9 Ağustos 2015 Pazar

CİHADIN KURALLARI : “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin…”




Salih ameller uğruna cihat, Allah’a en iyi yaklaştıran amellerdendir. Allah’ın (Azze ve Celle) Kitabında ve Resulünün (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetinde buna teşvik edilmiştir. Çünkü cihat, Allah’ın kendisiyle İslam’ı ve Müslümanları koruduğu hususlardandır. Cihat, İslam’ın zirvesi ve en önemli ibadetlerdendir. Bütün ibadetler, şartları ve sebepleri oluşmadıkça ve engelleri ortadan kaldırılmadıkça sahih olmaz.

Cihadın kuralları vardır.

Bu nedenle, Sünni âlimler, cihadın önemli kurallarını tespit etmişlerdir. Onlar, bununla diğerlerinden ayırt edilir olmuşlardır. Cihadın kendisi bir gaye değildir. O, sadece büyük bir gayenin gerçekleşmesi için vasıta niteliği taşımaktadır. O yüce gaye ise; Ulu ve Yüce Allah’ın sözünün en üstün kılınmasıdır. Cihad, Sünni âlimlerin Kitap ve sünnetten tespit ettikleri şeri kurallara göre oldukça, bu, Allah’ın sözünün en üstün kılınması için Allah yolunda bir cihat olur. Bu kuralların dışına çıkıldığında ise, Allah yolunda bir cihat olmaktan dışarı çıkmış olur.

Cihat Özel Ve Genel Anlamları Vardır

Cihadın genel anlamı:

Şer’i nasların gösterdiğine göre, cihadın genel ve özel anlamları vardır. Cihadın genel anlamı, İslam ile amel edip ona davet etmek, İslam’ı savunmak ve mümkün olduğunca onu saygın görmektir.

Genel Anlamında Cihadın Türleri

Âlimler, genel anlamında cihadın şu türleri olduğunu belirtmişlerdir:

Nefisle cihat, şeytanla cihat, heva heves ve bidat ehliyle cihat, kâfirler ve münafıklar ile cihat. Cihadın her türünün âlimlerin bahsettiği çeşitli aşamaları bulunmaktadır.

Nefisle Cihat

Nefisle cihat; Allah’ın (Azze ve Celle) şeriatını öğrenmek, onunla amel etmek, ona davet etmek ve o yolda sabretmektir. Zira ilim, doğru yolu deliliyle bilmektir. Kulun Rabbini, peygamberini, (sallallahu aleyhi ve sellem) İslam dinini delillerle bilmesi; dinin kanunları ile amel edip emre bağlanması ve nehiyden kaçınmasıdır. Bu, diğer cihat türleri için bir mukaddime konumundadır.

Heva Heves Ve Bidat Ehliyle Cihat

Bu cihat, Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisinde geçtiği aşamalar ile münkerin reddedilmesidir.

“Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin. Bu ise imanın en zayıfıdır.” (9)

Münkeri reddeden kişinin durumu, ilim ve davet edilenin durumlarının farklı oluşuna göre, hükmün de farklı olmasını gerektirir. Davet edilenin durumunun farklılığına göre de, hüküm de farklı olur. Durumun gereğine göre; münkeri inkâr, farz-ı ayn olabilir, farz-ı kifâye olabilir veya müstehap olabilir. İşte bu, heva heves ehliyle, bidat ehliyle, isyanlar ve münkerler ile cihattır.

Şeytanla Cihat

Şeytanla cihat, onun, şüphe, şehvet ve bozuk bir irade konusunda kullara telkin ettiği hususları bertaraf etmekle olur. Bunun yolu da, faydalı ilim, sâlih amel ve günaha düşmemek için sabretmekten geçer. Bu cihadın türlerinden biridir. Şeytanla cihadın ve aynı zamanda nefisle cihadın hükmü, ölünceye dek sorumlu olduğumuz bir farz-ı ayndır.

Allahu Teâlâ’nın dediği gibi:

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr Suresi 99. Ayet meali)

Kâfirler Ve Münafıklar İle Cihat

Cihadın bir diğer türü de kâfirler ve münafıklar ile cihattır. Bu şu aşamalarda olur: Onlara karşı kalple, dille, nefisle cihat edilir. Bunun çeşitli türleri vardır. Onunla ilgili hallerin farklı oluşu ile hükmü de farklı olur.

Cihadın Özel Anlamı

Cihadın özel anlamını fakihler şöyle tarif etmişlerdir: Allahu Teâlâ’nın sözünün en üstün kılınması için, İslam’a daveti reddeden bir kâfirle, Müslümanın savaşmasıdır.

Cihadın bu türü iki türe ayrılır:

1- Talep cihadı

2- Savuşturma cihadı.

Cihadın bu türü için âlimler şer’i kurallar belirlemişlerdir. Cihadın istenilen anlamının gerçekleşmesi için bu kurallara daha fazla önem vermek gerekmektedir. Çünkü cihadın kendisi gaye değil, sadece bir gayenin gerçekleşmesi için vasıtadır. O gaye ise, Allah’ın (Azze ve Celle) sözünün en üstün kılınmasıdır.

Bir adam Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek şöyle demiştir : “Adam var ganimet elde etmek için savaşıyor. Adam var anılmak için savaşıyor ve adam var kahramanlıktaki derecesi / yeri görülsün diye savaşıyor. Bunların hangisi Allah yolundadır?” Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: “Kim, Allah’ın sözü en yüce olsun diye çarpışırsa, işte o kimse Allah yolundadır” (10)

Talep Cihadına Ait Şer’i Kurallar

Talep cihadında, kâfirler ve münafıklar ile cihadın bir takım şeri kuralları bulunmaktadır. Âlimler (Radıyallâhü Anhum) Müslüman mücahid ile ilgili olarak beş kural ve savaşan kâfir ile ilgili olarak da beş kural belirlemişlerdir.

Müslüman mücahid ile ilgili olarak şu beş kuralı hatırlatmamız gerekmektedir.

Birincisi, Yüce ve Ulu Allah’a ihlaslı olmaktır. Yani Mücahid, cihadında Allahu Teâlâ’nın sözünün en üstün olmasını hedeflemelidir.

İkincisi, savaşmak ve düşmanın cesaretini kırma gücüne sahip olmaktır.

Üçüncüsü, savaşın, terk edilmesinden daha büyük bir mefsedeye / kötü duruma yol açmaması. Çünkü cihadın terk edilmesi kötü bir durum sayılır. Fakat savaşa başlamak, İslam’ın ya da Müslümanların başına gelecek daha büyük kötü bir duruma yol açtığında, o zaman ve o durumda cihat terk edilir.

Dördüncüsü, cihadın Müslüman yöneticinin emri ile olmasıdır.

Beşincisi, cihadın, şeriatın bayrağı altında ve Allahu Teâlâ’nın sözünün en üstün olması için cihad ilan eden, şer’i liderlik komutasında olmasıdır.

Kâfir Savaşanlarla İlgili Kurallar

Kâfir savaşan ile ilgili olarak âlimler (Radıyallâhü Anhum) bazı kurallar ve şartlar belirlemişlerdir.

Birincisi, savaşan kâfirin zimmî olmamasıdır. “Zimmî”, Müslümanların ülkesinde, Müslümanların hükümranlığının ve devletinin çatısı altında yaşayan kâfirlerden olan kişilere denir.

İkincisi, savaşan kâfirin muahid / anlaşmalı olmamasıdır. “Anlaşmalı”, kendisi ile Müslümanlar arasında bir anlaşma olan kimsedir. Onunla Müslümanlar arasında bir sulh yapılmıştır. Sulh yapmak ise, Müslüman yöneticinin yetkilerindendir. Sulhu yapan ve onunla ilgili işleri üstlenen odur. Çünkü o, kamu maslahatı ile alâkalıdır.

Üçüncüsü, savaşan kâfirin, eman verilen olmamasıdır. “Eman verilen”, Müslümanların ülkelerine eman ile girmiş harp ehlinden kimsedir. Bu eman, ister Müslüman yönetici tarafından verilmiş olsun isterse, Müslüman bireyler tarafından verilmiş olsun fark etmez. O kimse, Müslümanların ülkelerine eman ile girdiğinde, geldiği harp ülkesine geri dönünceye kadar ona sataşmak caiz değildir.

Dördüncüsü, savaştan önce o kâfirlere davetin ulaşmış ve İslam’a davet edilmiş olmalarıdır. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ordu komutanlarına, insanları İslam’a davet etmelerini, reddederlerse, onları cizye vermeye davet etmelerini, onu da reddederlerse Allah’tan yardım dileyip onlar ile savaşmalarını tavsiye etmesi gibi.

Beşincisi, savaşanın savaş ehlinden olup, kadın, çocuk, ücretle çalışan kimse, ileri derecede yaşlanmış kimse, savaşı terk ederek uzlete çekilmiş kimse olmaması gerekmektedir. Ancak bu sayılanlar söz ya da filli ile savaşa katılırlarsa bu, istisnanın dışında kalırlar.

Kâfirler ile Müslümanların arasındaki cihadın Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında ve sahabeler (Allah onlardan razı olsun) zamanında olduğu gibi olmasıdır. Ondan sonra ise, iki tarafın ilan etmesi ile olmasıdır. Suikastlar, patlamalar ve intihar eylemleri ile olmaması ve sadece içerisinde sancağın olduğu bilinen bir savaş olmasıdır.

Savaşın patlak vermesi ve kızışması halinde fakihlerin (Allah onlardan razı olsun)belirledikleri özel hükümlerinin olduğu başka bir takım meseleler vardır.

Talep Cihadının Ayrıntılı Kuralları

Talep cihadında, Müslüman mücahid ile ilgili fıkıh kitaplarında ve hadis şerhlerinde gördüğümüz kendilerine delalet eden şer’i naslardan alınmış on kural şunlardır:

Birincisi, Allah’a karşı ihlaslı olmaktır. Bu, bütün ibadetlerde bir şarttır.

Yüce Allah buyuruyor ki:

“Hâlbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak… Allah’a kulluk etmeleri… emrolunmuştu.” (Beyyine Suresi 5. Ayet meali)

Yine Allahu Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

“O halde sen de dini Allah’a has kılarak ihlâs ile kulluk et.” (Zümer Suresi 2. Ayet meali)

Peygamber’de (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: “Ameller niyetlere göredir.” (11)

İkincisi, savaşma gücüne sahip olmaktır. Güç yetirmek, İslam’ın sorumlu kılmalarında asıl olandır. Zira güç yetirmek, sorumlu kılmanın bağlı olduğu husustur. Buna binaen, bu şart kaçınılmazdır. Aksi halde diğer vacipler gibi, cihat da Müslümanlardan mükellefiyet olarak düşer. Çünkü bütün vaciplerde güç yetirmek şart koşulmuştur. Bunun nedeni, Allahu Teâlâ’nın şöyle demesidir:

“O halde gücünüz yettiğince Allah’a isyandan kaçının…” (Tegâbun Suresi 16. Ayet meali)

Ve yine Yüce Allah buyuruyor ki:

“Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.” (Bakara Suresi 286. Ayet meali)

Bu nedenle, şerait koyucu, savaştan önce kuvvetle hazırlanarak cihada hazırlık yapmayı teşvik etmiştir. Düşman, Müslümanların ülkesine girmedikçe, kuvvet yoksa cihat da yoktur, savaş da yoktur. Yüce Allah buyuruyor ki:

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfâl Suresi 60. Ayet meali)

Müslümanlarda düşmanı korkutmayan ve ürkütmeyen herhangi bir kuvvetin olması, şer’i bir kuvvet değildir. Beşeri kuvvetin kuralı, düşman savaşanların sayısının Müslümanların sayısının iki katı ya da daha azı olmasıdır. İki katından daha fazla olursa, Müslümanların savaşı başlatmaları vacip değildir. Bu şart, talep cihadına hastır. Savunma cihadında ise bu şart koşulmaz.




Tercih ettiklerini uygun olarak, âlimlerin sözlerini anlamanın önemine dikkat çekilmelidir. Zira Şeyhülislam İbn Teymiyye ve diğer âlimler şöyle demiştir: “Savuşturma savaşı, kutsala ve dine saldıranı savuşturma türlerinin en önemlisidir. Bu, icma ile vaciptir. İman etmekten başka din ve dünyada bozgunculuk yapan düşmanı ve saldırganı savuşturmaktan daha vacip bir şey yoktur. Bu savaş için bir şart koşulmaz. Aksine mümkün olduğunca düşman ve saldırgan savuşturulur.” (12)

“Onun için bir şart koşulmaz.” Cümlesi ile onun ve âlimlerin kast ettiği şey şudur; kendisine cihat vacip olan kimse hakkında şart koşulan; baliğ, akıllı, hür ve erkek olması şartları, savuşturma cihadında şart koşulmaz. Çünkü o, mümkün olduğunca savuşturulur.

Cihadın kendilerinden düşmesi söz konusu olmadığında, şu önemli bir şart kalmaktadır: düşmanı püskürtmek ve cesaretini kırma gücüne sahip olmak. Bu nedenle Şeyhülislam şöyle demiştir: “Aksine, mümkün olduğunca savuşturulur.” Yani gücü nispetinde yapılmalıdır. O halde, düşmanı savuşturmak için güçlü ve yeterli olmak, savuşturma cihadında dahi şart olarak kalmaktadır.

Buna, Nevvâs İbn Sem’an’ın, İsa’nın (Aleyhisselâm) Deccal’i öldürmesinin anlatıldığı hadis delalet etmektedir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki; “Onlar bu haldeyken Allah, İsa’ya vahyederek: “Ben bazı kullarımı ortaya çıkardım. Onlarla savaşmaya kimsenin gücü yetmez. Kullarımı Tur’a götürüp koruma altına al” Bundan sonra Allah, Ye’cuc ve Me’cuc’u ortaya salar.” (14)

İsa’nın (Aleyhisselâm) gücü Ye’cuc ve Me’cuc’e göre zayıf olunca, Allah, İsa’ya (Aleyhisselâm) onlarla savaşmamayı, cihad etmemeyi emretmiştir. Bu da kuvvetin şart olduğuna delalet etmektedir.

Üçüncüsü, düşmana karşı savaşmanın, savaşın terk edilmesinden daha büyük bir mefsedeye / kötü duruma yol açmamasıdır. Fakihler şöyle demişlerdir: “Savaşan kâfirlerin sayısı Müslümanlarınkinin iki katından daha fazla olunca, zafere sessiz kalınır.” Zannı galibimize göre sebat edebilirsek, sebat etmek tercih edilir. Düşmana zarar vermeden helak söz konusu ise, kaçmak bize Yüce Allah’ın şu sözünden dolayı vacip olur:

“…Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” (Bakara Suresi 195. Ayet meali)

Helak olmalarından korkulduğu böylesi bir durumda Müslümanların sebat etmeleri gerekmez. Aksine İbn Cüzi Malikî demiştir ki: “Müslümanlar, öldürüleceklerini bilirlerse, savaştan el çekmek evla olandır.” Ebu’l-Meali eş-Şâfi el-Cüveynî demiştir ki: “Bu hususta bir ihtilaf yoktur.” (15) Yani fakihler arasında bir anlaşmazlık yoktur.

Dördüncüsü, imamın izninin olmasıdır. Ehli Sünnet âlimleri, cihat işinin Müslüman imama verilmiş olduğu ve onun yetkilerinden olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Cihad, ya kendisinin ya da tayin ettiği birisinin komutasında ve onun bayrağı altında olur. Bu durumda tebaasının ona itaat etmesi gerekir. Bu nedenle İmam Ahmed şöyle demektedir: “Faziletli veya fâcir her nasıl olursa olsun, emirler ile birlikte Kıyamete kadar gazveye katılmak farz olarak devam eder.” (16)

Tahâvi el-Hanefi diyor ki: ‘‘Hac ve cihad, iyileriyle kötüleriyle Müslüman olan yöneticiler eşliğinde Kıyamet saatine kadar farz olarak devam eder.” (17)

İbn Kudâme diyor ki: “Cihad işi İmama ve içtihadına terk edilmiştir. Bu hususta uygun gördüğüne tebaanın itaat etmesi gerekir.” (18)

Şeyhülislam İbn Teymiyye de der ki: “Onlar; hac yapmayı, cihadı, cumayı ve bayramları iyi olsunlar kötü olsunlar emirleri ile birlikte görürler.” (19)

Şeyh Abdüllatif b. Abdurrahman dedi ki: “Ümmetin âlimleri, efendileri ve imamları arasında iş bu minvalde devam etti. Onlar, Allah ve Resulüne (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat etmeyi, Usulüddin ve akaid kitaplarında geçtiği gibi iyi olsun kötü olsun her imam ile birlikte Allah yolunda cihat etmeyi emretmişlerdir.”

Beşincisi, cihadın şeriatın bayrağı altında, organize eden şer’i liderlik komutasında olmasıdır. Zira bir liderlik ve açıkça bilinen bir bayrak olmaksızın cihat geçerli olmaz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demektedir: “Kim itaatten çıkar, cemaatten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de ümmiye / körü körüne çekilmiş bir bayrak altında savaşır, asabiyet / ırkçılık için gazaplanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür.” (20)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiştir! Bana isyan eden Allah’a isyan etmiştir! Emire isyan eden bana isyan etmiştir! İmam bir kalkandır. Onun arkasında ona uyarak savaşılır ve onunla korunulur.” (21)

Burada, kendisine itaatin vacip olduğu imam kimdir diye sorulabilir. Günümüzde olduğu gibi geçmişte de, Müslümanların parçalanıp farklı devletlere bölündükleri durumlarda âlimler bu tür konulara değinmişlerdir.

İmam Muhammed ibn Abdulvehhab (r.a) diyor ki: “İmamlar, bir ülke ve ülkeleri ele geçirme yolunda olan herkesin toplamıdır. Onun için her şey hakkında imam hükmü vardır. Böyle olmasaydı dünya düzelmezdi. Çünkü İmam Ahmed’den günümüze kadar, uzun bir zamandır insanlar bir tek imam üzerinde birleşmemişlerdir. Hükümlerden bir şeyin ancak büyük imam ile geçerli olduğundan bahseden bir tek âlim bilinmemektedir.” (22)

İmam San’âni ve İmam Şavkâni de bu tür sözlerden bahseder. Müslüman, Müslüman bir ülkede yaşıyor ise, yöneticisi de bir Müslümandır. Yönetim işi ona bağlanmıştır. Cihatta ona itaat etmek vaciptir. Özellikle bu asırda İslam’ın ve Müslümanların başına gelen kötü durumlara yol açmaması için Müslüman, onun izni olmaksızın cihadın savaş alanlarına çıkamaz. Biat ve itaat yükümlülüğü olduğu ülkesinden düşmanı takip etmeyi amaçlasa da başka bir ülkeye çıkmaz. Bu durumda, Müslüman yöneticisinin olduğu, biat ve itaat yükümlülüğü olduğu ülkesinden dışarı çıkması için izin alması gerekmektedir.

Âlimlerin bahsettiği başka kurallar da vardır. Cihad, farz-ı ayın olmadığında anne- babanın izni ve aynı şekilde alacaklının izni gereklidir. Anne- babanın izni zorunludur. Çünkü bir adam Peygambere (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek cihad hakkında sorunca, peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)ona dedi ki: “Annen -baban hayatta mıdır?” Dedi ki: Evet. Dedi ki: “Sen onlar hakkında (onlara iyilik yapmak suretiyle) cihad et.” (23)

Aynı şekilde bir kişiye borcu olan kimsenin, âlimlerin bahsettiği kuralları bünyesinde toplayan meşru cihada çıkmadan önce alacaklısından izin alması gerekmektedir.

Kâfir savaşan ile ilgili talep cihadının ayrıntılı kuralları:

Birincisi, savaşan kâfirin zimmî olmamasıdır. “Zimmî”, Müslümanların ülkelerinde ömür boyu zimmet / koruma akdine sahip olarak yaşayan kimsedir.

İkincisi, savaşan kâfirin muahid / anlaşmalı olmamasıdır. “Anlaşmalı”, savaşı terk etmek kaydıyla İmam ile sulh yapan kimsedir.

Üçüncüsü, savaşan kâfirin, eman verilen olmamasıdır. “Eman verilen”, Müslümanların ülkelerine eman ile gelmiş olan kimsedir. Elçiler, ücretle çalışanlar, bir ziyaret için gelen kimse ya da talebeler ya da giriş vizesi ile gelmiş olan kimsedir.

Dördüncüsü, savaşanın savaş ehlinden olmasıdır.

Beşincisi: Savaşın savaş alanında kâfirler ile savaş şeklinde olması gerekmektedir Bela, fitne ve büyük kötülükleri Müslümanların başına getiren suikastlar, patlamalar, intihar eylemleri ile ise olmaması gerekmektedir.

Savaşan kâfir ile alâkalı bu kuralların delili, Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şu sözüdür: “ Kim muahidi öldürecek olursa, kokusu kırk yıl uzaktan duyulan cennetin kokusunu alamaz.” (24)

Bu hadisin manası hakkında âlimler şöyle demişlerdir: Zimmî, eman verilen ve muahid / anlaşmalı kimselerin hepsi de bu hadise dâhildirler.

Cihadın Yasallaşması Aşamaları

Cihadın yasallaşması şu dört aşamada gerçekleşmektedir.

Birinci aşama, savaşmaktan geri durmaktır ve bu en uzun merhaledir. Peygamber, (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’de Tevhide davet ederek on üç sene yaşadı. Bu süre içerisinde savaşı emretmedi, sadece delil ve açıklama ile davet cihadını emretti.

Yüce Allah buyuruyor ki:

“Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr Suresi 94. Ayet meali)

Yine Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor ki:

“…Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmazsanız…” (Tegâbun Suresi 14. Ayet meali)

Ve şöyle buyuruyor:

“…Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın…” (Bakara Suresi 109. Ayet meali)

İkinci aşama, emredilmeksizin kıtale / savaşa izin aşamasıdır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir.” (Hacc Suresi 39. Ayet meali)

Üçüncü aşama, Müslümanlara karşı savaşanlarla savaşma aşamasıdır.

Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin…” (Bakara Suresi 190. Ayet meali)

Dördüncü aşama, küfre davet eden ya da Allahu Teâlâ’ya daveti engelleyen her kâfirle, Müslüman oluncaya ya da cizye verinceye kadar savaşma aşamasıdır.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe Suresi 29. Ayet meali)

Bu aşamayı, Peygamber, (sallallahu aleyhi ve sellem) İslam Devletinin kurulmasından, ordunun oluşmasından ve Müslümanların düşman ile karşılaşmaya yeterli donanımla hazırlanmasından sonra uygulamıştır. Müslümanların hazırlanması, Allahu Teâlâ’ya iman donanımından sonra savaş için mühimmat donanımı şeklinde olmuştur.

Bu aşamalardan nesh olunan / hükmü kaldırılan yoktur. Araştırmacı âlimlerin dedikleri gibi; “bu aşamalar, güçlü ve zayıf olmaları bakımından Müslümanların durumlarına bağlıdırlar.”

Dört cihad aşamasına değindikten sonra Şeyhülislam şöyle demiştir: “Müminlerden her kim zayıf olduğu bir yerde ya da zayıf olduğu bir zamanda olursa, sabır ayetleriyle amel etmeli ve Ehl-i Kitap ile Müşriklerden Allah ve Resulünü (sallallahu aleyhi ve sellem)incitenleri görmezden gelinmesi ayetleri ile amel etmelidir. Güç sahibi olanlar ise, hem dine karşı koyan kâfirlerin ileri gelenleriyle savaşma ayetiyle amel etmeliler hem de aşağılanmışlar olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar Ehl-i Kitap ile savaşın ayetiyle amel etmeliler.” (25)

Cihadın Amaçları

Cihad bizzat kendisi için konulmadı. Cihad, Ulu ve Yüce Allah’ın sözünün en üstün kılınması için konuldu. Bu amaç savaşsız elde edilince, savaşa başvurulmaz.

Yüce Allah buyuruyor ki:

“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” (Enfal Suresi 39. Ayet meali)

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise şöyle buyurur: “Kim Allah’ın sözü en yüce olsun diye çarpışırsa işte o kimse Allah yolundadır.” (26)

Cihadın hedefleri ve amaçlarından biri de mazlumlara yardım etmektir.

Yüce Allah buyuruyor ki:

“Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” (Nisa Suresi 75. Ayet meali)

Cihadın amaçlarından bir diğeri de saldırganlığı savuşturmak ve İslam’ı korumaktır.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah muttakilerle beraberdir.” (Bakara Suresi 194. Ayet meali)

Bazı fakihler, cihadın kendisinin bir amaç değil de sadece kendisinden başkası için bir amaç olduğunu ifade ediyorlar. İbn Dakîk el-Iyd, cihattan güdülen amaca değindikten sonra o amacın, Allahu Teâlâ’nın sözünün en üstün kılınması, dinin en üstün kılınıp yayılması, küfrün bastırılması ve çürütülmesi olduğunu söylüyor. Dedi ki: “Fazileti, o fazilete göredir, yani bu anlamlardan gerçekleşene göredir.”

Şeyh Abdul-Ğani el-Makdisi şöyle dedi: “Cihat, farz-ı kifayedir, çünkü bizzat kendisi için farz kılınmamıştır. Zira bu, kendi başına bozulmadır, yani bedenler için bir bozulmadır. Cihad, Allah’ın dinin üstün kılınması, kullar üzerinden fesadın kaldırılması için farz kılınmıştır. Bütün bu amaçlarla cihad farz-ı kifayedir. Bunların bazısı ile güdülen amaç elde edilmiştir.

Fakih Şerbînî diyor ki: “Cihadın vacip kılınması, amaçların değil araçların vacip kılınmasıdır. O halde, savaş ile kast olunan, şahitliğin dışında hidayettir. Kâfirlerin öldürülmesi ise, güdülen amaç değildir. Cihadın dışında delil getirmek ile hidayet mümkün olsaydı cihattan daha evla olurdu. (27)

Şeyh Abdurrahman b. Saadi cihadın anlamlarına değinerek demiştir ki; Yüce Allah, Kendi yolunda cihad etmekte güdülen amacı belirtmiştir. O amaç, kâfirlerin kanlarını dökmek ve mallarını almak değildir. Fakat cihad ile güdülen amaç; dinin tamamen Allah için olması, Yüce Allah’ın dininin diğer bütün dinler üzerinde hâkim olması ve şirk vb. karşı çıkanın savuşturulmasıdır. Diyor ki: Güdülen bu amaç elde edildiğinde, öldürmek de savaşmak da yoktur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder