Yüzlerce şeytan gördüm, bugün karşıma çıksa yine de tanımam. Aşina olmalıydım bu yaşıma kadar hâlbuki. Oyunlarını bilmeliydim. Nereden yaklaşacağını kestirmeliydim. Beni ne ile aldatacağını tahmin etmeliydim.
Ama yok, yapamadım. Beni bu kadar saf yarattığı için Allah’a şükür mü etmeliyim, yoksa üzülmeli miyim bilemedim.
Var mı aranızda yüreklice “Ben şeytanı bir günlük mesafeden görsem tanırım.” diyebilecek olan? Sağımızdan, solumuzdan, önümüzden, arkamızdan geçip giden şeytanları tanıyanınız var mı içinizde?
Bilirsiniz, şeytan kendi suretinde çıkmaz bizlerin karşısına. Kılık değiştirip durur sürekli. Girdiği kılıklar aslında bizim aşina olduğumuz kılıklardır. O kılığın altındaki şeytanı tanıyamayız sadece.
“Bize ne şeytandan, tanımayalım onu da canım!” demeyin sakın. Şeytanı tanımazsak, nasıl korunuruz şerrinden. Şeytan hikâyelerini okumuşsanız, Allah’ın veli kullarının şeytanla tanışmak ve onun hilelerini öğrenmek için neler yapmış olduğunu görürsünüz.
Mesela bir veli kul, şeytana “Senin gibi olmak istiyorum. Seni çok seviyorum. Ne yapmam gerektiğini bana söyler misin?” demiş.
Şeytan da ona “Öncelikle namazı terk edeceksin, namaz kılan insana ben çok fazla yaklaşamıyorum. Sonra da yalan yanlış her şeye yemin edeceksin.” demiş.
Allah’ın veli kulu da şeytandan uzak durmanın yollarının bu olduğunu anlamış ve onu kovmuş yanından.
Dedim ya, kılık değiştirerek etrafımızda dolanır durur şeytan. Farkına bile varmayız. Bazen dua eder, bazen beddua. Bazen namaz kılar, bazen ayin yapar. Bazen en çok sevdiğimiz insanların kılığında dolaşır. En güvendiğimiz insanların kelamını oynatır.
Tanımak lazım şeytanı, ipuçlarını bilmek lazım en azından. Şeytan tarafından aldatıldıktan sonra şeytanı fark etmemizin hiçbir kıymeti yoktur. Uzaktan gördüğümüzde “işte bu şeytan” demeliyiz.
Çok zor biliyorum. İnsan kılığında dolaşan, iyi şeyler yapıyormuş gibi gözükerek, tağuta hizmet eden, en kalbi duygularımıza dokunarak bizi etkileyen şeytanları tanımanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Dedim ya, görsem hala tanımam şeytanı.
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” Diye buyurmuş bizi yaradan, İsra Suresi, 53. Ayetinde.
Güzel söz söylemek desturumuz olmalıymış, bu tüyoyu aldık. Namazı terk etmemek ve sürekli yemine sarılmamak da şeytanı bizden uzak tuttuğuna göre, sanki biraz aşina olduk gibi geliyor. Yine de öyle kolay değil şeytanı gördüğün yerde tanımak.
Atalarımız boşuna “İnsan insanın şeytanıdır.” dememişler. Şeytanı öyle boynuz kulaklarıyla, koca gözleriyle, elinde tırpanıyla aramayalım, en yakın arkadaşımız bile bazen şeytanımız olabilir demek istemişler her halde.
Zor işe girdim ben bugün. Şeytanı tanımak kim, ben kimim? “ee şimdi sonuç olarak öneriniz ne?” diyen okurlarımı duyar gibiyim. Doğru ya, bir köşe işgal ediyorsan, dertlendiğin konuda bir de öneri sunmalısın. Kelin ilacı olsa misalinden bir öneri sunayım ben de.
Şeytanla arkadaş olun bence. Şerrinden korunmak için, huyunu suyunu bilmeniz şart. Hangi kılığa girip, hangi eylemleri yaptırmayı sevdiğini bilmek önemli. Arkadaşlığınız dostluğa ulaşmasın sakın. Şeytanla dost olmaktan Allah’a sığınmak lazım. İçine şeytan kaçan insanlardan da.
Milat / Sevda Salihoğlu Dursun