Aydınlanma Çağı düşünürlerinin sanayi devrimi aşamasında oluşturdukları“hayat projesi”, kısaca söylemek gerekirse, tam anlamıyla din dışıydı.
Bunu zaten iftiharla söylüyor, “Bu projenin herhangi bir yerinde tanrıya yer yoktur” diyorlardı.
Kilise (din anlamında) devre dışına çıkarılmış, hayat bütünüyle üretim-tüketim ilişkisi üzerine oturtulmuş, para ve güç “yeni tanrı” olarak ilân edilmişti.
Çok çalışacaklar, çok üretecekler, ürettiklerini satıp paraya çevirecekler ve paranın gücü sayesinde mutlu yaşayacaklardı.
“Paranın gücü” silaha aktı, savaşlar ve terör yıkım üzerine yıkım getirdi, bölüşümdeki adaletsizlik ise yürek sızlatıcı boyutlara ulaştı: Mutluluk hâlâ kocaman bir serap, ya da masal dağının (Kaf Dağı) Zümrüd-ü Anka Kuşu...
Derin hayal kırıklığını bir süre için bilimsel buluşlarla teknolojik başarıların gölgesinde unutmaya çalıştılar...
Daha fazla kazanmak için, kendilerini başarıya kilitlediler...
Şöhret-servet peşinde bireysel başarılar inşa ettiler.
Kimileri bu anlamda çok meşhur, çok başarılı, çok zengin oldu: Ne var ki hâlâ mutlu değillerdi. Sanki bir şeyler eksikti hep. Hayatı anlamlandıran bir şeylerin yokluğu vardı...
Bilim, teknoloji, hatta servet, şöhret ve başarı hayata anlam katamıyordu. Toplumun anonim ruhunda kara bir boşluk büyüdükçe büyüyor, uyuşturucu, depresyon, terör, intihar ve boşanma olayları arttıkça artıyordu.
Hayat anlamsız gelmeye başladı. Hayata anlam katacak bir şeyler lâzımdı.
Bu aşamada dini yeniden keşfetti Batı, dedi ki: “Mutlu ve huzurlu olmak için Allah’a iman şart...”
“Yoğun stres altında yaşayan günümüz insanının Allah’a inanması direncini artırır, kendini olumsuzluklar karşısında daha güçlü ve daha iyi hisseder.” (ABD’nin Duke Üniversitesi’nden Dr. Harold Koening).
Şimdinin Batı dünyası, terör, savaş, mafya, kumar, içki, fuhuş, uyuşturucu, intihar, adaletsiz gelir dağılımı ve yoğun boşanma gibi olumsuzlukların ortasında oturmuş, başını ellerinin arasına almış düşünüyor: “Tıp teknolojisine şükran borçluyuz, ama ona tapamayız, çünkü bu konuda çok yetersiz kalır.” (Martin Marty-ABD).
Bilim ve teknoloji gelişip üretim-tüketim ilişkisi içinde zenginleşerek mutlu olacaklarına Batı dünyasında da artık pek kimse inanmıyor... (Zaten kapitalizmin çalmaya başlayan çanları, ekonomide de bir şeylerin ters gittiğini bağırıyor).
Bilim-teknoloji gelişip insanlar üretim-tüketim kıskacında zenginleştikçe dine ihtiyaç duymayacakları tezi de büyük acılar içinde iflas etti.
Şimdi vakit yeni çözümler üretme vakti...
“Yeni bir mutluluk reçetesi” arayan Batı, bulduklarını dünya ile paylaşmaya başladı.
Şimdilik ortaya “Dokuz Altın Kural” çıktı: “Mutlu Hayatın Dokuz Altın Kuralı”.
1. Allah’a iman...
2. Fiziksel (güzellik-çirkinlik-sakatlık gibi) ve ekonomik durumla barışık yaşayıp şükretmek...
3. Paraya ve dünyevi imkânlara gereğinden fazla değer vermemek...
4. Ulaşılabilir hedefler koymak (her varış bir mutluluktur).
5. Aile hayatı içinde yaşamak (İllionis Üniversitesi Psikoloji profesörü Ed Diener’in 15 yıl boyunca 30 bin Alman üzerine yaptığı deneyin sonucu).
6. İmkânları ve fırsatları başkalarıyla paylaşmak, yardımlaşmak(Vanderbilt Üniversitesi araştırması).
7. Yaşlılığı aile ortamında yaşamak (Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmayla, yaşlıların zor durumlarda daha iyi savaşabildiklerini ve belki bu sayede daha kolay mutlu olduklarını açıklıyor).
8. Zekâyı yapıcı şekilde kullanmak (cinlik-hinlik düşünmemek).
9. Başarının biraz da genlerle ilgili olduğunu bilmek ve kendini fazla zorlamamak...
Batı dünyası hayatı yeniden keşfetmeye çalışırken, biz maalesef eski Batı’nın batık metotlarıyla hayata yaklaşıp, ıskalıyoruz.
Kendimizi “başarı+para=güç” tutkusunda tüketiyoruz!
YENİ AKİT / Yavuz Bahadıroğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder