri, biraz uygun olan benzerleriyle uyuşturup taklit etme veya ondan zıtlarına intikal etme yeteneği vardır… [75]