14 Ekim 2014 Salı

CADI AVI : Kitab-ı Mukaddes'te geçen "Büyücü kadını yaşatmayacaksınız” (Exodus 22:18) ayetinin selefi bir yorumu sayesinde 300 yıl boyunca Avrupa’da binlerce kadın, hatta çocuk ve erkek cadılıkla suçlanıp çoğunlukla yakılarak öldürüldü.

17. yüzyılın sonunda bile hâlâ ABD'de cadı mahkemeleri vardı. Cadılık ancak 1730’larda İngiltere’de suç olmaktan çıkarıldı.
Birisini cadılıkla suçlamak kolaydı. Her şey bir dedikodu ve yalanla başlayabiliyordu. Teninin uyuşmuş bir noktası, kiliseye gitmemek, ormanda çıplak yürümek, hayvanlarla konuşmak hatta kızıl saçlar bile cadılık işareti olabiliyordu.
300 yıl sonra Türkiye’de ise uzun sakallar…
“Ortaçağ, yobazlık, karanlık” kelimeleriyle anılan selefi bir terör örgütüne karşı sokağa çıkanların yaptıklarının 300 yıl önceki cadı avlarından bir farkı yoktu.
Önce haftalarca IŞİD eşittir AKP, IŞİD eşittir Hüda- Par yayınları yapıldı. IŞİD’in hem AKP hem de Hüda-Par’ı küffarlar listesine eklemiş olmasına aldırmadan.
Her uzun sakallı, ciğerci, tarikatçı, asker oğlunu ziyarete gelmiş amca, Suriye’deki başka bir fraksiyondan olup olmadığına bakılmadan IŞİD’çi ilan edildi.
Kürt kamuoyu bu yalanlarla dolduruldu.
Kobani ve çevresindeki bütün siviller, hastaneler, hatta arabalar, keçiler dahi Türkiye’ye gelmişken Kobani’de IŞİD’in son model silahlarına karşı Kürtleri koruyamayan PKK, gayet anlaşılır başarısızlık hikayesini “Kobani’de katliamın arkasındaki Türkiye” propagandasına çevirdi.
Sonra İmralı’ya gidip Abdullah Öcalan’la görüşen kardeşi Mehmet Öcalan’dan beklenen açıklama geldi. Ayaküstü, irticalen, Öcalan’ın kendisine söylediğini iddia ettiklerini anlattı, bir tür yol verme olarak yorumlanacak o kritik cümleyi kurdu: “IŞİD'in olduğu yerde ve Kürtlerin yaşadığı bölgede nerede bir IŞİD varsa sonuna kadar direnilecek.”
Sonra HDP akşam acilen toplandı ve işaret fişeğini çaktı: “7’den 70’e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz. Bundan böyle her yer Kobani’dir.”
Peki böylece Kobani’deki İŞİD’e, Türkiye’de direnmeye çağrılan insanlara ne denmiş oldu? “Sokağa, alan tutmaya, harekete, her yeri Kobani’ye çevirmeye, nerede bir IŞİD varsa sonuna kadar direnmeye” çağrılan insanların ne yapması bekleniyordu?
IŞİD'çi cadı avına çıkması.
Öfkeli kalabalıklar, uzun süredir şehirlerde örgütlenen YDG-H milisleri çevrelerinde IŞİD'çi aradılar. Kimdi IŞİD?
AKP’ydi. Onlarca AKP teşkilatını yaktılar. Okulları, AKP'li Belediyeleri, devlet dairelerini ateşe verdiler.
Kimdi IŞİD’çi sakalları, geçmişleriyle Hüda-Par'lılardı:
“Bağlar’da bulunan Köy-Der adlı dernekte kurban eti dağıtmak üzere hazırlık yaparken saldırıya uğradılar. Karşı binalardan da ateş edildi. Bu sırada 40 yaşındaki Turan Yavaş olay yerinde öldü. Hüseyin Ahmet Dakak, Hasan Gökgöz ve Riyat Güneş ise dernekten kaçarak yan caddede bir eve sığındı. Grup, evin çevresini sararak üç kişiyi içeride linç ederek öldürdü. Bir kişi üçüncü kattan aşağı atılırken, birisinin cesedi kısmen yakıldı, birinin ise boğazı kesildi” (Al Jazeera Türk)

Kimdi IŞİD? Sakalı, hali, tavrı, eşinin başörtüsünden şüphelenilen herkes.


Adana Yüreğir’de evinin önünde oturan 69 yaşındaki Ahmet Albay öyle öldürüldü. Bir de PKK’nın haber ajanslarına IŞİD'çiler öldürdü diye yalan haberleri yapıldı. Diyarbakır Sur ilçesinde tesettürlü eşiyle yürüyen 55 yaşındaki Mahmut Enez de bu cadı avının kurbanı oldu.
Van’da bir nurcu grubun yaptırdığı Bediüzzaman Külliyesi inşaatının yakılmasına karşı çıkan kadınlarla saldırgan grup arasında çıkan kavgayı duyup olay yerine gelen kadınlardan birinin kardeşi de öyle vuruldu.
Ama en acısı, 90’ların JİTEM cinayetlerine en çok benzeyeni Mardin Kızıltepe’de yaşandı.
İki yıl önce Suriye’deki savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen ve Mardin’de inşaatlarda çalışan Abdullah Muhammed Latif ve bayram ziyaretlerine gelmiş Suudi Arabistan’da mühendis olarak çalışan eşinin kardeşi Fehad İbrahim Elduveric’in araçları Mardin Kızıltepe’de kontrol noktası kuran PKK’lılarca durduruldu. Sakalları ve Kürtçe bilmemeleri yüzünden alıkonuldular. Korku dolu fotoları internette İŞİD’çi yakaladık diye duyuruldu. Sonra da infaz edilip, cesetleri yakıldı. Cesetleri teşhis eden yakınları Muhammed İbrahim “Suriye’den savaştan kaçtık, gelip burada bizi öldürüyorlar” dedi.
O yüzden dün Demirtaş’ın ter içinde anlattığı “masum gösteriler” hikâyesine herhalde kimse inanmadı. En son rakam 24’tü. Yaşlı genç, Hizbullahçı, PKK’lı 24 Kürt daha öldürüldü. Hem de Kobani’de Kürtler ölmesin diye.
Bu büyük trajedinin, bu tarihe geçecek sorumsuzluğun, Kürtlerin 6-7 Eylül hadisesinin baş sorumlusu insanları yalanlarla dolduruşa getiren, sokakta IŞİD'çi avına çağıran HDP ve Kandil’dir.
Daha birkaç gün önce HDP’li vekil Pervin Buldan’ın kızını bile hedef göstermekten çekinmeyen YDG-H gibi çetelerin, Kandil’in, Demirtaş’ın bir talimat uzağında durması; Cumhurbaşkanlığı’na talip olmuş, büyük sempati toplamış Kürt siyaseti için utanç vericidir. Hesabı önce, yaktıkları Atatürk büstleri için aman AKP karşısında müttefiklikleri zedelenmesin diye CHP’ye, Gezicilere değil, yakınları öldürülen, yaralanan, evleri, dükkânları yağmalanan, yakılan Kürtlere vermek zorundadırlar.
Neden sokağa çağırırken şiddete karşı uyarı yapmadıklarını, olayların büyümesini devrim, serhildan diyerek zevkle izleyip medyalarından verip, akıllarının neden 24 insan ölüp, yüzlerce okul, bina dükkan, ev, dernek yakıldıktan sonra geldiğini de anlatmak zorundalar.
Eğer önceki gece bir devlet heyeti İmralı’ya gidip Öcalan’ın, bu kez kardeşinin ağzından değil bizzat kendi el yazısıyla kendi arzusuyla yazdığı “durdurun” mesajını Demirtaş’a ulaştırmasaydı bu cadı avı, 2014 yılında yaşadığımız bu 6-7 Eylül hadisesi kim bilir kaç can daha alacaktı.
Şayet Bahçeli, kendi kitlesini IŞİD Telafer’i işgal ederken sokağa çıkarsaydı, aynı talan, öldürme, yakmaları Ülkücüler yapsaydı, bugün onlara nasıl muamele edileceğini bir düşünün isterseniz.
Bu ölümlere karşı ayrım yapmadan iki kelime edemeyen insan hakları örgütlerinin, siyasete, müzakereye taş, molotofkokteyli kadar değer vermeyen siyasetçilerin, “Kürtlerin hassasiyeti” diye olayı açıklayan insan hakları savunucularının, “TC düştü düşüyor” diye vandalizmden bildiren sivil toplumcuların, sokaklar karışınca heyecanlanan yaşlı devrimci abilerin, kan akınca “bölge”ye koşan akbabaların basiretsizliğini Öcalan telafi etti yine.
Öcalan’ın bu olaylar için o mektupta tam olarak ne dediğini ilk HDP görüşmesinde öğreneceğiz. Ankara’da konuşulan “Hem çözüme hem de Kobani’ye yardım edilmesine karşı bir sabotaj” değerlendirmesi yapıp yapmadığını mesela. Tabii bunu kamuoyuna söyleyecek cesaretleri olursa…
PKK resmi tarihinde hâlâ Öcalan’ın devletle vardığı 1 Eylül 1998 ateşkesinden hemen sonra Suriye’den çıkıp Avrupa’ya gidişi “9 Ekim komplosu” olarak anıldığına göre durum çok parlak görünmüyor.
Belki 9 Ekim 2014 de ileride Öcalan’ın komployu bozduğu tarih olarak geçer…

Gazeteci / YILDIRAY OĞUR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder