28 Ağustos 2014 Perşembe

Bizden olanı’ hep almayı denediler.Nizamülmülk’ten başlayarak,


Bu topraklarda doğup, bu topraklarda kurulan devletleri özellikle kendine “medeniyet” diyen Batı Bloku’na karşı büyüten-koruyan kimse yoktur ki her türlü saldırıya maruz kalmasın hatta hayatını kaybetmesin!


Sevgili dostlar, bazı tespitler yapacağım ve hiçbir yorum yapmadan sadece bazı gerçekleri önünüze koyarak “düşünenlere yardımcı çoktur” diyerek bitireceğim... Daha önce bazı yazılarımda bu detayları ele almış olsam da yine de altını çizmek istiyorum, lütfen sizler de sorgulayın...
1 - Nizamülmülk’ten başlayarak, bu topraklarda kurduğumuz devletlere çağ atlatan-yol açan her yararlı kişi, ya kendi adamlarının ihaneti ya da devletin gücünden rahatsız olan yerleşik diğerlerinin oyunları sonucu koltuklarını ve hayatlarını kaybettiler. Nizamülmülk, Büyük Selçuklu Devleti’nin en etkili ismiydi, Malazgirt zaferinden, Osmanlı’nın üstünde kurulduğu temellere kadar çok önemli adımlarda imzası vardı. Kendi yetiştirdiği istihbaratçı Hasan Sabbah’ın adamları tarafından katledildi.
2- Fatih Sultan Mehmet, 50 yaşını göremeden, Roma’yı almak, Vatikan’ı ele geçirmek için çıktığı yolda, Boğaz’ın diğer tarafında kendi adamları tarafından zehirlenerek öldürüldü. Fatih’in en büyük projesi Vatikan’ı ele geçirmek ve kendi seçtiği bir kişiyi Papalık makamına oturtmaktı. Kanuni, oynanan oyunlar ve yanlış bilgilendirme yüzünden kendi oğlunu, en vasıflı padişah adayını ortadan kaldırdı!


3- Atatürk siroz yüzünden mi öldü? Buna inanmak için herhalde çocuk olmak lazım. Belki hiç dikkatli bakmadınız; Atatürk son yıllardaki durumu dahil ülkeyi sadece 15 sene yönetebildi. Öldüğü zaman daha 50’li yaşlarındaydı.
4- Turgut Özal, tam olgunluk döneminde ilginç bir şekilde Köşk bahçesinde yürürken kriz geçirdi ve hayatını kaybetti. Ölmeseydi Ortadoğu haritasında bugün hâlâ yaşanacağı konuşulan ana değişikliklerle ilgili temel tezlere sahipti ve bunların uygulanması konusunda anlaşamadığı Genelkurmay Başkanı istifa etti.
5. İktidarının 10. yılında Başbakan Erdoğan Cumhuriyet tarihinde gördüğümüz en büyük saldırıyla karşılaştı ve küresel-yerel güçler koalisyonu Başbakan Erdoğan’ı durdurmak için her türlü yolu denediler. Durduramadılar, Erdoğan “EN NOKTASINA” çıktı ama bu yapılar hala durmadılar!
Sevgili dostlar, bu örnekleri tarihimizden daha onlarca detayla uzatabilirim. Bir Türk vatandaşı olarak gördüğüm ve bildiğim tek bir gerçek var: Kim ki bu topraklar adına içerideki yerleşik düzene ve küresel sahiplerine karşı “vatanını genleş-tirmiş”, gereken her adımı atmış, büyük bir savaş vermiş; o lidere veya yöneticiye karşı en yakınına kadar yerleşen “uzantılar” harekete geçmiş ve ellerinden geleni yapmışlar. Türkiye, 2008’den itibaren “genleşme dönemine” girdi ve yerleşiklerin sökülüp atılma süreci başladı. Bugün geldiğimiz noktada yaşananlar, ağaç yaprağından çıkarılan gürültü arkasından başlayan “17 Aralık darbe girişimi” ve sürüp giden detaylar...

Sonuç: Yukarıdaki yazı siyasi bir mesaj veya kaygı taşımıyor. Bu ülkeden başka yaşayacak yeri olmayan bir insanın, yerleşik yapılara karşı çok uzun zamandır ilk defa “aldığımız yolu-kazancımızı” kaybetme korkusu yaşamasından, ülke adına endişelenmesinden oluşuyor. 
Bütün Türk vatandaşlarının “güçlü yönetilemediği” zaman, sistemin nasıl “vatandaş aleyhine” kullanıldığını anlamaları ve sistemi çözmeleri temennilerimle! Bir lider, bu savaşı bütün varlığı ile yapıyor ve her türlü oynanan oyuna rağmen halkından gördüğü destek kesilmeden devam ediyorsa, bize de bireysel olarak düşen elimizden geleni sonuna kadar yapmak... 
Her şey TAM BAĞIMSIZ GÜÇLÜ BÜYÜK CİHANŞÜMUL TÜRKİYE için...
Yiğit Bulut



Ayağa kalkmak... BÜTÜNE DÖNMEK...

300 yıl sonra PARÇALAR ANA GÖVDEYLE KAVUŞUYOR! Ve bunu sağlayan lider de hedef tahtasına konuyor! 
Sevgili dostlar, bugün “neyin neden” olduğunu soranlar acaba GEÇMİŞİMİZİ ve detayları iyi bilip analiz edebiliyorlarlar mı!  
Bilmiyorlarsa “ciddi bir çıkarım” elde etmek mümkün değil...Unutmayalım; geçmişin süzgeci, geleceğin tanelerini verir... Bu bağlamda özellikle geçmişi detaylandırarak geleceğe birlikte bakmayı deneyelim... 1850’lerden itibaren Ruslarla savaş hazırlıklarına başlayan daha doğrusu başlatılan Osmanlı, Ortadoğu-Afrika coğrafyasında zorlanmaya başlıyor. Bu zorlanma “tarihsel doğal etkilerle” değil, o bölgeleri yeniden şekillendirmek isteyen güçlerin ilk adımları ile ortaya çıkıyor...
1854-1876 arasında “o güçlerden” borçlandırılan Osmanlı, 1876 sonrası “MERKEZİ” o dönemin IMF’sine kaptırırken, 1876-1915 arasında bugünün İsrail devletinin yerleştiği yer dahil, planlanan bütün topraklarını kaybediyor. Hatta ele geçirme o kadar ileri gidiyor ki; 1915 sonrasında “işgal” bugün yaşadığımız topraklara kadar uzanıyor...
Sevgili dostlar, Türkiye’nin “kurtuluş-kuruluş” detaylarını arındırır ve “o bölgelere” tarihsel olarak bakarak bugünü anlamlandırmaya çalışırsak, bir detayı çok net görüyoruz: 1900’lerden itibaren Osmanlı’dan ele geçirilerek zorlama ile kurulan “İngiliz-Fransız-İtalyan” imzasını taşıyan “her yer” çöküyor...
Çıkarım 1: Osmanlı devlet yapısının, ruhunun, varlığının zorla el çektirilerek, üzerinde “zorlama devletlerin” kurulduğu her bölgede sorun var! Konuya sadece İsrail ve çevresi, Mısır, Libya, Irak, Suriye ve diğerleri olarak bakmayın ve son 10 yılı düşünerek Balkanlar’ı da unutmayın! Son halka Yunanistan...Osmanlı’nın “500 sene baktığı” doğal olarak “ülke olması” mümkün olmayan Yunanistan, “ekonomik anlamda” ilk çöken yer! Yugoslavya ve Yunanistan’ın OrtadoğuAfrika çizgisinden farklı algılanmasının tek bir sebebi var: “Bulunduğu coğrafya”!
Sevgili dostlar, “periferik uzantı” analizimize ara verip, “MERKEZ” yapıya dair bir tespit yapalım: Merkez dediğimiz yani “RUHUN bakiyesinin” kaldığı ve üzerine genç bir devlet kurulan Türkiye, 1938-2008 arası tam 70 sene dalgalandı! Kendini bulamadı, Osmanlı’yı yıkanların “oyunları” altında darbelerdevalüasyonlar arasında geldi-gitti...
Bütünün beyniydi-ruhuydu ama “parçalara” sahip çıkmaması için “1850’lerde başlatan manipülasyon” 150 seneden fazla devam etti...
Çıkarım 2: Bir “bütün” parçalara ayrılır, belli bir dönem bu “parçalar” evrim-mutasyon geçirerek yoluna devam edebilir. Ana soru “parçalar tek tek yeniden dağıldığında”, İLK HALİN-İLK BÜTÜNÜN yeniden ortaya çıkıp çıkmayacağı veya daha net ifadesiyle, “zorla parça haline getirilen yapıların, zorlamanın etkisi kalkınca BÜTÜN’e dönüp dönmeyecekleridir”! Peki bundan sonra neler olabilir? Türkiye’nin “MERKEZ” olma haline gelmesi ile ne değişebilir?
Farklı bakarak yeniden maddeler halinde sorgulayalım:
1- Bugünkü Türkiye’nin “merkez” olduğu bütün 1854-1923 arasında parçalandı. 1915-1923 “merkez” savaşıydı, kurtarıldı, fiziki olarak ele geçmedi ama kurulan devlet manipüle edildi
2-1923 sonrası “hareket” daha da hızlandı. Amaç; “ana parça” yani Ankara’nın başkentİstanbul’un merkez olduğu ideolojik yapı ile “bütün bağları” kesmek ve kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile “diğerlerinin” ilişkisini “YOK” noktasına çekmekti. “Finansal-ekonomik-sosyal” krizler ve askeri darbeler eşliğinde baskı altına alınan “MERKEZ”, ayrılan parçalara müdahale edemeyecek, ideoloji üretemeyecek “hale getirildi”.
3-2001 Eylül saldırısı, temeli 1854 sonrasında atılan ve 1945 sonrasında “tam olarak” kurulan dünya düzenini yıkarken “bütünün parçalarını da” yerinden oynattı.
4-2003-2008 arasında “sistemde bozulma” arttı, BÜTÜN’ün tamamında “taşlar yerinden” oynadı. ANA YAPI bağımsız olma yolunda adımlar atarken, parçalar da uyanış başladı...
5-Ana parça, “Süleymaniye ve IMF çuvallarını” yırttı ve “diğerlerini” keşfetti. Diğer parçalarda da durum farklı değil. Halklar uyandı, diktatörler sallandı ve “parçalarda” derin bir deprem dalgası yayıldı. Aynı parçalanma yıllar önce Balkanlar’da çok kanlı şekilde olurken, kan bu sefer “Afrika ve Ortadoğu’ya farklı şekilde sıçradı”! Yunanistan’da “diğerlerinden kültürel-etnik-dini” ayrışma olduğu için orada “deprem” ekonomik oldu ama detay aynıydı: “Bütün”den koptu ve ayakta kalamadı.
Sonuç: Bütüne dair parçaların özgür kaldığı, “MERKEZİN” değiştiği, birbirlerini “akıl, mantık, duygu, kültür, etnisite ve DİN” dinamikleri ile buldukları bu “DEVİNİM” nasıl devam edecek, nasıl bir yapı ortaya çıkacak! “Ana parça” yani MERKEZ TÜRKİYE, “bütünlüğü sağlayacak” bir TEZ üretebilecek mi yoksa bu “BÜTÜNLEŞME” yarım mı kalacak! Önümüzdeki süreç ÇOK ÖNEMLİ! Sorgulamaya devam edeceğiz!
Son söz: Bu BÜTÜNLEŞMENİN yolunu açan LİDER’e  ve ekibine yönelik KÜRESEL KOALİSYON’un paralel taşeronlar başta olmak üzere birçok araç kullanarak yaptığı saldırı bu bilgiler ışığında sorgulanırsa, daha iyi anlaşılabilir...Devam edeceğiz...

Önemli not: Seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Başkanlık sistemi ayağa kalkış için çok önemli adımlar ve bu yolda hızla ilerliyoruz...
Yiğit Bulut

22 Ağustos 2014 Cuma

İçimizdeki Hans'lar!...



HİKMET GENÇ 
İçimizdeki Hans'lar!...
Adam harbi Gezi zekâlı!... Taksim'e giriş çıkış yolları kapanmış, bütün tedbirler alınmış, belli ki devrimci çocuklar gelemeyecek, ama ABD'li gazeteci Ivan Watson bir umutla Taksim'de nöbet tutmuştu Gezi olaylarının yıldönümünde...
Polis kimlik, pasaport sormuş ve oradan uzaklaştırmıştı Ivan'ı...
Ivan, 'Polis popoma vurdu!..' diye şikayet etmişti... (ABD'de kimliğini ya da pasaportunu gösterme, bak bakalım polis nerene vuruyor?!...)
Gözaltına alınmamasına rağmen, 'Polis, CNN muhabirini gözaltına aldı...' diye haber yaptı bizim Gezi medyası...
Molotofçu gençlerle devrim yapacaklarını sanan ama hevesleri kursaklarında kalan Babıali şavalakları da; 'Taksim'de dünyaya rezil olduk' yazıları döşediler...
Reziller!...


Ferguson olayları için ne diyorsunuz?... Önceki gün bir siyahi genç daha öldürüldü polis tarafından... Polis yetmedi, asker çağırdılar...
ABD de dünyaya rezil olmuş mudur şimdi?...
CNN, Gezi Parkı'ndan saatlerce canlı yayın yaparken keyfiniz yerindeydi... Salyanız akıyordu zevkten...
Maçanız yiyorsa Ferguson'a gidip canlı yayın yapsaydınız ya devrimci arkadaşlar!...
Bak, AA muhabirini ölümle tehdit etti ABD polisi... Darp edilip gözaltına alındı muhabirimiz...
Keza, Hamburg olaylarında yüzlerce kişi gözaltına alındı, muhabirler polis tarafından tartaklandı, 2 muhabir yaralandı, sesinizi çıkardınız mı?... Olayları yayınlıyor diye, TRT'yi kablolu yayından çıkardı Almanya... Neden ağzınızı açmadınız o zaman?...
Alman rezil olmaz, Amerikalı rezil olmaz... Bir tek biz mi rezil oluruz reziller?!...
Bugün Ferguson yanıyor...
Gezi ruhuyla ortalığı ayağa kaldırsanıza!... Twit atın, yazın, direnin...
İlle de Türkiye'yi mi dünyaya şikâyet etmek lazım?...
'Yerli çapulcu, elin çapulcusu' diye bir ayrım mı var?...
Özgürlükler ülkesi ABD'ye ayıp mı olur?...
Bir şey desenize.., Bu ne rezilliktir yahu!...
NİYE BİZİ DİNLİYORSUN HANS?...
Almanya'nın bizi dinlediği ortaya çıkınca; 'Türkiye bir AB üyesi ülke değil... Orada yaşanan bir gelişme, bizim iç güvenliğimizi de etkiler...' dediler... (Sanki birbirlerini dinlemiyorlar!..)
Özrü kabahatinden büyük... (Bizim de orada 2 milyondan fazla vatandaşımız var, bak biz dinliyor muyuz?!...)
Diktatör yüzbinlerce sivili öldürür, kıllarını kıpırdatmazlar...
Darbe olur, yokmuş gibi davranırlar...
İsrail çoluk çocuk demeden katleder, nefsi müdafaa derler...
Demokrasi ve özgürlük getireceğiz dedikleri yerde bıraktıkları sadece kan ve gözyaşıdır...
Sana bana demokrasi öğretirler, 'endişe ile sizi izliyoruz' derler, kendi ülkelerinde en ufak aykırılığa müsamaha göstermezler...
'Özgür' medyaları, devletin kendini koruma refleksinden bağımsız hareket etmez...
Ama onlar, özgürlüğün, demokrasinin, insanlığın Nirvana'sına ermişlerdir... (Herkesi dinliyorlar ya, onun için herhalde!...)
Muasır medeniyetler seviyesizliği böyle bir şey işte... Adamlar, işlerine geldiğinde ve sadece kendilerine medeniler...
ABD, Fransa'da 70 milyon telefon görüşmesini kaydeder.., Almanya'yı dinler.., Almanya da bizi...
Hadi Hans'ın 'kendine göre' haklı sebepleri var!...
Ortadoğu'da oluşan yeni dengeleri takip ediyor... 'Türkiye global güç olur mu' diye merak ediyor... 2023 hedefine ulaşan Türkiye global pastadan ne kadar pay alır, Hans'ın payına ne düşer' bilmek istiyor... Türkiye'nin haritasını çıkartıyor... Kontrol edebilmek ya da kaos çıkartmak için gerekli bilgileri topluyor... Bu yüzden 'espiyonaj-kontrespiyonaj' faaliyetlerini yürütüyor Hans...
Hain Hans n'olucak!...
Peki onu anladık da, işadamlarını, gazetecileri, politikacıları, akademisyenleri, cumhurbaşkanını, başbakanı, Havelsan'ı Aselsan'ı..vs, dinleyen içimizdeki 'Paralel Hans'lara n'oluyor?...
Bu kadar kişiyi, kurumu zevk için mi dinlerler?...
Alman Hans'ın ne için dinlediği belli de, içimizdeki Hans'lar kime çalışıyor?...
İtikafta değilse bir sorsanıza Pensilvanya'ya!...


Atatürk’ü Koruma Kanunu Bir Yahudi Tarafından Hazırlandı



Atatürk’ü Koruma Kanunu Bir Yahudi Tarafından Hazırlandı

Saklanan Tarih programında konuşan ünlü tarihçi Mustafa Armağan şu sözleri söyledi ;

"Atatürk'ü koruma kanunu toplum vicdanında kalkmıştır.Çünki bu kanun fosilleşti, fosilleşen herşey gibi bu da tarihe karışması lazım. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olamaz. Ölen bir insan, kanunun konusu olmaktan çıkar. Hukuk şöyle tanımlar ;"İlk nefesi aldığı ve son nefesi verdiği süre içerisinde bir insanın hayatını düzenler" Hukukun ölen bir kişi ile ilgisi artık sadece miras meselesi ile alakalıdır.

Ölen kişiye laf söylenemez, hakkında konuşulamaz, eleştiri yapılamaz gibi meseleler hukukun konusu değildir. Nitekim Atatürk'ü koruma kanununun metnini o zaman Türkiyede bulunan (1902 - 1985 ) yılları arasında yaşayan Alman Yahudisi Prof. Dr. Ernst Eduard Hirsch hazırlamıştır. Bunu bütün Türkiye'nin bilmesi gerekmektedir."

Prof. Dr. Ernst Eduard Hirsch bunu kendi hatıratında şöyle anlatır;


Adnan Menderes'in adamları geldi bende bir formül istediler.Çünkü Türkiye Millet Meclisinde  ''Atatürk koruma kanunu" reddedildi."Aman bize bir formül biz bu konunu çıkarmamız lazım" dediler. Bende oturdum bir formül buldum. Düşündün evet ölmüş bir insan hukuk tarafından korunamaz, dünyanın hiç biryerinde savunulacak bir şey değil ama burada şöyle bir kurnazlık geldi aklıma -onu seven insanların hissiyatı- rencide olacak şekilde Atatürk'e davranılırsa bu yine yaşayan insanların hukuku alanına girer.

Kendisine başvuran, hükümete yakınlığıyla tanınmış bir milletvekiline Hirsch’in verdiği cevap, şu olmuştur:

Atatürk adında bir şahıs, hukuki anlamda, artık mevcut değildir. Dolayısıyla ona yasa yoluyla da bir imtiyaz sağlanması söz konusu olamaz. Söz konusu tasarıda ceza hukuk normlarıyla korunması öngörülen hukuki varlık bir şahıs olarak Atatürk değildir. 

Burada korunmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusudur. İşte, ceza tehdidi altına konulmak istenen davranışlar, halkın içinde yaşamayı sürdüren bu saygı duygusunu, yani merhumun anısını zedelemeye müsait davranışlardır.”

Böylece Hirsch, hem hukuki anlamda mevcut bulunmayan birisi hakkında, hem de tek bir şahıs hakkında kanun çıkartarak sakat doğacak bir kanuna bir formül geliştirmiş ve ölen kişinin değil, yaşayanların, yani hukuki anlamda kişilerin hayranlık ve saygı duyguları üzerinden bir koruma kanunu çıkartılmasına önayak olmuştur.

Artık kanun metni, “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse;Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimse cezalandırılır” şeklini almış ve 25 Temmuz 1951’de TBMM’de görüşülerek kanunlaşmış, 31 Temmuz 1951’de ise Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe irmiştir.


5816 Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret edilemeyeceği Kanunu

Madde 1:

f1. Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
f2. Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
f3. Yukarıki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.
Madde 2:

f1. Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.
Madde 3:

f1. Bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re'sen takibat yapılır.
Madde 4:

f1. Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 5:

f1. Bu Kanunu Adalet Bakanı yürütür.

Kaynak : Risale Ajans

Said Nursi’ye Göre Mustafa Kemal Yahudi’dir


Rotterdam İslam Üniversitesi rektörü, Osmanlı Araştırmaları Vakfı mütevelli heyeti başkanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz sosyal medya hesabından çok tartışılacak bu açıklamaları yaptı;

Bugünlerde Mustafa Kemal’in serveti ve bunun kaynakları açıklanıyor. Çok tartışma konusu olan Yahudiliği konusunda Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin neşredilmemiş SIRR-I İNNA A’TAYNA adlı eserinde, ilgi çekici tesbitler var. Açıkça Mustafa Kemal’in Yahudi olduğu aktarılıyor. Bu Risale Eskişehir Mahkemesinde gündeme gelmiş ve ancak Bediüzzaman beraat eylemiştir. Ceza başka sebeplerle verilmiştir.


Sırr-ı İnna A’taynada geçen bölüm şöyle ;“Ma’lum büyüğe karşı birden hiddete geldi ve def’aten yazıldı:
Ey mülhidler, münafıklar ve ahmaklar!
Benim cesedimi paramparça etseniz de hakkı söylemekten vazgeçmeyeceğim. Eğer mümkün olsa bütün Şark’a ve Garb’a dinletecek dere-cede şöyle haykıracağım: Bu Kur’an haktır; bu Furkan sadıktır. Bu Kur’an Allah kelamıdır, onda hiçbir şüphe yoktur. Hz. Muhammed Allah’ın resulüdür; bunda şek edilemez. Onun Şeri’atı Allah’ın vahyidir; mutlak adalettir ve asla zulüm değildir.

Ey Ladini olan mülhidler ve inkarcılar!

Dine Arş’ı titretecek kadar zulm ettiniz. Akibetini-zi bekleyiniz. Sizin de sonunuz gelecek. Yakinim var ki, büyük bir kıvranış ve kahr ile gebereceksiniz. Ölüm döşeğinizden Arş’ın sahibi olan Allah perçemlerinizden yakalayarak sizleri cezalandıracaktır. Ağlama ve eyvah sesleriniz arasında Cehennemin sakar denilen ateşlerine atılacaksınız; sizleri acıdan titrecek olan zakkum meyvesini yiyeceksiniz; Kur’an’ın gıslin tabir ettiği bağırsaklarınızı parçalayacak olan cehennem içeceğini içeceksiniz. Azabınız ebedidir.
Siz bize mürteci diyorsunuz; biz de size mürtedler adını veriyoruz. Sizler kafirlerin en habisi ve vahşi hayvanlardan da vahşisiniz.

 İsmine layık olmayan reisiniz, deccal ve süfyandır; zındıkanın reisidir; vahşi eşeklerden daha eşektir; Yahudilerin en adilerindendir; zalimlerin en zalimidir.”
Said Nursi
———
Mustafa Kemal’in 30 Eylül 1911’de Kudüs Kamenitz Oteli’nde Yahudi Eliezer Ben Yehuda’nın oğlu Itamar Ben-Avi ile sohbeti:
-Mustafa Kemal: “SABETAY SEVİ’nin soyundan geliyorum. Kendisine hayranım. Keşke bu dünyadaki bütün Yahudiler onun mesihliği altında birleşse..”
Hatta daha ötesi var:
Bediüzzaman hayatta iken bazı Nur Talebeleri, Zındıka Komitesinin reisi olarak kabul ettikleri Mustafa Kemal’e Atatürk ünvanının verilmesine de karşı çıkmakta ve bu yüzden Bediüzzaman ve Nur Talebeleri hakkında çıkarılan Kararnameye itiraz etmektedirler:

Yine kararnamenin aynı sahifesinde, Said Nursi’nin mahkumiyetinin bir sebebi olarak yazmışlar ki:

“Bütün ömrünü Türk vatanının dahili ve harici türlü tecavüzlerden kurtulmasına hasr-ı vakfeden, Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi ve Türk istikbal ve istiklalinin sadık ve fedakar hadimi olan Atatürk’ü Süfyan ve İslam Deccalı, tagut, dalalet zındıka komitesinin firavunmeş-reb reisi, ehl-i dalaletin dehşetli şahsiyeti diye vasıflandırmak ve bu suretle her Türk’ün kalbinde kökleşen Atatürk’ün sevgisini gönlünden sarsarak ve ona alet olan has adamlarına münafık, mülhid demesi büyük bir suçtur diye mahkum ediyoruz.”

Cevab: Yine Nur’un hapse girmiş bir kısım talebeleri diyorlar ki: Bu vatan ve milletin is-tikbalini ve istiklalini mahveden onun icraatı olduğuna bir delil şudur: Bu vatandaki milletin 1000 seneden beri Hristiyanın dehşetli umum devletlerine karşı 350 milyon ma’nevi ihtiyat kuvveti hükmünde olan alem-i İslam bütün ruh u canıyla bu vatandaki millete uhuvveti ve irtibatı ve düşmanın bu vatana hücumu vaktinde o muazzam ma’nevi ordu ağlaması ve itiraz etmesi içindir ki; 70-80 bir zaman 120 milyon Osmanlı Devleti o dindar raiyetiyle 400 milyon Hristiyan devletlerine karşı istiklalini, istikbalini muhafaza ediyordu. İşte o reis, bu ihtiyat kuvveti bu vatan ve milletin aleyhine çevirmesi ve bir cihette istiklalini, istikbalini mahvettiği halde; nasıl istiklal ve istikbalini muhafaza ediyor ve kurtarmış denilebilir?

Hem Bağdad’dan ta Hind’e ve Mısır’dan Cezayir’den ta Endülüs’e ve Yemen’den ta Ha-beşistan’a kadar adeta iki Avrupa kıtası kadar Osmanlı hakimiyeti ve Türk milletinin amiriyeti tahtında iken, 40 seneden beri o reis ve onun gibi dinsizliği dindarlara tercih edenler, 70 mil-yon Arab’ı elinden çıkardığı gibi, en mukaddes şeylerini dahi rüşvet verdirmeğe ve istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlaka ile ancak bir muvakkat idareye mecbur eden ve bu biçare masum ve mazlum ve dindar ve mücahid milletin hem istikbalini hem istiklalini dehşetli ve çok acınacak bir vaziyete sokan ve hakiki Türk hamiyetçiler ve vatanperverler ve dindar mütefekkirle-rinin kalblerinde sevgisi kökleşmemiş olduğu halde;

Said o sevgiyi çıkarmasıyla suçludur, mahkum olur demeleri; ne kadar haktan, hakikattan, insaftan, vicdandan uzak olduğunu her vicdan sahibi anlar. Ve 20 ay hem tecrid-i mutlakta hapis, hem 2 sene göz hapsi altında mahkum etmek, dünyada hiç emsali vuku’ bulmamış zalimane bir muameledir.
Acibdir ki; savcı müddei iftiralı ittihamnamesinde en ziyade iliştiği ve Said’in ittihamına medar yaptığı, Siracünnur’un ahirindeki Beşinci Şu’a’ın mes’elelerinde Said demiş ki: Başa şapka koymağa cebreden Süfyan öyle dehşetli istibdadla hareket eder ki, bir cani yüzünden yüz köyü harab eder.. bir asi yüzünden binler masumu mahveder dediği fıkra için Said’in mahkumi-yetine pek musırrane çalışıp demiş ki: Atatürk’ü tahkir edip, inkılablar aleyhindedir.
Cevab: Yine o cevab veren Nur şakirdlerinden Abdürrezzak namında birisi diyor ki: İşte o davanın doğruluğuna delalet eden yüzer emareden tek bir emaresi, 1938’deki Dersim faci-asında binler masumları, ihtiyar kadınları hem öldürtüp hem ateşlere atmak ve bir isyan te-vehhümü ve ihtimali yüzünden yaktırması; bu Beşinci Şu’a’ın o hükmünü kat’i hakikat olarak gözlerine sokuyor.

Acaba 1000 seneden beri bir milyar şühedayı hakikat-ı Kur’an ve iman yolunda feda edip şehid veren ve bütün mefahiri İslamiyetle tahakkuk eden ve alem-i İslam’ın en büyük ordusu ve kahraman milleti olan Türk’e bütün bütün mahiyetlerine zıd ve bütün ecdadlarını darıltan, inciten, manen ihanet eden ve neslen hiç Türklükle münasebeti olmayan bir ada-ma, Türklerin ceddi ve büyük babası namını vermek; ne derece Türklüğe bir adavet ve ihanet olduğu anlaşılmıyor mu?
Bediüzzaman ise, ona Mustafa Kemal isminin yakışmadığını ve yakışan ismin ما اصطفي بكمال olduğunu şöyle açıklamaktadır:

Bir zaman işittim ki; ahirzaman deccalından evvel ona benzer küçük mikyasta müteaddid küçük deccallar gelir ve bir kısmı geçmiş dedim. Öyle ise herhalde Şeri’at-ı Ahmediyenin ve şeair-i İslamiyenin tahribine çalışan Mason komite reislerinden ve hiçbir cihette müstehak olmadığı Mustafa Kemal ismiyle malum olan şahs-ı menhus, o deccallardan birisidir.
Bidayet-i cumhuriyette kalbim öyle hükmetti. Bir emare aradım. O zaman kalbime geldi ki: Hesab-ı eb-cedi ilm-i cifirde ve çok ulumda muteber olduğundan onunla bakayım dedim, hesab ettim. Mustafa Kemal ismine ما اصطفي بكمال iki fark ile tevafuk ediyor.


21 Ağustos 2014 Perşembe

Türk vatandaşı yahudilere çağrı


Türk vatandaşı yahudilere “samimi bir çağrı”da bulunmak istiyorum.
Ancak, çağrıdan önce aşağıdaki paragrafı dikkatlice okuyup üzerinde düşünmelerini, neler hissettiklerini not almalarını, yazının sonunda varacakları nihai hissiyatı, not aldıkları hissiyatla karşılaştırmalarını ve niçin böyle olduğunu iyice düşünmelerini öneriyorum.
“Keşke tüm İsraillileri öldürseler! İsrail’i tamamıyla yok etseler! Kur’an bize, savaşlarda nasıl muamele edeceğimizi öğretiyor! Onları yakaladığımız yerde boyunlarını vuralım! Her yahudi İsrail’i destekler. Madem destekler, o halde bütün yahudiler  bizim için düşmandır. Her birisini öldürmeliyiz! İsrail ile savaş halinde olduğumuz için yahudi halkına ambargo uygulamak, onlara her türlü zulüm ve baskıyı yapmak mübahtır! Onlar bunu hakediyor! İslam ülkeleri ordu kurup harekete geçmeli. İsrail’in yerle bir edilmesi şart. Çünkü eğer yahudiler yok edilmezse, Filistin halkının İsrail konusundaki şikayetleri bitmeyecek.”


Bu köşede 15.07.2014’te, “Türkiye Yahudi cemaatı adına” İsrail’in “Gazze katliamı”nı kınaması için“Hahambaşı’na çağrı”da bulunmuştum. Ama çağrıya cavap “Siyonistseverler”den, “yahudi düşmanlığı” suçlamaları şeklinde geldi. Hahambaşı, Türk vatandaşı yahudiler adına Gazze katliamını kınamaktan kaçındı, katliama sessiz kalarak zımnen destek vermiş oldu.
Madem öyle, ben de Türk vatandaşı yahudilerin her birine sesleniyorum:
Hemen, tevil edilemeyecek şekilde açık ve net ifadelerle, İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımı, katliamı, operasyonu; çocukların öldürülmesini; camilerin, hastanelerin, ambulansların, okulların, sivil yerleşim yerlerinin vurulmasını, bombalanmasını “doğru bulmadığınız”ı, bunun “insani olmadığı”nı, “katliamın durdurulması” ve “İsrail’in operasyonlara son vermesi” gerektiğini, “İsrail’in operasyonuyla duygusal bir bağınızın bulunmadığı”nı, “tasvip etmediğiniz”i, “kınadığınız”ı, bu katliamın bir “yahudi” olarak sizi temsil etmediğini, “Siyonist politikalar”ı “benimsemediğiniz”i, “Gazze halkının yaşama hakkını sonuna kadar savunduğunuz”u açıklayın.
Bunu yapmanız, bu ülkedeki “Filistin duyarlı müslüman toplum”un size karşı menfi bir kanaat sahibi olmasının önünü alacak, yüzyıllardır devam eden “barış içinde bir arada yaşama süreci” kesintiye uğramayacaktır. Her şeyden önce bu, “insaniyet adına” sizin için bir “insanlık testi”dir.
Şimdi, yukarıda, “Keşke tüm İsraillileri öldürseler!” ile başlayan paragrafın başka bir versiyonunu vereceğim. Zira paragrafın aslı, şimdi aşağıda okuyacağınızdır:
“Keşke tüm Filistinlileri öldürseler! Gazze’yi tamamıyla yok etseler! “Tevrat bize, savaşlarda nasıl muamele edeceğimizi öğretiyor (‘onları tamamen yok edin’ diyor). Bu askerler (Kassam Tugayları) Gazze halkının içinden çıkmışsa bütün Gazze bizim için düşmandır. Her birisini öldürmeliyiz! Kassam ile savaş halinde olduğumuz için Gazze halkının elektriğini kesmek, onlara her türlü zulüm ve baskı uygulamak mübahtır. Onlar bunu hakediyor. İsrail Savunma Bakanı, orduya emretmeli. Gazze’nin yerle bir edilmesi şart. Çünkü eğer bu halk yok edilmezse, ordumuzun Kassam konusundaki şikayetleri bitmeyecek.”
Bunları söyleyen, Batı Şeria’da “Kiryat Arba” adlı Yahudi bölgesinde yaşayan İsrailli Haham Dov Lior. Ben, onun Gazzeliler için söylediği sözleri aynen alıp, bazı kelimelerin yerine karşıtlarını yazarak girişteki paragrafı elde ettim. Yani, aslında o sözleri bir müslüman Yahudiler için söylemiş değil.
Bu noktada Türk vatandaşı yahudilere sormak istiyorum:
Yazının girişindeki “Keşke tüm İsraillileri öldürseler!” ile başlayan paragrafı okuduğunuzdaki hissiyatınız ile yukarıda “Keşke tüm Filistinlileri öldürseler!” ile başlayan paragrafı okuduğunuzdaki hissiyatınız aynı mı?
Eğer, ilkini okuduğunuzda rahatsız olmuş, ama ikincisinde içiniz ferahlamışsa veya bundan rahatsız olmamışsanız, sizde “ciddi bir sorun” var demektir ve kusura bakmayın ama, bizim sizinle barış içinde bir arada yaşamamız biraz zor, hatta imkânsız gibi gözüküyor.
Yok, her ikisinden de aynı rahatsızlığı duymuşsanız, yani “Filistinlilerin toptan yok edilmesi” fikrini de, “sırf yahudi diye toptan yok edilmesi” fikri gibi “insani” ve “adil” bulmuyorsanız, o zaman sizi benimsemesek de sizinle bir arada ve barış içinde yaşayabiliriz.
Ancak, işte yazıyorum; suçlu olmadığı sürece, sırf yahudi diye kimseye düşmanlık yapılmasını tasvip etmiyorum. Sizden da aynını bekliyorum ve “terör Üssü” gibi hareket eden İsrail’in, sırf “Filistinli” diye herkesi toptan katletmesine karşı “açık ve net duruş”unuzu göstermenizi, İsrail’in Gazze’de yaptığı katliama karşı çıktığınızı, kınadığınızı, Gazzelinin yaşama hakkını savunduğunuzu ilan etmenizi istiyorum.

Takdir edersiniz ki savaş da, barış da tek taraflı olmaz ve sizin, bu ülkenin müslüman halkına bir “ahde vefa” borcunuz var.