CEMİL MERİÇ SAİD NURSİ’Yİ NASIL TANIMLIYOR?
Cemil Meriç’in Bediüzzaman tanımı!
Büyük düşünür Cemil Meriç “Bu Ülke” adlı eserinde Bediüzzaman ve Nurculuk üzerine şunları söyler:
“Said Nursi bir kavga adamı. Yalçın bir irade. Taviz vermeyen bir mizaç, Tefekkürden çok iman. Tarihin içinden gelen ve kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandıran bir ses. Nurculuk bir tepki. Küfre karşı imanın bir tepkisi.”
Cemil Meriç’in Bediüzzaman hakkındaki bu görüşleri hiç şüphesiz söylendiği dönemin şartlarında çok önemlidir. Zira Nurculuk ciddi bir tehlike olarak görülüyor, neredeyse bütün nurcuların yaşamın bütün alanlarında izole edilmeleri için her türlü tedbire başvuruluyordu.
Cemil Meriç’in bu ifadeleri bu anlamda çok önemlidir ancak “tefekkürden çok iman” cümlesi Üstadı tam olarak anlatabilecek bir tanım olmaktan uzaktır.
Nitekim Bediüzzaman baştan başa bir iman ehli olmasının yanı sıra aynı oranda büyük bir mütefekkirdir. Ortaya koymuş olduğu eserleri ciddi bir tefekkürün yansımalarıdır zira. Bediüzaman’ın düşünceleri sıra dışıdır.
Bediüzzaman imanını tefekkürle buluşturan, bir potada yoğuran ve bu hamurdan ortaya “Risale-i Nur” gibi şaheseri telif eden büyük bir müelliftir. Bediüzzaman tefekkür eden, memleket meselelerini en ayrıntılı bir şekilde analiz eden, reçeteler sunan ve çareler arayan bir zeka ve gönül adamıdır.
Bediüzzaman’ın fikri cephesi sıra dışıdır. Yani o hem iman ehli olarak, hem de mütefekkir olarak bu yüzyılın değil son birkaç yüzyılın en büyük zirvesidir.
Mesela, döneminin devlet adamlarına ve hazırdaki durumuna göre değil, daha güçlü, bütünleşmiş kalıcı bir İslam coğrafyasının tesisi için fikri sahada ciddi görüşler sunmuştur.
“Dinî Cerîde” adlı derginin 23 Mart 1909 tarihli 83′üncü sayısında neşredilen “Dağ Meyvesi Acı da Olsa Devâdır” başlığını taşıyan makalesi üzerinde durulmaya, tartışılmaya değer bir makaledir. Ve hatta bütün İslam coğrafyasının kendisine rehber edinmesi gereken dokuz tane madde vardır ki bugün dahi uygulandığı takdirde bir çok sorunun çaresi olacağı aşikardır.
Bendeniz bu maddelere “Bediüzzaman’ın Dokuz Işığı” adını koydum ki gerçekten her biri ışık değerinde düşüncelerdir.
Peki bu maddelerde ne diyor büyük mütefekkir?
Dilerseniz maddeleri kısaca yorumlayalım.
Birinci ışık:” İslam alemine teknolojik medeniyete dayalı ilerleme anlayışını hakim kılmak.” Bu maddeye baktığımızda günümüzde neden İslam coğrafyasında sorunların bitmediğini, hala yabancı medeniyetlerin bir nevi sömürgesi durumunda olduğunu anlamak zor değil. Irak, Filistin, Bosna, Afganistan, Doğu Türkistan. Buralarda İslam nüfusu güçlü teknolojiler karşısında vahim soykırımlara tabi tutuldular. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Biz bile gerek silah sanayide, gerek ilaç ve gerekse diğer alanlarda hala dışarıya bağımlı değil miyiz?
O halde Bediüzzaman’ın bu ışığı neden aydınlatmadı bizleri?
Çünkü yıllar yılı bu ışıktan faydalanması gerekenler onu sürgünlerde çürütmenin dışında onun fikirleriyle ilgilenmediler ne yazık ki.
İkinci Işık: İslam ülkelerinde eğitim-öğretim işlerinde ihtilaflı olan tekke, medrese, mektep arasındaki barışı sağlamak. Bugün, hala imam hatipli, ilahiyatlı, kolej mezunu arasındaki buzları çözememişiz. Bırakınız çözmeyi okullarda din ve ahlak dersi gibi insani bir alanı yok saymaya, kaldırmaya çalışan uygulamalar gördük. Eğitim öğretim işlerini hala yoluna koyamadık ve bunun derin sancılarını bütün toplum çekiyor. Öte yandan bilimi reddeden yaklaşımların islama vermiş olduğu zararları doğru okuyamadık.
Üçüncü Işık:” Bilim çevrelerinde bilimsel hürriyeti tesis etmek”. Buyrunuz, hala üniversitelerde bunu sağlayamamışız. Bilim politize olmuş, bilim adamı siyaseten unvanlar alır olmuştur. Bilimsel özgürlük yok olmuş; bilim adamları çeşitli baskılara maruz kalmıştır yıllar yılı. Üniversitelerde bilim dışında her şey mubah sayılmıştır. Üniversiteler belli odakların yuvalarına dönüştürülmüştür. En büyük hürriyetsizliği de başı kapalı kızlarımız yaşamıştır ne yazık ki…
Dördüncü ışık:”Medreselerde bağımsız kürsüler oluşturmak.” Evet bu ışık nispeten gerçekleşmiş,daha doğrusu batılı bunu önce hayata geçirmiş her bilim dalında yan dallarda yeni uzmanlık alanları neşet etmiştir. Ancak yıllar önce bunun gerekliliğine değinmiş olması, bahsettiği konuların neşv ü nema bulması bile bu büyük mütefekkirin uzak görüşlülüğü hakkında yeterince bilgi veriyor kanısındayım.
Beşinci Işık:”Genel anlamda vaiz ve hatiplerin yetişmesini sağlamak”. İmam Hatip Liseleri, İlahiyat Fakültelerinin ne denli gerekli olduğunu söylememize gerek yok sanırım. İnsanların dini bilgileri eğitimli insanlardan öğrenmesinin gereğini, dinin aslında yaşamın her alanında mevcut olduğunu gözden ırak tutmayan bu düşüncelere katılmamak ne mümkün!
Altıncı Işık:” Osmanlılarda teknolojiye dayalı terakkiyi topluma ve okullara yaymak ve bu meyli oluşturmak.” Düşen Osmanlı’daki zafiyeti görüp buna çareler arayan Bediüzzaman, bu düşüşün en büyük düşmanının bilim olduğunda ısrar eder. Bir çok yerde İslam coğrafyasında dinin yanlış yorumlanmasından, cehaletten kaynaklanan düşüşün ve sefaletin tek çaresi vardır bu da bilim ve fendir. Toplumu yıkan üç düşman vardır zira; cehalet, zaruret, ihtilaf. Bu düşmanların imhası da terakki’dir. Böylesi çağdaş ve uzak görüşlü bir mütefekkir yüzyıl sonrasının da reçetesini sunuyor böylece.
Yedinci Işık:” Hilafet Makamının islahı gerekmektedir.” Bediüzzaman, Hilafet makamının ıslahında neden gerek duymuştur acaba? Çünkü aradan geçen zaman diliminde padişahlık kurumunun nasıl bir yıpranma sürecine girdiğini, bunun ülkeye ne türlü felaketler getirdiğinin farkına varmıştır. O halde yeni tedbirler gerekli hale gelmiştir. Nitekim o dönemlerde bir takım yetki kısıtlamaları yoluna gitmiştir Osmanlı meclisi.
Sekizinci Işık: “Osmanlı’ya Osmanlı toplumuna “Osmanlılık” ruhunun zerki gerekmektedir.” Bu madde aslında çok önemli bir maddedir. Bir çok ırka mensup insanın yaşadığı bu topraklarda Osmanlılık bilincinin egemen olması, ilk dönemlerdeki beylikler dönemine geri dönülmesinin önüne geçilmesi için en etkili yol gibi gözüküyordu. Zira bugün bile bir takım açılımların ortaya çıkma zorunluluğu tamamen bu Osmanlılık ruhunun yitirilmiş olmasının bir nevi resmidir. Soy sop faslına girilen bir coğrafyada olup biteceklerin farkındadır Bediüzzaman.
Dokuzuncu ışık: ”Milli Birliğin Sağlanması, ihtilaftaki Kürtlerin maddi ve manevi desteklerinden yararlanmayı sağlamak.” Sanırım dudak uçuklatan en önemli maddeye gelmiş bulunuyoruz. Evet daha o zamanlar doğudaki sorunları doğru okuyup analız eden Bediüzzaman, bu bölgeye ciddi olarak ilgilenilmesi gereğine işaret edip, eğitim başta olmak üzere iktisadi ve toplumsal hususlarda reçeteler sunuyordu. Zira Hamidiye Alaylarının oluşturulması da büyük Abdülhamit’in doğudaki sorunları azaltmak ve Kürtlerden yararlanmak, onlara Osmanlılık ruhunu kazandırmak amacını taşımıyor muydu?
Ona göre Müslüman’ın tek bir amacı olmalıydı. Birlik ve beraberlik içinde “i’la-yı Kelimetûllah’ı bütün cihana hakim kılmak”. Müslüman’ın en büyük düşmanı ise cehalet, zaruret ve ihtilaf olmaydı, Müslüman değil!
Bediüzzaman’ın dokuz ışığını anlamak, anlatmak ve uygulamak umuduyla.
Muhabbetle Efendim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder