29 Eylül 2014 Pazartesi

Sadece Kürtlere Değil , Tüm Milletlere Zulmedildi


Anadolumuzun güzelim insanları, milletimiz, 150 yıldır çok horlanmış, aşağılanmış ve hakaret görmüştür. İddia edilen ‘Ergenekon Terör Örgütü’ zihniyeti döneminde insanlarımıza çok büyük eziyetler, zulümler, işkenceler yaşatılmışıtır. Binlerce insanımız ezilmiş, saldırılara maruz kalmış ve hatta evlerinden, barklarından, yurtlarından sürülmeye zorlanmıştır.
SADECE KÜRTLERE DEĞİL TÜM MİLLETE ZULMEDİLDİ
Kürtleri çok ezdiler. Kürdü yok saydılar, dindarı aşağıladılar, hor gördüler.
Dindarları çok ezdiler. Fişlediler, tutukladılar, sürgün hayatı yaşattılar, inançlarını dile getirmelerini engellediler. İşlerinden, okullarından, haklarından mahrum bıraktılar. Her türlü hukuksuzluğu yaşattılar.
Alevileri çok ezdiler. Alevileri görmezden geldiler, ibadetlerini engellediler. Çok çekti Aleviler, çok eziyetler gördüler.
Milliyetçi gençlerisolcu gençleri ya illegal işlerde kullandılar ya da gördükleri yerde ezdiler. Kardeşi kardeşe kırdırttılar.
Yabancıyı düşman, Anadolu insanını iç düşman olarak saydılar, fişlediler, engellediler, baskıladılar. Bir kin, terör, çatışma ve düşmanlık ortamı oluşturdular.
Gayrimüslimi toplumdan adeta sildiler. Sindirdiler, korkuttular, dehşet saçtılar.
Hıristiyanları çok korkuttular, tehdit ettiler, kin ve öfke dolu söylemlere maruz bıraktılar. Adeta felç edildi Hıristiyanlar, mahvoldular. Birçoğu yurt dışına kaçtı. Sadece 6-7 Eylül olayları değil, ayrımcılık görmekten çekinip adlarını değiştirenler, okul çağlarında dinini, inancını gizleyenler…
Muazzam bir ErmeniRumMusevi nefreti oluşturdular. Dehşete düşürdüler azınlıkları.
Havraları, sinagogları, kiliseleri, cemevlerini, Kuran kurslarını, cemaat yurtlarını, cemaat evlerini hedef alan saldırılar düzenlediler.
Son on yılda onlarca kiliseye, rahiplere saldırılar düzenlediler. Korku saldılar, tehdit ettiler.
Bir düşünsenize; bir ülkede, bir tek camiye saldırı yapılsa yaşayacağımız sıkıntı, acı, ızdırap, tedirginlik, rahatsızlık ve kabusu.. Oysa, ülkemizde zenginliğimiz olan farklı kültür ve inançlara yapılan saldırıları güya normal, makul, sıradan gösterttiler.
Ermeniler isimlerini, dinlerini, soylarını, soplarını gizler hale getirildiler. “Millet-i Sadıka” ünvanını hak etmiş pek muhterem Ermeni kardeşlerimiz adeta bir ‘iç düşman’‘vatan haini’ ilan edildi.
Süryanileri dışladılar, göç etmeye zorladılar.
Uyguladıkları psikolojik harp yöntemleriyle, Hıristiyan olmanın, Kürt, dindar, Ermeni, Süryani veya Rum olmanın “vatan hainliği” ile eş tutulmasına sebebiyet verdiler.
Sonuçta, hepsi birer birer, kafileler halinde ülkemizden ayrıldılar gittiler. Bu zulüm ortamından, nefret ortamından, düşmanca tavırlardan, hukuksuzluktan kaçtılar. Kalanlar gizlendiler. Artık dayanamayanlar ise kaçtılar.
ArabıRomanıBulgarıSırpı sevgisiz bir dünyaya hapsettiler. Hakaret ettiler, aşağıladılar, hayatı dar ettiler.
Müslüman gayrimüslim, Sünni Alevi, Türk Kürt, dindar materyalist, sofu ateist, sağcı solcu çatışması çıkarmaya, birbirlerine saldırtmaya yönelik kalleş planlar yaptılar, tuzaklar kurdular, provokasyonlar yaptılar, katliamlara imza attılar.
Bunları yaptılar, çünkü milletten nefret ediyorlardı. Dindarlardan nefret ediyorlardı, kendilerinden olmayan herkesten nefret ediyorlardı. Bu kin ve nefretle milleti kitle halinde yok etmenin planlarını yapar hale gelmişlerdi. Muazzam bir düşman, faşist bir kafadaydılar.


NEDEN SADECE KÜRTLERE YAPILAN ZULÜM KONUŞULUYOR
Alevilere yapılan zulüm konuşulmuyor.
Hristiyanlara, Rumlara, Ermenilere yapılan zulüm konuşulmuyor.
Dindarlara yapılan zulüm konuşulmuyor.
Millete yapılan zulüm konuşulmuyor, konuşturulmuyor.
Sadece Kürtlere zulüm yapıldı, tek sorun buydu demek külliyen yanlıştır.
Asıl sorun, derin devlet çetelerinin milletin tamamına yaptığı zulümdür.
Asıl konu, bu gözü dönmüş, eli kanlı zalimlerin elinden ülkemizi kurtarmaktır. Hatta derin devlet çete elemanlarını da kendi yarattıkları bu cehennemvari ortamdan kurtarmak vazifemizdir. Bu kabus sistem, sadece milletimiz için değil, bu sistemi milletimizin başına bir çorap gibi örenleri de bir “ölüm girdabı” içine almaktadır.
Sonuç 
Milletimiz; Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkesiyle, Arabıyla, Ermenisiyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, ateistiyle, dindarıyla, Hristiyanıyla, Musevisiyle, sağcısıyla, solcusuyla tek bir millettir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarında yaşayan her vatandaş, bizim için birdir, eşittir. Ülkemiz insanları, aldıkları Kuran ahlakı, sahip oldukları köklü devlet kültürü ile her şeyden Önce insana, azınlıklara, farklı kültürlere ve her türlü inanca karşı hoşgörülü, sevecen ve saygılı olmasını bilmiştir.
Devletin içine çöreklenmiş bir avuç alçak ve kahpenin yaratmaya çalıştığı çatışma ortamına bu aziz, imanlı millet elbette hiçbir zaman izin ve yol vermeyecektir.
Ülkemizin tamamına artık özgürlükler, barış, kardeşlik, çok yüksek kalitede bir demokrasi anlayışı gelecektir.Ülkemize sevgi, şefkat, merhamet, barış hakim olacaktır.
Zâlimin zulmü varsa, mazlumun da mutlaka Allâh’ı vardır. Buna şüphesiz inanıyoruz.

 Hiçbir şeyleri olmayan Hz.Mûsâ ve O’na inananları toptan yok etmek üzere kovalayan Fir’avn ve ordusu nasıl Kızıldeniz’de boğulup yok oldularsa, günümüz fir’avnlarının da helâki yakındır. Yeter ki müslümanlar samîmî olsunlar. Allâh (CC) müslümanların en kalbî niyazlarıyla kâfirlerin tuzakların başlarına yıkacaktır.
Müslümanlar kendi içlerindeki beyinsizleri de çok iyi tanımak zorundadırlar ki güçlerini muhafaza edebilsinler. Gerek ülkemizde ve gerekse bütün islâm milletleri içersinde müslüman görünümlü hâinler çoktur. Kendilerini üç beş kuruşa satan cibilliyetsiz insan görünümlü cânîler hep kargaşa ortamlarında tanınabilmişlerdir. İslâmı yok etmeye çalışanlar kendilerine hep uşak bulabilmişlerdir. Başarıya ulaştıklarında da önce o kullandıkları uşaklarının işini bitirmişlerdir. Sonra da Müslümanların üzerine atmışlardır. Tıpkı Ramazan El Bûtî misâlinde görüldüğü gibi. Rahmetli Âlimimiz belki şerrinden korunmak gayesiyle Sûriye Fir’avn’ına yakın durmaya çalıştı. Sonuç: Öldürdüler ve Müslümanların üzerine attılar. Darısı El-EZHER Bel’âm’ının başına.
Mehmet Âkif Ersoy Mehûm dizelerinde duygularımıza ne güzel tercümân olmuş; şöyle haykırıyor:
Tükürün millleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış tutan kahpelere!
Tükürün Ehl-i Sâlib’in o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!
Şâirimize katılarak diyoruz ki; dayan Müslüman fecr-i sâdık doğuyor. İnsanlık İslâm’a gebe. Kâfirin son çırpınışlarını görür gibiyiz. Ebrehelerin helâki çok yakın. Fir’avnların son çırpınışlarını seyrediyoruz. Bunun için bedel olarak şehîdler veriyoruz.
Allâh’ım Ehl-i İslâm’a yardımını bir ân önce gönder. Ehl-i Küfr’ün üzerine İzzet ve Celâl’in hürmetine “ KAHHÂR” İsm-i Celîl’in ile tecelli eyle.
Bizlere de Kur’ân’ın rehberliğinde, Peygamber (SAV)’in sünneti seniyyesi üzere yaşamayı nasîb eyle. ÂMÎN


DÜNYAYI YÖNETEN DECCAL SİYON VE MASON ÖRGÜTLERİ-İLLİMÜNATİ ÖRGÜTÜ;
Allah Resulu (sallallahu aleyhi ve sellem) der ki: Öyle bir zaman gelicek ki tüm dünya adeta yemek yemek için toplanmış gibi Müslümanları yok etme planı için toplanıcaktır. İşte bugün dünya ulusları Birleşmiş Milletler genel toplantı salonlarında yuvarlak masalarının başına toplanarak  bunu yapıyor. Yine Allah Resulu (sallallahu aleyhi ve sellem) Deccal’ın ortaya çıktığı zaman gelince bu zaman öyle olucak ki insanların aklı öyle karışmış olucakki yalancıya inanacak ve güvenilir olana inanmayacak üstelik Allah’a isyan edenler genel meselelerde söz sahibi olucak. Bugün yani Deccal varlığının hissedildiği zamanda aklın karışık olduğu bir zamandır. Yöneticiliğe aday olanlar tarafından kurulmuş sistem birçok Müslümana tuzak kurmuş dünyevi arzuları tatmin için maddiyatı ve materyalizmi kullanarak onları gerçekten uzak tutmuş. Ne kötü bir ihanet. Bu sarsıntı dönemleri gerçekten inananlarla (mümin) hipokrat (münafık) ve cahilleri (müşrik) ayıran koskocaman bir elek gibidir. Bu hayat tarzına ve Deccal felsefesinin sistemine kendini adamış birçok kişi Müslüman adını yada giysisini kimliklerinin bir rozetiymiş gibi giyer fakat bunun dışındaki tüm yaşantısını tüm kalbiyle İslam’ı yok etmek için kullanılan sisteme kendini adamıştır. Ve bu imtihanı kaybetmiş, İslam dininin dışına çıkmış ama hala Müslüğman olduğunu iddia eden kimseler o kadar çokturki, bu kimselerin yanında Müslümanlar bir avuç kalmıştır.

Yine aynı sistem İslama ve İslami sayılan herşeye o kadar büyük bir savaş açmıştır ki, Müslüman olduğunu iddia eden hamile kadının karınları Sırplar tarafından yarılarak öldürülürken bu sistem hiçbirşey yapmadı. Aynı sistem Keşmir’de tecavüz edilen kadınlar ve küçük kızlar varkende durgundu. Geri dönüşü olmayan gecede analar çocuklarının askerler tarafından sürüklenerek uzaklaştıklarını izlediklerinde de durgundu. Çünkü onlar kendi ülkelerinde mülteci olduklarını söylemiş ve aynı sistem, misafir kadın ve cocuklar hakkında zorba hükümdara da hiçbirşey söylemedi çünkü onlarda Mason nağmesiyle dans ediyorlardı. Bu sistemi Allah’ı ve Resulunü sevmek adına kabul etmiş lakin İslam’ı öğretmek adına getirdiklerinden nefret eden ve Deccalın şeytani sistemini duymuş ama hayatlarını dünyevi kazanç uğruna doğrudan ve Allah’ın kanunlarından uzak bu kurallara uyarlamış şahıslar Allah’ın gazabını üzerlerine çekmiş şahıslardır.

Deccal’ın yönetici adayları İslam’ı yok etmek için askeri ve ekonomik değişimleriyle bir sistem kurmuş yada direk olmayan ideolojik savaş yöntemini kullanmışlardır. Onlar ümmeti, milliyetçilik ve ırkcılık gibi durgun hastalıkları, ümmetin kalbine yerleştirerek bölmüş ve istila etmiştir. En büyük korkuları Müslüman birliği ve Allah Resulu tarafından getirilen mesajın yeniden doğmasıdır ki yaptıkları herşey bunu önlemek içindir. Ayrılığın prosmosyonunu yaparak Müslümanlar’ı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Kendi evrensel dillerini yerleştirmiş ve herkesi öğrenmeye zorlamış yada dışlamış ve Arapçanın önemini azaltarak ikincil bir dil ve toplum içerisinde aşağı derecede bir dil haline getirmişler ve en çok kullandıkları metot da Müslümanlar’ı dünyevi çıkarlar içinde oyalamak ve birbirlerine düşürmekti ki bugün sınırları kalemle çizilmiş bu uyduruk İslam dünyası haritası, yüzyıllar öncesine dayanan bu şeytani planın nasılda başarılı olduğunu ve yeryüzünde Müslümanların nasıl da devletsiz, halifesiz, ilimsiz ve alimsiz, nasıl da güçsüz bırakıldıklaırnı gözler önüne sermektedir. Artık geriye, İslam'ın o ihtişamlı döneminden geriye, posası kalmış, Müslümanlardan geriye, Müslüman olduğunu iddia eden ama esasında İslamdan bihaber ve dahi İslam nazarında müşrik hükmünde yığınlar kalmıştır.

Peki bu savaş bitmiş, Hür Masonlar bu savaşı kazanmış mıdır? Bu savaş bitmemiştir... İslama ve İslami sayılan herşeye karşı verilen bu savaş, Müslüman olduğunu iddia eden topluluklara dahi yeryüzünde huzur yüzü göstermez, Müslümanlar güçsüz, zayıf bırakıldığı bu günlerde umudumuz ve inancımız bu savaşın bitmesine engeldir. Bizler inanmaktayız ki, Rabbimiz dinini üstün kılacak, Mehdi (as) önderliğindeki İslam ordusu, kafirlerin düzenlerini başlarına yıkacak, kurdukları tuzakları boşa çıkaracak ve tek gözlü liderlerini helak edecektir.
Darultavhid:
Birinci Dünya savaşı esnasında Hür Mason Hükümetleri İslamı ve islami sayılan kurumları (bu konuda yakın tarih bölümünde faydalı bilgiler vardır) yok etmeyi akıllarına koymuştu. Bugün Irak adı verilen kesim Britanya mandası altındaydı ve bugünkü sınırları onlar tarafında belirlenmiştir ve bu durum İran-Irak savaşı esnasındada mevcuttu. Bağımsızlığından sonra ABD, gerçek İslamiyet’in çıkışından korkmuş ve İslami bir uyanışı kontrol etmek amacıyla Irak’a ilgi göstermiştir. CIA  Irak lideri bir kukla olan Saddam Hüseyini başa geçirerek  müttefiklere ve Mason devletlerine öncü olmuştur.

Daha sonra kullanım süresi biten her kukla lider gibi Saddam'ın da iktidarına son verilmeye yönelik kararlar alınmış ve bunun neticesinde Kuveyt ile olan ilk savaşa giden yol açılmıştır. Kuveyt’in kendi petrol fiyatlarını yükseltmeye başlaması, Irak ekonomisini yoketmeye yönelik tasarlanmış bilinçli bir savaştı. Tehditler yağıyordu ama Masonların direktifinde olan Kuveyt tarafından umursanmıyordu. Bu olay kötüye gidiyordu sonunda Irak askerleri sınıra yığıldı. Hür Mason medyası, Amerikan medyası özellikle bunu şok ve nefret uyandırıcı bir olay olarak yansıttı.

Batılı Hür Masonlar Müslüman olarak adlandırılan bu ülkeleri kontrol edemezler. Bu ulusların tağuti yönetimlerinin devrilmesi dışında hiçbirşey saf İslami hareketlerin gücü ele geçirmesine engel olamaz. Yoksulluk, İslam'a karşı verilen açık savaş ve her türlü zulüm, İslami uyanışı, bilinçlenmeyi ve Müslümanlar arasındaki birliği doğuruyor ve Müslüman birliği Deccal’ın habercilerinin en büyük korkusudur.

Her iki Körfez Savaşı batı birliğinin pek çok açıdan ilerlemesine vesile olmuş, Müslüman olarak adlandırılan bugünün müşrik ulus devletleri arasında daha önceleri olmadığı kadar büyük ayrılıklar meydana getirmiş, bu durumda batılı tağutların ordularının bütün cephanelerini, silahlarını ve kimyasal kokteyllerini ve ilaçlarını test edeceği bir yer olmuş ve en önemlisi Orta Doğu’da batılı devletlere ait, güçlü bir askeri birliğin oluşmasına hizmet etmiştir. Saddam'da diğer kukla liderlere ibret olacak bir biçimde, tarih sahnesinden silinmiştir.

Deccal İslam’ın can damarlarını elinde çok güçlü bir şekilde tutmakta ve  Müslümanların kutsal topraklarını, yerel tağuti yönetimler ve bölgeye yığdığı askeri güç sayesinde, sıkıca elinde tutmaktadır. Onlar planlar yapmakta olmalarına rağmen Allah da plan yapmaktadır ve Allah plan kurucuların en iyisidir. Son zafer Müslümanların olacaktır. Allahu Ekber!
Darultavhid:

AMERİKA BİRLEŞİK

 DEVLETLERİNİN BÜYÜK MÜHRÜ

Encarta Ansiklopedisine göre Amerika Birleşik Devletlerinin mührü şöyle tanımlanmıştır:

"Birleşik Devletler'in resmi mührü, Birleşik Devletler hükümetinin resmi mührü. İki taraflıdır, aynı zamanda hem ön yüze hem de tersine sahiptir. Sadece ön yüz ölümle son buluyor, ancak tersinin dizaynı  ise kopya edilerek tekrar ortaya çıkıyor, mesela bir dolarlık Amerikan parasında.

Mührün ön yüzünün üzerindeki egemen figür kanatları açık şekilde gösterilen Amerikan kartalı. Üzerinde kartalın memesinde 13 tane dar dikey çizgiden oluşan, yatay mavi çizgilerin üstüne gelmiş, yedi tanesi beyaz diğer altısı kırmızı kalkanı var.  Kartal sağ pençesinde bir zeytin dalı tutuyor, solunda 13 ok kümeleniyor, gagasından kıvrımlı bir kağıt beliriyor üzerinde Latince E pluribus unum (Birçoğundan, bire) sloganı yer alan. 13 tane beş-noktalı yıldız kümesi,etrafı çevrelenmiş ve kartalın üstünde beliriyor.

Arka tarafın ortasında yer alan figürde bulunan piramit üste yakın bir yerde kesiliyor. Piramitin alt kısmına Roma Rakamlarıyla 1776 yazılmış: MDCCLXXVI.  Piramitin zirvesinde, bir üçgen içerisinde etrafı çevrilmiş, ilahi takdirin herşeyi gören gözü beliriyor. Gözün üstüne Annuit coeptis (Yaptıklarımıza gülümsedi) sloganı yazılmış. Piramitin altında üzerinde Novus ordo seclorum (Çağların yeni düzeni) sloganı yazılı kıvrılmış bir kağıt bulunuyor.

Bu mühür aynı zamanda Amerikan dolarının üzerine de işlenmiş, altına da   ‘Novus Ordo Seclorum’ yazılmıştır.  Çevirisi: ‘ Çağların yeni düzeni=Yeni Gizli Düzen=Yeni Dünya Düzeni’

Peki üzerinde tek göz taşıyan piramit ne anlama geliyor. Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) 1400 yıl önce bizleri Deccal’a karşı şu sözlerle uyarıyor:
 İbni Ömer’den naklediliyor bir keresinde Allah resulu insanlar arasında dikildi, Allah’ı yüceltti ve Allah’a hakettiği biçimde hamdetti, şöyle diyerek Deccal’a değindi “Sizleri Deccala karşı uyarıyorum ve hiç bir peygamber yoktur ki ümmetini –kavmini- Deccal’a karşı uyarmış olmasın. Hiç şüphesiz, Nuh kavmini Deccal’a karşı uyarmıştı, ama ben sizlere daha önce hiçbir peygamberin Deccal hakkında ümmetine söylemediği birtakım şeyler söylüyorum. Bilmelisiniz ki, o tek gözlüdür ve Allah tek gözlü değildir.” Hadis 4.553 Sahih-i Buhari[/size]


Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.  (Enfal Suresi / 54.AYET)

Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.  (Mü'min Suresi / 45.AYET)

Biz, halkı zâlim, âsi, kâfir, duyarsız, temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen nice memleketleri kırıp geçirdik. Onlardan sonra başka milletler var ettik.   21/ENBİYÂ-11 

Ancak İlahi Kaderin cilvelerinden habersiz deccal-i süfyan ve avaneleri şunu iyi bilmelidirler ki “İnsanlardan hainliklerini gizlemeye çalışırlar da Allah’tan gizlemeyi düşünmezler. Halbuki, O’nun razı olmayacağı tezviratı-hilekarlığı-tuzağı tertip ederlerken, o yanıbaşlarında. Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilir.” (Nisa: 108)

“Onlar bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Allah da bir tuzak kurdu.” (Neml: 50)

” İşte böyle, her memlekette günahkârları oranın ileri gelenleri kıldık ki oralarda hilekârlık etsinler. Hâlbuki onlar hilekârlığı ancak kendilerine yaparlar. Ama farkında olmuyorlar. ” (Enam: 123)

Ey Deccal-ı Süfyan sen hangi yöntemini denersen dene, hangi tuzağını kurarsan kur bu yaptıkların senin yıkılmanı hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü yıkılmak senin kaderinde var…

Yüce Allah’ın, kulu Hz. Muhammed’i (sav) diğer bütün dinler üzerinde muzaffer olması için hak din ve hidâyet ile göndermesiyle birlikte Yahudiler O büyük Peygamberden ve İslamiyet’ten nefret etmeye başladılar.
 Medine Yahudileri Son Peygamber’in gönderilme tarihinin artık iyice yaklaştığını biliyor, fakat bu peygamberin kendilerinden çıkacağını umuyorlardı. Peygamber başka bir topluluktan çıkınca O’nu inkâra yellenerek aleyhinde komplolar düzenlediler. Hâlbuki “Risâleti kime vereceğini en iyi Allah bilir”di. (En’âm, 124)
Mekke müşriklerini O’nunla savaşa teşvik ettiler. “Öz çocukları kadar iyi tanıdıkları” bu Peygambere suikast girişiminde bulunmaktan dahi çekinmediler. Yahudiler Müslümanlara karşı işte böyle bir kinle doluydular. Sürekli İslâm’a karşı komplolar kurdular. Bu düşmanlıkları tarih boyunca kesintisiz devam etti.
Yirminci yüzyılda da İslâm düşmanı güçlerle işbirliğine girdiler. Kendi aralarında ihtilaflı topluluklar; İslâm ülkelerini parçalamak, altyapılarını tahrip etmek; İslâm dinîni, hayatı düzenleme konumundan uzaklaştırmak ve Müslümanları doğru yoldan ayırmak için güçlerini birleştirdiler. Oluşturulan şer cephesi, son İslam Devleo’ni (Osmanlı) yıkarak (Suriye’nin Güneyinde kalan) kutsal topraklara sızdığında başarısının zirvesine ulaşmıştı, israil devleri, bu başarının tacı olarak Filistin topraklan üzerinde kuruldu. Çok geçmeden Filistin, Sina ve Golan bu devlete peşkeş çekildi.

Bu devletin kaderi, yok olmaktır. Elinizdeki eserde, söz konusu hakikati Kur’an’daki âyetler ve Yahudilerle yapılacak savaşlar hakkındaki hadislere dayanarak açıklayacağım. İsrail denen olguyu devlet olarak sabit kılmaya yönelik geçmişte harcanan onca çabaya ve bugün yapılanlara kader ergeç tecelli edecektir. Fakat acı veren şudur ki bahsi geçen çabaların başını, kendi milletine ihanet ederek tarihe en aşağılık başkan olarak geçen sözde ‘mümin’ Mısır devlet başkanı Enver Sedat’ çekmiştir. Bir İslam ülkesinin lideri, bu ihaneti hiçbir utanma ve arlanma duymaksızın sergilerken Sevgili Peygamberimizin (sav) “Utanmak, imandandır”2 hadisi bir kez daha doğrulanmıştır.

Sedat, İsrail’i bir devlet olarak benimsetme siyasetinde “dinin siyasete/politikaya alet edilemeyeceği” temasına dayanmıştır. Başkan Sedat, İslâm dininin içini boşaltarak yaklaşık onda dokuzunu işlevsiz hâle getirmek istiyordu. Böylelikle İslâm, bazı sözde kahramanların ve iktidar eksenli şer ulemasının dini olarak kalacaktı. Bu tip âlimler, yönetimin her icraatını tasdik edip meşrulaştırır. Devlet başkam ‘sosyalist’ ise İslam da bir anda ‘sosyalist’ bir din olur. ‘Kapitalist’ ise bu defa İslam ‘kapitalist” ve ‘faizci’ bir din oluverir, hatta faizi haram saymaz!

Yönetim savaşçı bir karaktere sahipse İslam cihadı emreder. Hain ve teslimiyetçi ise bu defa aynı ulema takımı ayetleri çarpıtarak hıyaneti ‘İslamî’ bir icraat gibi gösterirler. Dayanakları hazırdır: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş.” (Enfâl, 61) Oysa bu ayeti kerime, cihad sırasında kâfirler barış isteyip teslim olduklarında geçerli olur. Başkan Sedat’ınki gibi hıyanet durumlarında Yüce Allah ona ve bütün inananlara şunu emretmiştir: “Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz hâlde düşman karşısında, gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız. Allah sizinle beraberdir. Amellerinizi, eksiltmeyecektir.” (Muhammed, 35) Bu ulema İslâm’ın değil daima yöneticilerin yani iktidar sahiplerinin yanında yer alırlar. Bunu da maalesef değersiz makamlar ve kıymetsiz metalar uğruna yaparlar.

Dinsiyaset ilişkisi ve dinin siyasete alet edilmesi meselesi, İslâm ülkelerinin Batılılarla savaşıp topraklarını kaybettikleri döneme kadar Müslümanlarca bilinmeyen bir şeydir. Çünkü siyaset {sâse elhayk: Ata seyislik etmek, bütün işleriyle ilgilenmek anlamında Arapça bir kavram); halkın işlerinin fert, cemaat ve devlet düzeyinde çekip çevrilmesi ve yönetilmesidir. Buna göre, temizlik ve abdestten turun cihada, askeri galibiyetten uluslararası anlaşmalara ve ondan uluslararası hukuka… fert, cemaat ve devleti ilgilendiren tüm hükümlerin kaynağı odur. İslam ülkelerini yöneten bazı devlet adamları, temizlik ve şeffaflikten yoksun oldukları, oturdukları koltuklara yalan, dolan ve ikiyüzlülükle, yabancı elçiliklerden aldıkları referanslarla geldikleri, inançları, haysiyet ve onurlan pahasına da olsa onların buyruklarını yerine getirmeye amade oldukları için İslam adına hiçbir söz ve tasarrufta bulunamazlar. Bu, İslam’ın siyaset tarzı değildir. Siyaseti, islam’ın şekillendirdiği çağlarda ümmetimiz dünyanın zirvesine çıkmış ve insanlığa nizam vermiştir. Materyalist ve seküler anayasaların şekillendirdiği çağlarda, siyaset adamları da o anayasalara uygun nitelikte materyalist ve seküler kimseler olmuşlardır. Bunların belirgin vasıflan, Allah’tan uzak olmak, dinin fazilet saydığı değerlerden arınmak, İslam ve Müslümanlar ile alay etmektir. Onlar için yaşadıkları bu hayattan başka bir hayat olmadığı gibi ahiret diye bir olgu da söz konusu değildir. 
























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder