Diğer Bloklar

9 Ağustos 2015 Pazar

Küresel Cihad'ın Mimarı Yazı Dizisi : Hakkında Avrupa ve Amerika'da onlarca yüksek lisans ve doktora tezi yazılan, binlerce makale ve onlarca kitaba konu olan, Küresel Cihad'ın Mimarı olarak kabul edilen Ebu Musab es Suri'nin, Küresel Cihad hareketinin manifestosu niteliğindeki 'Mukaveme(direniş)' kitabından 'Direniş Odakları' isimli pasajı,


Küresel Cihad'ın Mimarı Yazı Dizisi-2-

Direniş Odakları

Kanâatimce -ki bu husûs ferâset sâhibi herkesin görebileceği derecede açık/ve belirgindir- işgal güçleri karşısında direniş gösteren, Allah yolunda cihâd eden hassa (:özel, öncü) birliklerin hacmi, bütün ümmet içinde, insânı ürpertecek derecede ufak çaplı, sınırlı mâhiyyette ve az bir kemmiyyettedir. Bunun sebebi yalnızca düşman saldırısının azgınlığıdır diyemem. Bunun en temel sebebleri, göründüğü kadarıyla, ümmet ferdlerinin su üstünde çer-çöp misâli olmaları, parçalanmışlıkları, kendilerini hem sömürüye hem de hezîmete açık bir hâle getirmeleridir. Bunun en açık delîli ise basın‒yayın organlarının gece gündüz demeden gözlerimizin içine soktukları, insânı gama ve eleme garkeden, azimleri kıran ve himmetleri ayakaltı eden kesintisiz haberlerdir.


Öyle inanıyorum ki, varlığını dayatmakta ısrârlı olan ve uzun süre devâm edecek gibi görünen bu savaşı hakkıyla sürdürebilmek, ümmet içindeki direniş odaklarını olabildiğince çoğaltmaya ve dört başı mamûr bir program eşliğinde güçlendirmeye bağlıdır. Silâha sarılmak, Allah yolunda cihâd için hazırlanmak ve düşmana karşı direniş, içinde bulunduğumuz şartların doğal bir sonucu olacaktır. Asıl önemli olan ise bilinç seviyesinin yükseltilmesi ve direniş inancının kökleşip kendini açık bir şekilde ortaya koymasıdır. Böylelikle adına "Devrimci Cihâd İklimi" denilebilecek bir ortama kavuşulabilir ki bu da [kanaatimizce] direniş unsurlarını kendiliğinden hare-kete geçirecektir.


Günümüz itibâriyle ve yaşadığımız şu koşullar altında, sorumluluğun, sadece mücâhid hassa birliklerin omuzlarına yüklenmekten daha ağır ve daha geniş çaplı olduğu kanâatindeyim. Amerika'nın, diğer Batılı ve gayrımüslim ülkelerin desteği şöyle dursun, bir de İslâm âlemindeki yerli müttefiklerinin yardımıyla "teröre karşı savaş" adıyla başlattığı küresel saldırılar sonrasında mücâhid birliklerin neredeyse yok olmaya yüz tuttuğu gerçeğini de özellikle hatırlatmak isterim. Bu saldırılar, 1990 yılından ve Yeni Dünya Düzeni'nin kurulduğu günden itibâren başlatıldı. 11 Eylül 2001 olaylarından sonraysa zirvesine ulaştı. Sonunda küresel çapta devâm ettirilen devasa bir savaşa dönüştürüldü. Deyim yerindeyse bu çarkın dişlilerine takılmayan herhangi bir toprak parçası kalmadı.


Bu saldırılar, Amerika'nın 11 Eylül Olayları'nı fırsat bilerek harekete geçmesiyle yüzünü gösterdi. Sonuç olarak dünya üzerindeki birçok cihâd cebhesi ve birlikleri, ayrıca cihâda destek veren İslâmî hareketlerin pek çoğu yok edildi.


Kanâatimce, ümmetin farklı kuvvet merkezlerinde bulunan, kursağında şeref ve haysiyyet taşıyan her mümin, münevver ve şuûr sâhibi kişinin günümüz itibâriyle üzerine düşen şu üç alanda faâliyyet göstermektir:


1. Dînî ve Kültürel Alan
Dînî kimliğin muhâfaza edilmesi, aynı şekilde Müslüman toplumların kendisine mahsûs fikrî, kültürel ve toplumsal dinamiklerinin korunması için, eğitim müfredâtı ve çalışma programları belirlenmesi ve bunlar doğrultusunda faâliyyet gösterilmesi.


2. Siyâsî ve Fikrî Alan
Siyâsî çalışmalara hız verilmesi, sivil toplum örgütlerinin kurulması, Müslüman toplumların düşünsel ve kültürel varlığını takviye edecek özgür basın‒yayın ortamı-nın oluşturulması için, düşünce ve eylem programları belirlenmesi ve bunlar doğrul-tusunda faâliyyet gösterilmesi.


3. Askerî Alan
"Küresel İslâmî Direniş"i başlatıp derhâl hayâta geçirmek, öncelikle topraklarımız üzerindeki Amerikan güçlerini ve müttefiklerini bu topraklardan söküp atmak, sonra hem onu hem de müttefiklerini kendi topraklarında vurmak için gerekli olan her türlü askerî eğitim hazırlığının yapılması. Bunun için gerekli ilimlerin öğrenilmesi ve silâhlı cihâd inancını kökleştirip yerleştirmek yolunda lâzım olan davet, terbiye‒eğitim gibi alanlarda çalışma programları belirlenmesi.


Böyle bir Önsöz içinde sadece ana hatlarıyla değinmeye çalıştığım bu üç alan, aslında tafsîlâtlı bir şekilde ele alınması gereken konulardır. Ama Önsözün ve genel içeriğin elden geldiği kadarıyla özet olmasını istiyorum. Bu konuyla ilgili tafsîlâtı başka bazı yerlerde ele almaya çalışacağım inşallah. Ama bu Önsöz çerçevesinde şu özet bilgilere yer vermek istiyorum:


1- Düşmanı bastırıp geri çekilmeye zorlayacak ve bu ümmeti Allah'ın izniyle zafere götürecek tek yol askerî faâliyyettir; silâhlı devrimci cihâdî direniştir. Davet ve telîf kapsamında yer alan veya protesto, siyâset, basın‒yayın yollu her türlü barışçıl çalışma, ne kadar önemli olsa bile, silâhlı direniş olmadığı müddetce heder olup gidecek ve vâkıayı değiştirmek nâmına hiçbir fayda getirmeyecektir. Bilinmelidir ki, Haçlı‒Siyonist‒emperyalist‒işgalci‒kâfir düşman, topraklarımızın bağrına a-yak basmış ve süngüsünü sînemize dayamıştır. Onlar püskürtülüp gerisin geri gönderilmediği müddetce bütün ümmet günahkâr olarak kalacak ve Allah'ın huzurunda bundan sorumlu tutulacaktır. Bizler öyle bir farz-ı ayn karşısında-yız ki, bu farz, âlimlerimizin de bu konuda icmâ olduğunu naklettikleri gibi, Allah'ı birlemek olan tevhîdden hemen sonra gelir. Düşmanın bizlere öz diyâ-rımızda saldırması ve topraklarımıza ayak basmış olması ise bu farzı ziyâde-siyle pekiştirmektedir.


2- Cihâd hareketi ve/ya silâhlı direniş, boşluktan peyda olmaz, devrimci cihâd havası/iklimi her tarafa hâkim olmadığı müddetce de arzu edilen kıvâma ulaşamaz. Bunun olabilmesi için de sadece silâhlı direniş yetmez. Bunun için davet, terbiye, dinin her türlü değerinin korunması, basın‒yayın ve sâir alanlarda yapılacak çalış-maların da harekete geçirilmesi lâzımdır. [Demem o ki] yapılacak her türlü çalışma, mümin kişinin kalbine bu sorumluğu aşılamalı [ve onun yüreğine] cihâdın onun için dînî bir farz olduğu hakîkatini iyice yerleştirmelidir.


3- Cihâd, mümin bir ferdin yüreğinde ve zihninde, dînî bir farz olmasının yanısıra fikir, siyâset, hareket bilinci vb. yönlerden de iyice yer etmesi gereken bir husûstur. Ta ki mücâhid kişi [cebhede cihâd eden biri olduğu gibi cebhe gerisinde kaldığında da aynı şekilde cihâd edebilsin], fiilî savaşa ve direnişe giriştiği gibi, cihâdî akîdeyi, kıtâlî irâdeyi ve dînî duyguyu taşıyan mücâhid bir ferd olarak harekete geçip bu hareketini sürdürebilme sabrına erişebilsin. Aynı zamanda bunu insânlar arasında yayma ve onları bu yola [hikmet ve] basîretle çağırma kıvâmına ulaşabilsin.


4-Günümüz itibâriyle cihâd yoluna baş koyan, Amerika ve müttefikleri karşısında silâha sarılan, bunu müteâkiben diyârlarımızdaki uşak, hâin ve kâfir yönetimlerle, dolayısıyla onların emri altındaki münâfık güçlerle çatışmak mecbûriyyetiyle karşı karşıya kalanlar, genel anlamda ümmetin az bir kesimidir. Îmân, azim, kanâat ve irâdelerinin kendilerini fiilen harekete geçmeye sevkettiği kimselerdir.
Buna karşın ümmetin büyük bir kesimi, [hâlihâzıra itirâz etmekte ve] karşı duruş kanâati taşımaktadır. Ancak azmini, İslâm'ın zirve noktası olan/cihâd merhalesine taşımaktan yoksundur. Bunların çoğu, kadınlardan, yaşlılardan ve kıtâl farîzasını yerine getirme konusunda şerî anlamda mazeret sâhibi kimselerden oluşmaktadır denilebilir. Yahut kiminin [kıtâl ve cihâd farîzası konusunda] meşrû ve hakîkî bir sebeble âcizliği yahut inanç zaafı veya imkânlardan mahrûmiyyet gibi durumların bir netîcesi olarak evhâma ve zanna dayalı sebebleri olabilir.


Peki, bunların karşı duruş/veya direniş konusundaki vazîfeleri nedir?


Kuşkusuz onların üzerine son derece önemli bir vazîfe düşmektedir ve bunu çatışmadan uzak olan cihâd alanlarında ifâ edebilirler. O da yukarıda (1. [Dînî ve Kültürel Alan] ve 2. [Siyâsî ve Fikrî Alan]) mâddelerinde işâret ettiğim alanlarda faâliyyet göstermektir.


5- Eğer dinini hakkıyla anlayan ve hâlihâzırı bütün boyutlarıyla kavrayan hassa birlikler, düşmanın planlarını ve onun, ümmetin dînî temellerini, medeniyet odaklı altyapısını yok etmek ve ona şuûr aşılayan damarları kurutmak yolunda harcadığı çabaları boşa çıkarmak için harekete geçmeyecek olursa, maazallah, cihâd yolunun hassa birlikleri düşmanın askerî ve güvenlik operasyonları sonucunda yok olup gidecektir. Düşmanın bütün planları da zâten -asıl itibâriyle- direniş dinamiklerini kökünden dinamitlemek ve hepten yok etmek üzerine kuruludur.


Direniş birlikleri yok olduğu takdîrde ümmetin bunu telâfî etmesi bir hayli zor olacak ve uzun bir zaman alacaktır. Bu arada ümmet ferdleri, rotasını düşmanın belirlediği basın‒yayın çalışmaları ve eğitim programları içinde eriyip gidecektir. Nitekim düşmanın eli çocuklarımızın eğitim‒öğretim müfredâtına kadar uzanmıştır. Hattâ iş, itikâd ve cihâd ile ilgili Kur'ân‒Sünnet nasslarını [tahrîfe ve] kendi arzuları doğrultusunda yoruma tâbi tutmaya kadar varmıştır. Ne acıdır ki bu vazîfe büyük oranda bizim âlimlerimiz/hocalarımız eliyle icrâ edilmiştir. Düşmanın iğrenç planı çerçevesinde yer alan diğer bir husûs ise İslâm âleminin pek çok bölgesine yüzlerce vâiz ve hatîb yerleştirmek olmuştur. Bunlar "aşırılık" karşıtı belli kurslar görerek ve de genlerine Amerikan mamûlü "ılımlılık" aşılanarak ortalığa salınmıştır. Hedef ise "Pentagon Şeyhleri" ve "Sömürge Fakîhleri" klonlamaktır.


6- Dini ve ümmetin medeniyet dinamiklerini korumak yolunda çalışmak, bazı ülkelerde ve zorunluluk hâllerinde gizlilikle yürütülmesi gereken çalışma programları gerektirebilir. Nitekim Sovyet işgaline ve sistemli bir kimlik imhâsına maruz kalan Müslüman [Orta Asya] cumhuriyetlerinde Müslümanlar böyle bir yola başvurmuş ve gizli hücre evleri yoluyla, gelecek nesilleri için dinlerini muhâfaza etmişlerdir. Komünist Çin yönetimi ve kültürel devriminin gölgesinde yaşayan Müslümanlar da aynı yola başvurmuşlardır.


Amerika'nın bizim ülkelerimize namlu ağızlarında taşıdığı 'Sözde Demokrasi' havası içinde sivil toplum örgütleri kurulabilir ve bu kuruluşlar, Şeyh İbn Bâdîs'in ve Müslüman Âlimler Birliği'nin Cezayir'de yaptığı gibi, eğitim‒öğretim ve kültürel etkinlikler kapsamında bazı çalışmalar yürütebilirler. Fransa, Cezayir'in Arab ve İslâm kimliğini yok etme planını yürürlüğe koyduğu zaman İbn Bâdîs bu yolla onlara karşı durmuştur. Mücâhid İbn Bâdîs, direniş tohumlarının ve köklerinin zayıfladığını gördüğü zaman öncelikle kökleri ve o köklerin üzerinde durduğu zemini korumaya ve oraya yeni tohumlar ekmeye yönelmiştir. Onun yaptığı bu asîl eğitim çalışması, otuzlu, kırklı ve ellili yıllar boyunca direniş tohumlarını günden güne güçlendirmiştir. O süre zarfında yetişen nesiller, Fransızların karşısında direnişin ve devrimin ilk yakıtı olmuşlardır.


Mescidlere, kurslara, dînî [merkezlere, tekke ve] zâviyelere bu alanda büyük bir işlev yüklenmelidir. Evlerde yapılacak sohbet halkaları ve dînî eğitim dersleri de önemli bir rol oynayacaktır. Gelecek nesillerin dinini, dilini ve kültürünü korumak için özellikle kadınlara ve davetci hanımlara son derece önemli vazîfeler düşmektedir.


Bunlar barışçıl faâliyyet alanlarıdır ve silâhlı direniş ile çatışma yollu faâliyyetlerin içerdiği riskleri taşımamaktadır.[...]


7- Siyâset, fikir, kültür, basın‒yayın yollu faâliyyet alanlarına gelince: Bunlar da barışçıl yollu faâliyyet alanlarıdır ve bu alanlarda faâliyyet gösterenler, sivil direniş düşüncesini ve meşrûiyyetini bunlar üzerinden yayabilir, hem ülke içinde hem de dışında bunu savunabilirler. Telîf, yayıncılık, gösteri, protesto ve benzeri faâliyyetler de sivil direniş odaklı olup emperyalistlerin ve onların temsîlcisi sıfatını taşıyan hâin gürûhun insânları aldatıp kandırmak amacıyla öne sürdüğü "Sahte Demokrasi" çatısı altında yürütülebilecek faâliyyetlerdir.[] Bu alanlarda faâliyyet gösterenler, en azından adına "terör" denilen töhmete maruz kalmayacaklardır. Çünkü faâliyyetleri sivil eksenli olacaktır.


Dînî, fikrî veya siyâsî olsun, sivil direniş alanlarında faâliyyet gösterecek kimse-lerin mutlaka dikkat etmesi gereken iki önemli nokta vardır. Şöyle ki:


Öncelikle "sivil direniş" ve "dine hizmet" gerekçesiyle herhangi bir hükûmetin veya resmî otoritenin kolluk kuvvetlerine girmek hiçbir şekilde câiz değildir. Böyle bir şey, şerî açıdan harâmdır. Bu ister -Irâk ve Filistin örneklerinde olduğu gibi- doğrudan doğruya emperyalist gücün idâresinde, isterse de -İslâm âleminin farklı birçok ülkesinde olduğu gibi- Allah'ın indirdiklerinin dışında şeylerle hükmeden ve Allah'ın düşmanı emperyalistleri kendilerine dost edinen mürted hükûmetlerin taht-ı idâresinde olsun fark etmez. Yasama, yürütme ve yargı organlarında çalışmakla ilgili durum da aynıdır. Bunlar tafsîlâtlı konular olup ilgili delîller ve geniş açıklamalar İkinci Cild'de gelecektir inşallah.


İkinci nokta ise şudur: Davet, siyâset, basın‒yayın gibi sivil direniş alanlarında faâliyyet gösteren kimselerin, ılımlılık ve/ya itidâl adı altında yahut kendisinden ve kurum‒kuruluşundan ithâmı uzak tutmak veya çalışmalarını yürütebilmek nâmına, cihâdı, mücâhidleri ve Müslüman direnişçileri kötüleme-karalama cürmüne ortak olması hiçbir şekilde câiz değildir. Zîrâ bu alanlarda faâliyyet göstermesinin ana hedefi ve temel gerekçesi cihâdı ve direnişi desteklemektir, yahut buna uygun bir zemin oluşturmaktır. Öncü davetciler, münevverler, entelektüeller ve benzeri kimseler, bazı yolunu yitirmiş -sözümona- âlimlerle sapkın entelektüellerin yaptığı gibi ümmet içinde cihâdı ve mücâhidleri kötüledikten, direnişin ve direnişçilerin adını karaladıktan sonra direniş tohumları nasıl boy atabilir ve mücâdelesini nasıl sürdürebilir?!


Bu bir yandan, diğer yandan ise mücâhidlerle direnişçilerin ve onların medya birimlerinin, sivil direniş alanlarında çalışanlara karşı dillerini keskinleştirmemeleri ve onları oturup kalmak, cihâddan geri durmak suçuyla ithâm etmemeleri gerekir. Bu yargı her ne kadar onların çoğunluğu hakkında doğru olsa bile, emperyalist işgalciyi tanımadıkları ve onu desteklemedikleri, yine mücâhidlere karşı ve direniş aleyhtarı propaganda yapmadıkları müddetce bundan uzak durmak gerekir. Zîrâ onlar da nihâyetinde direnişe zemin hazırlayan ve bizim gayretimizi tamamlayıcı mâhiyyet taşıyan çok önemli faâliyyetlerde bulunmaktadırlar.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder